Sanatçı Mary Nohl (1914-2001), elli yıllı aşkın bir süre boyunca, yaşadığı kırevinin içini ve dışını çevresindeki doğanın ve kendi anılarının izlerini taşıyan eserlerle donattı. Fakat daha 1960’larda, evinin bahçesindeki ilk heykelleri yaptığı zaman, adı “Cadı”ya çıkmıştı. El emeğiyle, tek başına yarattığı bu olağanüstü ortamın, türlü türlü söylentiye kaynaklık etmesi uzun sürmemişti: Nohl’un işlediği cinayetlerden, ölmüş kocasını eve çağıran totemler yapmasına kadar bir sürü hikâye, yerli halk arasında yaşanmış olaylar gibi anlatılıyordu. Nohl yalnız yaşıyordu ve evde çalışan bir kadındı; evlenmemişti ve kadınlara biçilmiş toplumsal role uymuyordu. Kısacası, gerçekten de ‘şaibeli’ bir figürdü.
Mary Nohl (1914-2001) 1937’de Chicago Sanat Enstitüsü’nden mezun oldu. Kolejden sonra birkaç okulda ders verdi, ama bir süre sonra, kendi işlerine odaklanmak istediği için anne-babasının yanına döndü ve 1956 yılına kadar işleteceği bir çömlek atölyesi açtı. Babası öldükten ve annesi huzurevine yerleştikten sonra kırevinde yalnız yaşamaya başladı. Ve 1960’lardan, 2001 yılında, 87 yaşındayken ölene kadar, burayı devasa bir sanat eserine dönüştürdü.
Nohl ‘disiplinlerarası’ çalışıyordu – daha bu terim ortaya atılmadan. Evin içindeki ve dışındaki –nokta nokta boyanmış tavandan, damlatmayla boyanmış sandalyelere kadar– her şey, hem zengin kaynaklardan beslenmiş eğitiminin, hem de sık sık çıktığı yolculukların izlerini taşıyordu. Yolculuk, Nohl’un hayatının ayrılmaz parçasıydı. 1936’da arabayla çıktığı Meksika gezisinden itibaren, yolculuklarının resimli kayıtlarını tutmaya başladı. ABD’nin ve Avrupa’nın pek çok yerini gezdi; Haiti, Jamaika, Küba, Hindistan, Nepal, Pakistan, Afganistan, Peru gibi ülkelere gitti. Ama başka coğrafyalara gitmediği zamanlarda, kitaplarda ya da dergilerde ‘seyahat ediyor’, ilgisini çeken her şeyi defterlerine kaydediyordu. Max Ernst, Joseph Cornell, Louise Nevelson gibi sanatçılar üzerine yazılmış makalelerin kupürleri, Postacı Cheval’in Le Palais Idéal’ine, Kızılderililerin totem direklerine vs. ait resimlerle yan yanaydı defterlerinde.
Kırevindeki ilk heykelleri yaptığı zamandan itibaren, bu ‘merak uyandıran’ kadın hakkında türlü türlü hikâye dolaşmaya başladı. 1960’lara gelindiğinde, gözlerden uzak, mütevazı kırevlerinden oluşan arazi, pahalı banliyö evleriyle dolmuştu. Haliyle Nohl’un komşularının profili de değişiyordu: her Pazar günü konformist bir ritüelle hep birlikte bahçelerindeki çimleri biçen erkekler ve çocuklarına bakan ‘ideal’ ev kadınları. Oysa Nohl kendi gönlünce yarattığı sanat ortamında gökyüzünü, sahili, rüzgârı ve çocukluk anılarını dokumakla meşguldü.
Nohl, onlarca yıl eserlerini yapmaya devam etti. Bu arada, anne-babasını öldürüp bahçedeki heykellerin altına gömdüğüne, kocasının gölde kaybolduğu ve heykellerin de onu eve çağıran totemler olduğuna dair hikâyeler iyiden iyiye yerleşmişti. Hikâyelerin hepsine, gerçek hayatta ‘eksik’ olan eş ve çocuk ekleniyordu. Nohl’un kırevi, bu tuhaf yeri merak eden ergenlerin uğrak yeri olmuştu. Komşuları da posta kutusuna taciz notları bırakmayı ihmal etmiyorlardı. Nohl elektrikli aletleri kullanmayı seviyordu, evin çatısını kendi tamir etmişti. Çocuklar evine taş attıklarında onlara kızmıyor, sadece sorunu çözmekle yetiniyordu. Neden hiç evlenmediği sorulduğunda, evliliğe karşı olmadığını, ama erkeklerin kendi arabalarını kendileri tamir eden kadınlardan uzak durma eğiliminde olduklarını söylemişti.
Nohl 2001 yılında öldü. Avukatlık yapan babasından kalan yaklaşık 10 milyon dolarlık mirasını, Milwaukee’de her sene bir sanatçıya burs verilmesi için bir vakfa bağışladı. Evini ve eserlerinin tamamını da, korunmak üzere Kohler Vakfı’na bağışladı. Fakat geçen on üç yıl içinde, burayı korumak için hiçbir adım atılamadı. Nohl’un zengin komşuları evin çok sınırlı koşullarla bile olsa müze ya da inceleme merkezi olarak kullanılmasına karşı çıkıyordu. Bina gittikçe bakımsızlaştı. 2014 yılının Mart ayında, buranın şu anki sahibi olan John Michael Kohler Arts Center, koruma girişimlerinden vazgeçtiklerini ve evi, eserlerle birlikte, başka bir yere taşıma kararı aldıklarını açıkladı.
Nohl, sanatın ayrı bir alanda var olmasına, müzelerde saklanmasına, ayrıcalıklı insanların erişebildiği piyasaya teslim edilmesine karşıydı. Kendi kırevinde, yoldan geçen herkesin durup bakabileceği bir ortam yaratmıştı. Ömür boyu süren çalışmalarının gücü, bulundukları yere ve o yerdeki yaşanmışlıklara dayanıyordu. “Cadı”nın evini korumakla sorumlu olanlar, onu başka bir yere taşıyacaklarına, tümden yakabilirlerdi de. Çünkü onu yerinden etmek, özünü yok etmek demekti: yalnız başına, hayata karşı tükenmez bir merakla yaşayan bir kadının gücünü. [EG]
Debra Brehmer’in A single woman is a witch başlıklı yazısından ve Sublime Spaces and Visionary Worlds (Princeton Architecturel Press, 2007) başlıklı kitabın Nohl’a ayrılmış bölümünden derlenerek çevrilmiştir.