Basın, birdenbire, çağdaş sanatı eleştirmeye cüret etti. Birbiriyle örtüşen birtakım olaylar, sanat dünyasına yönelik, yeni ve pek de saygılı olmayan bir tutum geliştirmiş görünüyor. Değişen, Hirst, Kapoor ya da Cattelan değil; değişen biziz. Düş kırıklığına uğramadık; uyandık. Ama nasıl? Ve neden şimdi?
En sivri eleştirinin sanata değil de sanat piyasasına yöneltilmesi manidar. Guardian’dan Hari Kunzru, Damien Hirst’ün piyasayı, sanatının temel bir malzemesi olarak kullanışını inceledi ve Hirst’ün itibarının, “kendi suretinde tek başına yeniden şekillendirdiği bir küresel sanat piyasasına” sahip olmasına dayandığını ortaya attı.[1] Reuters’den Felix Salmon, Kunzru’nun iddiasını, “Hirst … sanat piyasasından çıkıp, tüketim-malları piyasasına girdi: Sanat yapıtları imal eder; onların fiyatını belirler ve onları, almaya hevesli herkese, satar oldu. Bir kez bir Hirst satın aldınız mı; onu, zenginliğinizi, zevkinizi göstermenin bir yolu olarak sergilersiniz”[2] diyerek daha ileri taşıdı.
Kapoor’un, Olimpiyat Parkı için sipariş edilen ArcelorMittal Orbit’i ise farklı bir tartışma yarattı. Tartışılan, devletin, moda tarafından şişirilen ve halka son derece itici gelen, sanatı desteklemedeki sorumsuzluğuydu. Times’dan Libby Purves, heykeli şöyle tarif etti: “Stratford treninden bakanlara haftalardır ıstırap veren görüntüsüyle … çarpık kırmızı bir nesne. Sizin ve benim 3 milyonundan fazlasını ödediğimiz 22.7 milyon sterline mal olmuş, Britanya’nın en büyük kamusal heykeli.”
Kamu kuruluşlarının sanat piyasasının otoritesine boyun eğme çılgınlığı New York’ta da tartışıldı. New Republic’ten Jed Perl şöyle yazdı: “Hakikat şu ki Cattelan’ın Guggenheim’daki varlığının, halkın istekleriyle hiçbir ilgisi yok. Cattelan Guggenheim’da; çünkü sanat işindeki büyük para onun arkasında.”[3]
Müzayede evlerinin şaibeli işleri ve sanat dünyasının bir numaralı galericisi/aracısı Larry Gagosian’ın manevraları hakkında mizahi yaklaşımlar oldu. David Segal, New York Times’ta şunları ifade etti: “Eğer bir De Kooning’e 30 milyon dolar harcamak istiyorsanız, Sotheby's ve Christie's’in bir sonraki satışlarının kataloglarını inceleyebilirsiniz. Eğer aradığınızı bulamadıysanız, muhtemelen Bay Gagosian’ı arayacaksınız.”[4] New York New Museum’un yönetim kurulu üyeleri, galerileri kullanarak kendi kişisel koleksiyonlarına itibar kazandırmak ve böylece değerleri yükseltmekle suçlandılar. Kunzru, “sanat müzelerinin yatırımcılar tarafından yozlaştırılmasından” bahsederken, Tate’in de işin içinde olduğunu öne sürdü: Tate, kazançlı bir sponsorluk karşılığında, UBS yatırım bankasının koleksiyonundan yapıtlar sergilemişti.[5]
Çağdaş sanata biçilen fiyatlar, onun görkemli özgüveninin onaylanmasıydı. Sanat gibi soyut bir alanda bile gerçek değer, miktarı yeterince yüksekse, yalnızca paradan yaratılabilirdi. Kültür, gösteriş meraklısı küresel finans için kutsal bir taç olagelmişti. Bunun da bir bedeli vardı. Çağdaş sanat, bütün paranın hayırlı işlere harcandığını kanıtlayacaktı. Çağdaş sanat kullanışlıydı. Birtakım modern süper-zenginler, paraları gibi, itibarlarını da sanatla aklayabileceklerini öğrendiler. Para, kimi sanatçılara yatırıldığında bankada olduğundan daha güvende olabilir. Ancak sanat olarak satılan her şey bir yatırımdan daha fazlasıdır. Alıcıya, sofistike bir anlam, hatta hayırseverlik bahşeder. Tüm samimiyetimle çağdaş sanatın, günahların üzerini örtme aracı olarak sevildiğini düşünüyorum.
Soyut işlemlerle para dağları yapmış kişiler için çağdaş sanat dünyası anlamlıydı. Bu dünya, finans dünyasını kusursuzca yansıtıyordu ve yansıma teskin ediciydi. Bir Hirst, Warhol ya da herhangi bir diğerini satın almak, “Evet, para için yaptığım işle gurur duyuyorum ve özür dileyecek değilim. Temsil ettiğim piyasa etiği, o kadar güçlü (haklı?) ki sanat bile ona riayet ediyor. Hatta görkemli bir şekilde, ‘estetik’ diye adlandırdıkları şey bile piyasaların egemenliğini tanıyacak. İspatı, duvarımda asılı” demenizi sağlıyordu.
Ancak 2008 çöküşünden sonra, durum yavaş yavaş değişti. Bir piyasa fenomeni olarak çağdaş sanat göz kamaştırmıştı; fakat artık piyasalar hakkında daha kuşkucu olmuştuk. Artık yüksek fiyatın, yüksek değer göstergesi olduğuna inanmıyoruz. Genel olarak, yüksek fiyatlara güvenimizi yitirdik.
Cazibe yok oldu. Kunzru, Hirst’ten “%1’in sanatçısı” olarak bahsediyor. Jed Perl, New York’un en dalkavuk eleştirmenlerinin bile Cattelan sergisinden neden birdenbire hoşlanmadıklarını merak ediyor. Açıkçası şimdi, onlara karşı biz aynı saftayız; çağdaş sanat dünyası zehirli bir hal aldı ve bu nedenle eleştirmenler ondan uzak duruyor.
Bir zamanlar sanat, finansal güçleriyle sanatın önemini ve fiyatını şişiren sanat alıcılarının itibarlarını aklıyordu. Şimdiyse aynı alıcıların itibarları, yine finansal güçleri yüzünden, tekrar lekeleniyor. Onları, kendi yatırımlarına zarar vermekle tehdit eden de yine onların kirlenmiş itibarları. Çağdaş sanat, para yüzünden mahvolma riskiyle karşı karşıya. Şimdi bütün günahlarıyla finans dünyasının sanata kötü bir şekilde yansıması kaderin bir cilvesi olsa gerek. Çağdaş sanat, nihayet havalı olmaktan çıktı. Bunun nedeni de para; çünkü para da artık havalı değil. Yüzeyselliğin, sığ ve ışıltılı zenginin estetiği öldü ve çürüyor. Bayağılık, tekrar bayağı oldu! Öyle ki Charles Saatchi bile bu sözcüğü kullanıyor.
Saatchi, Guardian’da yer alan makalelerinden birinde herkesi şoke etmişti: “Bugünlerde bir sanat alıcısı olmak, her anlamda ve tartışmasız bir biçimde bayağılıktır. Sanat alıcılığı, sonradan görme Avrupalının, hedge fon zengininin, bohem özentisinin, modaya uymaya çalışan oligarkların ve petrol devlerinin hobisidir.”[6] Bugün saldırganlıkları yüzünden nahoş bulunan sanatçıların neredeyse hepsine itibar kazandırmış olan Saatchi, reklamcı sırıtışıyla, kendisini % 1’in sanatından uzağa konumlandırmaya çalışıyor. Niyeti, satışları için daima yanaştığı kitlelerle aynı safta yer almak. Yüzeysellik estetiğinin onun kendi estetiği, sanat alanını cüretkârca fetheden bir reklamcı estetiği olduğunu söylemek çok da abartı olmaz. Saatchi, halkın ruh halini dikkatle takip eder – başarısının sırrı budur. Halkın ruh halindeki bu kayda değer yeni tutumu fark etmiş olmalı. Çağdaş sanatın eski albenisi yok. Sanat artık havalı olmadığından, reklamcı kendini garantiye alıyor. Diğerlerinden önce davranarak, bu işin dışında olduğunu açıklıyor. Bu havalı kalabilmenin tek yolu.
Eleştirmenlerle birlikte modaya uyan kalabalıklar da uzaklaşırlarsa, sanat, emtia olarak statüsünü yitirir. Elbette, sanat hâlâ bir tür sermaye olabilir; ama artık daha risklidir. Bir zamanlar, kalabalığın en neşeli kesimleri şimdi kuşku içinde ve hedef gösteriyor; bu nedenle ceplerindeki müze yöneticileriyle büyük yatırımcılar, kralın giysilerini korumak için daha uyanık olmak zorunda kalacaklar.
Sanatçıların, modaya uyan insanlar olsalar da, bir süredir halkın ruh halini sezmeye çalıştıklarını ve Saatchi gibi, olabildiğince çabuk şekilde onu yatıştırmaya çalıştıklarını görüyoruz. Hirst, 2009 yılının sonlarında, kendini bir ressam olarak yeniden yarattı ve resimlerinin Rembrandt’tan bir oda uzaklıkta görülebileceği Wallace Collection’da bir sergi açtı.
Bu arada Tracey Emin, Kraliyet Akademisi’ne desen hocası olarak atanmayı kabul etti. Söz konusu atama, Emin’den çok kurum hakkında bir şeyler söylüyor. Ancak bu atama, Emin’in de kendisini zanaat ve gelenek içinde konumlandırmak ve moda olandan uzaklaşmak için can attığının bir göstergesi.
Elbette, kendisini beceriksizce reddetmeye çalışan sanat dünyasını izlemek eğlenceli. Ancak bu, kültürün daha makul bir şekilde değerlendirileceği günlere dönüleceği anlamına gelmiyor. Tetikte olmalıyız.
Süper-zenginler, çıplak yansımalarına hayran kalmalarını sağlayacak kadar parlak ve sığ bir sanat bulmadan önce; yüzyıla yakın bir süre boyunca, devrimci ruhun cilalı bir cisimleşmesi biçiminde onların yansımasını bozan bir sanatı satın almışlardı. Yeni süper-zenginler, kültür otoritelerinin dolaplarıyla, sanatı “Biz neysek oyuz, ne kadar müthiş, değil mi?!” demek için kullanıyorlar. Oysa eski süper-zenginler, aynı otoritelerle el ele verip, sanatı, “Biz, göründüğümüz gibi değiliz; dürüstüz ve mücadeleye hazırız” demek için kullandılar. Lütfen o günlere dönmeyelim.
İngiliz figüratif ressam Jacob Willer’ın, Standpoint dergisinde yer almış, “How Contemporary Art Lost Its Glamour” başlıklı makalesinden kısaltılarak çevrilmiştir. Metnin özgün hali için:
http://standpointmag.co.uk/node/4683/full