/ Çağdaş Estetik / Çağdaş Sanat Nedir?

2009 senesinde October dergisi çağdaş sanat hakkında bir soruşturma yürüttü. Bu bağlamda sorular yöneltilen eleştirmen ve küratörlerin verdikleri cevaplar derginin Kış 2009 tarihli 130. sayısında yayınlandı. Aşağıda, yazar ve sanat eleştirmeni Tom McDonough’un ankete verdiği cevabı yayınlıyoruz.



MetroMobilitan (1985) adlı eserinde Hans Haacke, sanat kurumları ve şirketler arasındaki kirli sponsorluk ilişkilerini açığa çıkarır. Haacke’nin yerleştirmesi Metropolitan Müzesi’nin cephesini andırmaktadır. Ortadaki afişte “Nijerya’nın Antik Hazineleri” adlı sergi duyurulur; yandaki afişlerde ise serginin sponsorluğunu üstlenen Mobil şirketinin Güney Afrika’daki apartheid rejimiyle olan ilişkisini ortaya koyan beyanlar yer alır. Arka planda Mobil’in satışlarıyla desteklediği ırkçı rejim tarafından öldürülen siyahların cenazelerinden görüntüler vardır. Yerleştirmenin tepesindeki kornişte ise sanat kurumları ile şirketler arasındaki sponsorluk ilişkilerinin faydaları hakkında, Metropolitan’ın imzasını taşıyan bir ibare yer alır.    

 

... hem kasti hem de gayri ihtiyari bir kafa karışıklığı

                                                   Raymond Williams, “Modernizm Ne Zamandı?” (1987)

2008’in sonlarına doğru, hüsranla sonuçlanan Kasım ayı çağdaş sanat müzayedelerinin hemen akabinde, Sotheby’s’in internet sayfasında kurum çalışanlarının “samimi” bir üslupla sanat piyasasının dönüşen statüsünü ele aldıkları bir video yayınlandı. Tanıtım amaçlı bu çalışma için bir kıyaslama yapacak olsak aklımıza ilk gelecek örnek ciddi bir petrol sızıntısının (ve müteakip çevre felaketinin) ardından petrol şirketleri tarafından yayına sokulan reklamlar olabilir. Yine de bu olaya gülüp geçersek hata etmiş oluruz. Bu bir katıksız ideoloji edimi olabilir; ama, her şeye rağmen şimdinin yararlı bir semptomatolojisini sunar. Bu anketin temel önermelerinden birini –yani, çoğu çağdaş pratiğin gerçekten de tarihsel belirlenmişlik, kavramsal netlik ve eleştirel yargıdan azade bir şekilde serbestçe salındığını– kabul edecek olursak, Sotheby’s’in uzmanları bu serbest salınıma bir çare bulunduğu, ayağımızı bastığımız toprağın sunduğu istikrar ve güvencenin yeninden tesis edildiği konusunda bizi teskin ediyorlar. Söz konusu müzayede evinin dünya genelindeki çağdaş sanat satışlarından sorumlu olan Tobias Meyer’den aktaracak olursak: “gerçek nesneyi görme ve ona dayanarak –kaynağına, durumuna, ve ne tür bir mevcudiyet sunduğuna bakarak– karar verme eğilimi yeniden baş gösterdi.” Anlayacağınız, geleneksel uzmanlığın, ve ona eşlik eden mitolojilerin sağlam zeminine geri dönmüş bulunuyoruz: Gerçek nesne (yakın okuma gibi yöntemlere gerek duyulmaksızın salt görme yetisi sayesinde esere doğrudan, dolayımsız bir şekilde nüfuz edilebileceği masalı), eserin kaynağı (isim vasıtasıyla sembolik sermayenin ekonomik sermayeye tercüme edilmesi), durumu (estetik nesnenin kalıcılığının fetişleştirilmesi), ve son olarak, mevcudiyeti (bir sınıf göstergesi, ancak kültürlü kimselerin algılayabileceği; böylece kültürlüyü kültürsüzden ayırmaya yarayan o ele gelmez nitelik).

Peki, gerisin geri geçmişe sığındığımızda “çağdaş”a ne olur? Kelimeyi detaylı bir incelemeye tabi tutarsak belki bir cevaba yaklaşabiliriz. Kavramsal olarak “çağdaş” sıfatının iki anlamı vardır; ve bu anlamlardan sırf zaman belirteni daha sonradan ortaya çıkmıştır. Şimdiye ait olan, ya da şimdide vuku bulan bir şeyi tanımlamaya yarayan bir nitelendirme olarak kullanıma girmesi 19. yüzyılın ikinci yarısından geriye gitmez. Bu anlamıyla “çağdaş” kelimesine ilk defa, 1866’da yayın hayatına başlayan Londra menşeili Contemporary Review dergisinin kapağında rastlarız. Kültüre istinaden kullanıldığı güncel şekliyle ise 1920 ile 1950 yılları arasında şekillenen bir kavramdır. Başka bir deyişle, Batı modernizmiyle ve taraftarlarının sistemleştirdiği tarihsel kopuş hissiyle zamandaştır – ki bu da, günümüzde sahip olduğu “serbestçe salınma” gibi yananlamlara o vakit de sahip olduğunu gösterir. Fakat bu, “çağdaş” teriminin ilk kullanımı değildi; mekânsal (con-, “birlikte, beraber”) ve zamansal (tempor-, “zaman”) göstergeleri bünyesinde kaynaştıran (yani, bir başkasıyla zamandaş olan bir şeyi ya da birini tarif eden) bir kavram olarak “çağdaş” 17. yüzyılda Latince contemporarious kelimesinden türemişti. Bu da doğal olarak bizi sanat özelinde şu soruyu sormaya sevk edebilir: Neyle çağdaş?   

1980’lerin perspektifiyle geçmişe bakan Raymond Williams’a göre, emperyalist dünya düzeninin endüstriyel metropollerinde oluşmuş olması, kaçınılmaz olarak modernizmin tarihini şekillendirmişti. Aynı şekilde, çağdaş sanat hakkındaki söylemlerin de, başka etmenlerin yanı sıra, geçtiğimiz 30-40 yıl içerisinde Batılı hükümetlerin ve finans sermayesinin uzun ve çalkantılı 60’lar boyunca işçi mücadelesinin saflarından yükselen sistemik tehditlere gösterdiği tepkiyle şekillendiği şüphe götürmez. Anket, haklı olarak, bizi piyasa ve küreselleşme hakkında genellemeler yapmaktan kaçınmamız konusunda uyarıyor. Öyleyse, biz de genellemelerden kaçınalım ve, onun yerine, emeğin yoğunlaştırılması ve dünya genelinde ücretlerin düşürülmesi suretiyle kapitalist teşebbüsün kârlılığını yeniden tesis etmeye ve pekiştirmeye yönelik yoğun çabalar hakkında konuşalım. Marx’ın “kapitalist birikimin genel yasası” dediği şeyin (servetin, toplumsal yelpazenin bir ucunda toplanmasına koşut olarak toplumun geri kalanının yoksullaşması) kendini her alanda ispat ettiği bir dönemden geçtik. “Çağdaş”a ilişkin herhangi bir açıklama, 20. yüzyıl sonlarının bu büyük çaplı servet aktarımının (adına ister “İmparatorluk” [Negri ve Hardt], diyelim, ister “yeni çitlemeler” [Midnight Notes Collective]) sahnesi olduğu gerçeğini hesaba katmalı. Her halükârda, çağdaşa ilişkin kavrayışımız, (hava ve sudan tutun da öznel bütünlüğümüze kadar) vakti zamanında ortak mülkümüz olan malların geçtiğimiz çeyrek yüzyıllık süreçte kâr amacıyla özelleştirildiğini kayda geçmek zorunda.  

Postmodernizm paradigması, gölgesi mahiyetindeki otuz yıllık neoliberal patlamayla beraber, “tuzla buz olmuş” olabilir. Ama hâlâ geç kapitalizmin mantığına göre işleyen bir dünyada yaşıyoruz. Çağdaş sanat piyasasında söz sahibi olanların ağzından dökülen, “samimiyet” dozu giderek artan laflar bunun yeterli kanıtı sayılmalı. Mr. Meyer’in öngörülerinin yanı sıra Larry Gagosian’ın geçen sonbahar çalışanlarına gönderdiği utanç verici nota da dikkatinizi çekerim. Sızdırılan bu notta Gagosian şöyle buyuruyordu: “Gagosian galerisinde çalışmaya devam etmek istiyorsanız biraz satış yapmanızı tavsiye ederim. Bu yeni ortamda her şey performans temelinde değerlendirilecektir... Düşük performans gösterenleri sırtımızda taşımak gibi bir lüksümüz yok artık.” Ekonomik balonun patlamasıyla beraber, piyasa, geleneksel nesneyi, tüm toplumsal hiyerarşi içerimleriyle beraber, bir kez daha tescillemek suretiyle kendini daha sağlam bir zemine oturtmaya çalışıyor. Bu durumda, tarihçiler, eleştirmenler, küratörler ve sanatçılar olarak bize düşen görev, çağdaş’ı gerici bir yaklaşımla temellendirmeye yönelik mevcut girişimlere, materyalist bir alternatifle karşı koymaktır. Günümüzün kültürel pratiğini, savaş öncesi ve sonrası öncülleriyle ilintilendirmek yetmez; bu pratiklerin zamandaşı olan o daha geniş toplumsal alanı da hesaba katmamız gerekiyor: Raymond Williams’ın modern çağa ilişkin olarak, “metropolitan tahakküm merkezlerindeki sanatçıların üretim ilişkileri” ile uluslararası kapitalizm biçimlerinin kesişme noktası üzerinden analiz ettiği  şey. “Çağdaş”, daha uzun bir sanat tarihi dizgesine bağlamak suretiyle serbestçe salınmasına engel olabileceğimiz, salt zamansal bir kategori değil. Estetik pratik ile toplumsal ilişkilerin ihtilaflı alanı arasındaki yatay-geçişli bağlantıları düşünmeye, ve kendimize bu bağlamda nerede durduğumuzu sormaya yönelik acil bir çağrı.   

 

çağdaş estetik, çağdaş sanat