Arka sıra: Willem de Kooning, Adolph Gottlieb, Ad Reinhardt and Hedda Sterne; orta sıra: Richard Pousette-Dart, William Baziotes, Jackson Pollock, Clyfford Still, Robert Motherwell and Bradley Walker Tomlin; ön sıra: Theodoros Stamos, Jimmy Ernst, Barnett Newman, James Brooks, and Mark Rothko.
Uzun yıllardır sanat çevrelerinde soyut ekspresyonizmin başarısının CIA’in marifeti olduğu yönünde şaka yollu dedikodular yapılır. Eski CIA ajanlarının açıklamaları, şüphelerin gerçek olduğunu kanıtlıyor. Soğuk Savaş döneminde yaklaşık 20 sene boyunca CIA’in kültürel hegemonya politikası çerçevesinde soyut ekspresyonizmi “silah niyetine” kullandığı artık bilinen bir gerçek.
Devlet ile soyut sanat arasındaki bu bağlantının uzun zaman olasılık dışı görülmüş olması şaşırtıcı değil. Zira, 1950 ve 1960’larda Amerikalıların büyük çoğunluğu Amerikan sanatını beğenmiyor, aşağı görüyordu. Hatta dönemin başkanlarından Harry S. Truman bu yaygın görüşü “Artık bu da sanatsa, ben de Hottentot’um” diyerek özetlemişti. Sivri dilli bir milletvekili, Dışişleri Bakanlığı’nın 1947’de düzenlenmeyi planladığı uluslararası “Gelişen Amerikan Sanatı” sergisi için “Ben de ödediği vergilerin bu çöplüğe akıtıldığını gören geri zekâlı Amerikalılardan biriyim” demiş; McCarthy ise avangard ya da sıradışı olan her şeyi utanç verici bulduğunu açıklamıştı. Üstelik Pollock, Rothko ve Motherwell gibi akımın temsilcisi olan çoğu sanatçı McCarthy Amerikası’nda kolay kabul görmeyecek eski komünistlerdi, Amerikan Hükümeti desteği almaları beklenemezdi.
Ancak Amerika’nın Rusya karşısında, ifade özgürlüğü olan, kültürel anlamda gelişmiş, her tür yaratıcılığa açık, demokratik bir ülke olduğunu kanıtlaması; ve bir şekilde Rus sanatının “komünizmin ideolojik deli gömleğiyle kıstırılmış” olduğunu göstermesi gerekiyordu. Ayrıca 1930’lardan beri sürdürülmekte olan, sanatın başkentini Paris’ten New York’a taşıma çabaları da henüz tam olarak istenilen başarıya ulaşmamıştı.
Robert Motherwell, Elegy to the Spanish Republic, No: 70, 1961
İşte CIA devreye bu noktada girdi. 1947’de kurulan CIA, daha ilk senesinde komünizmin Batılı entelektüel ve sanatçılar için henüz cazibesini yitirmemiş olmasından rahatsızlık duyduğu için, kendi içinde Propaganda Araçları Yönetimi adlı bir bölüm kurdu. Bu bölüm, bir dönem dünya çapında yaklaşık 800 dergi, gazete ve benzeri mecraya fon sağlayarak arka plandaki yönetici işlevi gördü. Stephen Spender’in editörlüğünde yayınlanmış olan İngiliz Encounter dergisi de bu yayınlardan bir tanesi. Eski CIA ajanları bu bölümü CIA’in yönettiği bir müzik kutusuna benzetiyorlar: O dönem CIA hangisini seçerse, dünyada o parça çalıyor. Amerikan sanatı da, bu yayın organları gibi 20 sene boyunca uzaktan kumandayla kontrol altında tutuluyor, yönlendiriliyor ve destekleniyor, ancak akımın temsilcileri durumdan tamamen habersiz.
Kültürel hegemonya hareketinde ikinci önemli adım ise, 1950’de CIA’in içinde Uluslararası Organizasyonlar Bölümü (IOD) kurulduğu zaman atıldı. Başkan Tom Braden, bölümün komünizmle savaşmaya odaklandığını anlatıyor.[1] George Orwell’in Hayvan Çiftliği’nin animasyonunun, Amerikalı caz müzisyenlerinin, opera resitallerinin, Boston Senfoni Orkestrası’nın turnelerinin maddi desteğini bu bölüm sağlıyor. Bölümün ajanları film endüstrisinde, yayın sektöründe çalışıyorlar, hatta Fodor gezi rehberlerinde yazarlık yapıyorlar. Braden, bu ajanların görevlerinin yalnızca bulundukları yerlerde komünizm karşıtı programlar önermekle sınırlı olmadığını, bütçe sorunlarının çözümü için de devreye Amerikan vakıflarının sokulmasını sağlamakla yükümlü olduklarını belirtiyor. Artık soyut ekspresyonizmin yayılmasının arkasında da bu bölüm olduğu biliniyor.
Barnett Newman, Vir heroicus sublimis, 1950.
Eski CIA ajanlarından Donald Jameson, CIA’in soyut ekspresyonizmi bir fırsat olarak gördüğünü ve kendi çıkarları doğrultusunda onu örgütleyerek desteklediğini ve yayılması için de elinden geleni yaptığını açıklıyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:
Soyut ekspresyonizmin CIA tarafından, yalnızca yarın New York’ta ya da Soho’da neler olacağını görmek amacıyla icat edildiğini söyleyebilmeyi çok isterdim. Ancak bence bizim yaptığımız daha ziyade, bu akımın bir fark yaratabileceğinin ayırdına varmamızdı. Soyut ekspresyonizm, Rusya’nın sosyalist gerçekçiliğini olduğundan da fazla stilize edilmiş, sınırlı ve kalıplara sıkışmış gibi gösterebilecek yapıda bir sanattı. Hatta birkaç sergi, tamamen bu ilişkinin altını çizecek şekilde düzenlemişti. Moskova da ister istemez bizim amacımıza uygun hareket ediyordu, çünkü o günlerde kendi kalıplarına uymayan ne varsa öfkeyle kınıyordu. O yüzden, bu derece sert ve yersiz eleştirilere maruz kalan herhangi bir şeyi desteklemek herkese makul gözükmeye başlamıştı.
CIA’in Amerika’nın solcu avangardını kendi çıkarları için istediği biçimde kullanabilmesi için, akımın en büyük destekçisinin kendisi olduğunu elbette kimselere duyurmaması gerekiyordu. Jameson şöyle diyor: “Sanatçıların teşkilatla herhangi bir bağlantısı olmaması gerekiyordu. Zaten çoğu Amerikan Hükümeti’ne pek saygı duymuyordu ve özellikle CIA’den hiç haz etmedikleri kesindi. Kendilerini Washington’dan ziyade Moskova’ya yakın hisseden kişileri kullanmanız gerekiyorsa, bu işi onlardan ne kadar gizli yaparsanız o kadar iyidir elbette.”
CIA fonlarıyla 1950’de Berlin’de kurulan Kültürel Özgürlük Kongresi de CIA’in antikomünist propagandasının en önemli ayağı haline geldi. Entelektüellerden, yazarlardan, tarihçilerden, şairlerden ve sanatçılardan oluşan örgütün başındaki kişi de yine bir CIA ajanıydı. Örgüt, CIA için düşman kıyıları üzerinde ele geçirilen çıkarma alanından farksızdı. Hedefi, kültürü Moskova’dan ve onun Batı’daki “yol arkadaşları”nın “saldırılarından” korumaktı. Bu amaç doğrultusunda toplam 35 ülkede şube açtı ve 20’den fazla dergi yayınlanmasını sağladı.
1-Encounter’ın kapakta Kenneth Clark’ın “The Future of Modern Art” başlıklı yazısıyla Ocak 1963 sayısı.
2- Clement Greenberg.
3-“Yeni Amerikan Resmi” sergilerinin MoMA tarafından basılan kataloğu.
Kültürel Özgürlük Kongresi, CIA’in soyut ekspresyonizm üzerindeki gizli hedeflerine ulaşabilmesi için de ideal bir paravan vazifesi gördü. Gezici sergilerin sponsoru oldu ve 1950’li yıllar boyunca önemli soyut ekspresyonizm sergileri düzenledi: “Yirminci Yüzyılın Başyapıtları” (1952), “Birleşik Devletler’de Modern Sanat” (1955) ve 1958-59 yıllarında tüm büyük Avrupa şehirlerini dolaşan “Yeni Amerikan Resmi” bunların başlıcalarındandır. Ayrıca örgütün yayınladığı dergiler, yeni Amerikan resmini destekleyen yazarların yazıları için uygun birer mecra oluşturdu. Kuşkusuz bu destekçilerden başta geleni soyut ekspresyonizmin en büyük savunucusu Clement Greenberg’dir. “Greenberg on yıldan kısa bir zaman zarfında sanatın düşünsel yapısını Marksizm’den, siyasetten ve eleştiriden arındırmayı başarmıştır.”[2] Tüm bu süreç boyunca, sanatçılar dâhil, hiç kimse durumun farkına varmadı.
Tabii bu denizaşırı organizasyonlar için, çoğu çok büyük ebatlarda olan resimlerin taşınması ve sergilenmesi oldukça pahalıya patlıyordu. Bu noktada da devreye Amerikalı para babaları ve müzeler sokuldu. Elbette bunların en meşhuru, aynı zamanda CIA Uluslararası Organizasyonlar Bölümü başkanı Tom Braden’ın yakın arkadaşı olan Nelson Rockefeller’dı. Annesinin MoMA’nın kurucularından olması vesilesiyle, kendisinin başkanlığını yaptığı yıllarda müzeden “Anneciğimin Müzesi” diye bahseden Rockefeller, “serbest girişimci resim” olarak adlandırdığı soyut ekspresyonizmin en büyük destekçilerindendi. Ve müzesi, Kültürel Özgürlük Kongresi’nin düzenleyip küratörlüğünü üstlendiği soyut ekspresyonizm sergilerine her türlü yardımı sağlıyordu.
Mark Rothko, no: 8, 1952 Adolph Gottlieb, Vert, 1964
MoMA’nın CIA’le bağlantıları sadece bu sergilerle sınırlı değildi. Bir radyo televizyon kanalı olan CBS’in başkanı ve CIA’in fikir babalarından William Paley, müzenin uluslararası programının yönetim kurulundaydı. Keza, teşkilatın savaş zamanındaki selefi OSS’de (Stratejik Hizmetler Bürosu) çalışmış olan John Hay Whitney, yönetim kurulu başkanıydı. CIA’in Uluslararası Organizasyonlar Bölümü’nün ilk başkanı olan Tom Braden da, 1949 yılında müzenin genel müdürlük sekreterliğini yapıyordu.
CIA’den ayrıldıktan sonra Rockefeller’ın maddi desteğiyle bir gazete kuran, ardından da uzun yıllar bir televizyon şovunun sunuculuğunu yapan Braden, Uluslararası Organizasyonlar Bölümü’nün amacını şöyle açıklıyor: “Yazarları, müzisyenleri, sanatçıları biraraya getirerek, Batı’da ve Birleşik Devletler’de Sovyetler Birliği’ndekinin aksine, ne yazılması, ne söylenmesi, ne yapılması ya da ne resmedilmesi gerektiğini dikte eden katı kurallar olmadığını; ifade özgürlüğünün ve entelektüel başarının her şeyden önce geldiğini kanıtlamak istedik. Bence Uluslararası Organizasyonlar Bölümü, teşkilatın en önemli bölümüydü. Soğuk Savaş’ta bu bölümün çok önemli bir rol oynamış olduğundan eminim.” Braden ayrıca, Bölüm’ün faaliyetlerini halkın avangard düşmanlığı yüzünden gizlilikle sürdürdüğünü kabul ediyor ve ekliyor: “Sanat eserlerini ve senfonileri yurtdışına göndermek, yurtdışında dergi yayınlamak gibi yapmayı istediğimiz şeyler için Kültürel Özgürlük Kongresi’ni ikna etmek çok zor oluyordu. Bu nedenle de işlerin üstü örtülü yürütülmesi icap ediyordu. Her şey gizli kalmalıydı. Açıklığın teşvik edilmesi için, işin arkasında bizim olduğumuz asla bilinmemeliydi. Zaten sanatın keşfedilip desteklenebilmesi için her devirde ya bir papaya ya da bir para babasına ihtiyaç olmuştur. Sonra destekçinin kim olduğu önemini yitirir ve geriye Sistine Şapeli’ndeki sanata duyulan hayranlık kalır. Milyarderler ve papalar olmasaydı, bugün sanat da olmayacaktı.”
Jackson Pollock, Number 1A, 1948
Gizli operasyon
1958’de aralarında Pollock, de Kooning, Motherwell’in resimlerinin de bulunduğu gezici “Yeni Amerikan Resmi” sergisi Paris’teydi. Tate Gallery, serginin bir sonraki durağı olmayı istiyordu ancak bunun için yeterli maddi kaynağa sahip değildi. Bir süre sonra Amerikalı milyoner ve “sanat tutkunu” Julius Fleischmann devreye girerek gerekli kaynakları sağladı ve sergi Londra’ya da getirildi.
Ancak Fleischmann’ın ortaya atılarak verdiği paralar aslında kendisinin değil CIA’indi. Para Fleischmann’ın başkanı olduğu Farfield Vakfı tarafından karşılanmıştı. Bu vakıf ise bir milyonerin müşfik ve hayırsever kolu olmaktan ziyade, CIA’in fonlarını gizlice nakletmek için kullandığı paravan şirketlerden biriydi.
Sonuç olarak sergi, Soğuk Savaş propagandasına hizmet etmesi amacıyla, Tate’ten, sergide yer alan sanatçılardan ya da kamuoyundan habersiz, Amerikalıların kendi cebinden ödediği vergiler sayesinde Londra’ya götürüldü.
Braden, Farfield Vakfı gibi paravan şirketlerin kurulmasının CIA için çocuk oyuncağı olduğunu söylüyor: “New York’un tanınmış zenginlerinden birine gider, vakıf kurmak istiyoruz derdik. Ne yapmak istediğimizi anlatır, her şeyin gizli kalacağına dair zenginimize yemin ettirirdik. Herkes kabul ederdi. Söz konusu kişinin adına antetli kâğıtlar basıldığı anda vakıf kurulmuş olurdu. Vakıflar, CIA için harika araçlardı.”
Julius Fleischmann da böyle bir rol için biçilmiş kaftandı. Çünkü o da, CIA’e yakın diğer birçok kuvvetli figür gibi MoMA’nın Uluslararası Programı’nın yönetim kurulundaydı. [ZB]
Frances Stonor Saunders’ın Independent’ta yayınlanan 22 Ekim 1995 tarihli “Modern art was a CIA weapon” adlı makalesinden derlenmiştir.
Kaynak: http://www.independent.co.uk/news/world/modern-art-was-cia-weapon-1578808.html
[2] Ali Artun, Müze ve Modernlik: Tarih Sahneleri – Sanat Müzeleri 1, (İstanbul: İletişim, 2006) s. 270