1920’lerde Brezilyalı sanatçılar Emperyal Güzel Sanatlar Akademisi’nin 19. yüzyıl başlarından itibaren dayattığı katı akademik sistemden bir kaçış yolu arayarak modernizmi keşfe çıkmışlardı. Aralarından bazıları Avrupa’ya gitmişler ve oradaki farklı avangard akımlarla karşılaşmışlardı. Bu sanatçılar Brezilya’ya özgü olmakla birlikte, dünyanın başka yerlerindeki modernist hareketlerle bağlantılı eserler ürettiler. São Paulo, Rio de Janeiro, Belo Horizonte ve Recife gibi büyük kent merkezlerinde öteki modernizmlerin yaratıcısı oldular.
Tarsila do Amaral 20. yüzyılın ilk yarısında yeşeren Brezilya modernizminin önde gelen sanatçılarından. 1920’de Paris’e giden ve bir süre Académie Julian’e devam eden Amaral, Brezilya modernizmine özgü bir dil geliştirirken, aşina olduğu Avrupalı avangard sanatçılardan etkilendi. 1922 Haziran’ında São Paulo’ya dönünce, arkadaşı Anita Malfatti, sonradan eşi olacak yazar Oswald de Andrade ve iki başka yazar, Mário de Andrade ve Menotti Del Picchia’ya katıldı. ‘Beşler’ diye bilinen bu modernist grup, düzenledikleri toplantı, parti ve konferanslarla São Paulo’yu kasıp kavurdular. Aynı yılın sonunda, Amaral ve Andrade yine Paris’e gittiler. Bu kez Amaral, André Lhote’la çalıştı, Ferdnand Léger’nin atölyesine girdi. Burada yaptığı A Negra adlı tablosunda, çocukluğunda Afrikalı dadısının ona anlattığı korkutucu masallardan yola çıkmıştı. İnsan yiyen insanlar bu hikâyelerin Amaral’ın hafızasında yer eden unsurlarından birisiydi.
Tarsila do Amaral, A Negra (tuval üzerine yağlıboya, 1923)
Amaral ve Andrade Paris’te yaşayan, zamanın en etkili sanatçılarıyla tanışmışlardı: Jean Cocteau, Stravinski, Satie, Picasso, Brancusi, Delaunay çifti, galerici Ambroise Vollard; ayrıca o sırada Paris’teki başka Brezilyalılar, mesela Villa Lobos, ressam Di Cavalcanti... Onları biraraya getiren şair Braise Cendrars olmuştu. Amaral’ın Montmartre’daki atölyesi Fransız sanatçılarla Brezilyalıların buluşma yeri haline geldi. 1924’te Cendrars’ın arzusu üzerine birlikte bir Brezilya gezisine çıktılar. São Paulo’nun modernistleri de bu özel geziye katıldılar. Amaral, çocukluğundan anımsadığı ülkesinin geleneksel ‘renklerini’ bu gezi sırasında karşısında buldu. Gerek Amaral, gerekse Andrade Batı eğitimi almış; Brezilya’nın etnik azınlıklarına pek de aşina olmayan seçkinlerdi. Avrupa’nın ‘ötekisi’ konumundaki kendi ülkelerinin ‘primitiflerini’, Avrupa avangardının temsilcileriyle birlikte yeniden keşfettiler.
Amaral’ın 1926’da Paris’teki ilk kişisel sergisi büyük ilgiyle karşılandı ama eleştirmenler resimlerinde Paris’teki ustası Léger’nin etkilerini sayıp dökmekten geri durmadılar. Özellikle Léger’nin ‘mekanik’ dönemi diye bilinen 1918-1923 arasında yaptığı resimler Amaral’ın sanatı üzerinde etkili olmuştu. Ertesi yıl Amaral São Paulo’ya döndü. Paris’le bağlarını hiç koparmadı ama aslında Brezilya’nın sanatçısı olmayı istiyordu. Sanatında yeni bir dönem başladı. Çocukluk anılarında yaşayan, 1924’teki ülke gezisinde yeniden karşısına çıkan ‘renkleri’, sanki eğitimi sırasında ona dayatılan kurallardan intikam alırcasına resmine soktu: ona “çirkin” olduğu öğretilen “saf maviler, morumsu pembeler, parlak sarılar, şakıyan yeşiller”.
Tarsila do Amaral (1886-1973), Abaporu (tuval üzerine yağlıboya, 1928)
Tarsila do Amaral’ın başyapıtı sayılan 1928 tarihli ünlü resminin başlığı Abaporu. Brezilya yerlilerinden Tupilerin dilinde “insan yiyen insan” anlamına geliyor. Amaral’ın kendi anlatımıyla Abaporu, “bir kaktüsün yanı başında, koca ayakları sağlamca Brezilya’nın toprağına basan azman bir figür”. Çıplak olmasına karşın, cinsiyeti, yaşı, ırkı belirsiz. Sanatçının bakış noktası bedenin biçimini bozuyor, devasa sağ eli ve bacağına karşılık, kafası ufacık görünüyor. Renkleri canlı, formları abartılı ve perspektifi göçertilmiş. Bazı sanat tarihçileri Amaral’ın 1928-1930 arasında resmettiği düşsel manzaraların ortasındaki yalnız figürleri ve hayalinde canlandırdığı ‘primitif’ dünyayı sürrealizmle ilişkilendiriyorlar ama sanatçının aynı zamanda sürrealizme meydan okuduğunu kabul ediyorlar. Paris’teyken Amaral’ın sürrealistlerle tanışıklığı biliniyor; mesela André Breton ve Benjamin Péret ile. Sürrealistlerin hayranlık duyduğu Giorgio de Chirico ile de sıkı bir dostluk kuruyor.
Abaporu, Amaral’ın eşi Oswald de Andrade’ye doğum günü armağanıydı. Resim 1928’de Paris’te Nu diye sergilenmişti; Abaporu tabloya sonradan Andrade’nin koyduğu başlıktı. Andrade resimden o denli etkilendi ki, ondan esinlenen bir akım yaratmaya girişti ve bir manifesto yazdı: Manifesto Antropófago (Yamyamlık Manifestosu).[1] Brezilya sanatının, gelişmiş ülkelere özgü sanat doktrinlerine boyun eğmesine karşı bir başkaldırıydı bu.
Tupiler, kolonyal dönem öncesinde Brezilya’nın Atlantik kıyısında yaşayan bir kabile grubuydu. Bazılarının kurban ritüelleri yaptıkları, hatta insan eti yedikleri biliniyor. Andrade manifestosunda yamyamlığı kültür tüketiminin metaforu olarak kullanıyordu. Sanatçıların ‘yamyamlık’ ederek, maruz kaldıkları kültürleri kendilerine mal etmekte özgür olmalarını vazediyordu; bu etkiler ister yerlilere ait olsun, isterse popüler ya da yabancı kültürlere. Yamyamlık akımına dahil olan sanatçıların ‘ötekileştirdikleri’ Avrupa sanatını da yiyip yutup, özünde Brezilyalı bir sanata dönüştüreceklerine inanıyordu. Giderek egemen olan yabancı modeller karşısında Latin Amerika sanatının özerkliğini savunuyordu. ‘Öteki’ kavramını tersyüz ediyordu. Manifesto 1928 Mayıs’ında Revista de Antropofagia dergisinde Amaral’ın Abaporu deseninin eşliğinde yayınlandı.
http://tarsiladoamaral.com.br/en/ (Erişim tarihi: 21 Ağustos 2018).
Michele Greet, Devouring Surrealism: Tarsila do Amaral’s Abaporu, Papers of Surrealism, 11 (2015). (Erişim tarihi: 21 Ağustos 2018).
[1] Amaral’ın resmi ve Andrade’nin manifestosu, Francis Picabia’ya ait 1920 tarihli “Manifeste cannibale dada” ve kısa ömürlü dergi Cannibale’e göndermeydi. Michele Greet’e göre, primitifin Avrupalılar tarafından temellük edilmesine karşı çıkan Dadacıların ürettikleri parodinin parodisi, Devouring Surrealism: Tarsila do Amaral’s Abaporu, s. 15.