Biyosfer: Gecikmiş Bir Kitap Üzerine

30/11/2021 / skopbülten / Eda Sezgin

Vladimir Vernadski, 1863-1945


UNESCO, 1968’de Paris’te, biyosferin korunmasını konu alan hükümetlerarası bir konferans düzenledi. Bu konferans, uluslararası çevre politikalarının oluşturulmasında bir dönüm noktası olarak nitelendiriliyor. Onu, dünyadaki kara, deniz ve kıyı ekosistemleri diye ifade edebileceğimiz biyosfer rezervlerinin belirlenmesi ve sürdürülebilirliğine ilişkin çeşitli program ve uygulamalar izledi. Bu çerçevede, her ülkenin kendi sınırları içinde belirlediği biyosfer rezervlerinin durumu ve korunması artık uluslararası bir mesele haline geldi. UNESCO’nun “İnsan ve Biyosfer Programı” kapsamında, insan ve doğal kaynaklar arasındaki ilişki, yani insanın üretim biçiminin doğa üzerindeki dönüştürücü gücü “bilimsel bir zeminde değerlendirilip dengelenmeye” çalışılıyor. Biyosferin, hükümetler için henüz hayati bir mesele olarak gündeme getirilmediği bir zamana bakalım. Yüzyılın çeyreğini biraz geçe, 1926’da Leningrad’da, Sovyet bilim adamı Vladimir Vernadski Biyosfer adlı çalışmasını yayınlamıştı. Vernadski (1863-1945), “Doğada küçük veya büyük yoktur,” diyordu, “dünya bugün bize küçük görünüyorsa, bu, insanın gücü arttığı içindir.”[1]

Biyosfer, bir yanıyla, Sovyet coğrafyasındaki ekolog, meteorolog ve klimatologların henüz 1930’larda küresel çevre sorunları konusunda ortaya koydukları çalışmaların ve tartışmalarının bir izdüşümü. Ancak hâkim “bilimsel” literatürde yer edinmesi (İngilizceye ancak 1997’de çevrildiğini düşünürsek) neredeyse 21. yüzyılı buldu. Vernadski’nin eserinin Batı dillerine çevrilmesinin bu denli gecikmesinde ise, Batı’nın Soğuk Savaş döneminden süregelen komünizm karşıtlığıyla beraber, Doğu addettiği coğrafyalardaki bilimsel ve düşünsel üretimlere pek pas vermeyen kültürel üstünlük histerisinin de payı olsa gerek.[2] Biyosfer, bu ay itibarıyla ilk kez Türkçede.

Vernadski, biyosfer kavramı üzerinden Dünya’daki yaşama dair sunduğu perspektifle, yüzyılın ikinci yarısında yükselen çevre söylemlerini ve ekolojik perspektifleri hatırı sayılır ölçüde etkilemiş bir doğa bilimci. Modern mineraloji, jeokimya ve ekoloji bilimlerinin de kurucusu sayılan Vernadski’nin perspektifi, insanmerkezci (antroposantrik) biyosfer anlayışının karşısına yaşammerkezci (biyosantrik) bir anlayış koyuyor. Ona göre biyosfer, sadece Dünya’nın yüzeyi değil, biyolojik zamanın başlangıcından bugüne gezegeni dönüştüren küresel dinamik sistemin ta kendisi.[3] Öte yandan biyosfer, esasında Avusturyalı jeolog Eduard Suess’ten miras bir kavram ve Vernadski kitabında Suess’i şu sözlerle anıyor:

 

Geçtiğimiz yüzyılın en ünlü jeologlarından biri olan Viyana Üniversitesi’nden Prof. E. Suess, 1875 yılında yer kabuğunun özgül ve yaşam dolu zarfı olarak biyosfer fikrini ortaya koydu. Yaşamın, Dünya’nın kabuğunun yapısı açısından önemine rağmen bu fikir bilimsel düşünceye pek yavaş nüfuz etti ve bugün bile pek takdir edilmiyor.

 

Vernadski’nin eseri, bilim çevrelerinin ehemmiyet vermekte geciktiği bu kavramı, Suess’in kurduğu bağlamın da ötesine taşımış ve disiplinlerarası kullanımına giden yolu açmış olması bakımından da önem taşıyor.

 

 

Vernadski’nin, bilimsel çalışmaları vesilesiyle Paris’te geçirdiği 1922-1925 sürecinin ardından yayınladığı bu çalışmasında, Henri Bergson’un “yaratıcı evrim” kuramının, “süre” ve “yaşam atılımı” kavramlarının etkilerini görmek mümkün. Bergson gibi, ölçülebilir ve erek güdümlü bir zaman anlayışının dışına çıkan Vernadski’ye göre yaşam, Darwin’in doğal seçilime dayalı, ilerleyen evriminin aksine, akış halindeki madde ve enerjilerden meydana gelen devasa bir biraradalıktır:

 

Kara ve okyanus en uzak jeolojik zamanlardan beri birarada varolmuştur. Bu birliktelik temel olarak biyosferin jeokimyasal tarihiyle bağlantılıdır ve mekanizmasının temel bir özelliğidir. Bu açıdan karasal yaşamın denizdeki kaynakları hakkındaki tartışmalar boşuna ve fantastik görünüyor. Karasal yaşam, jeolojik zamanlar dahilinde, deniz yaşamı kadar eski olmalıdır; formları gelişir ve değişir, ancak değişim her zaman okyanuzun yüzeyinde değil, dünyanın yüzeyinde gerçekleşir. […] Arkeen[4] zamanlarından günümüze kadar gezegenin ve biyosferin mekanizması temel özellikleri açısından değişmeden kalmıştır. Paleobotanik (bitki tarihi bilim dalı) alanındaki son keşifler, mevcut görüşleri yukarıda belirtilen şekillerde değiştiriyor gibi görünmektedir. Bazal Paleozoik Çağ’a ait en eski bitkiler beklenmedik bir karmaşıklığa sahiptir ve bu da karasal evrimin ortaya çıkma tarihini gösterir. Yaşam, tüm jeolojik zamanlar boyunca temel özellikleri açısından değişmez kalır ve yalnızca biçim değiştirir.[5]

 

Biyosfer, Vernadski’nin dönemi için devrim niteliğinde bir teoriydi. Ve bu teori, kimyager James Lovelock ve biyolog Lynn Margulis tarafından geliştirilen, Dünya’yı karmaşık bir yapı ve bir etkileşim sistemi olarak ele alan Gaia hipotezinin de (1972) öncülü olarak kabul ediliyor. Bu anlamda, Biyosfer, sanattaki çağdaş ekoloji perspektiflerine yön vermiş kuram ve yaklaşımları kavramak için de bir zemin teşkil ediyor.[6]

 

Vladimir Vernadski, Biyosfer, çev. Onur Küçükarslan (Yordam Yayınları, Ekim 2021).

 

 


[1] Onur Küçükarslan, “Sunu”, Vladimir Vernadski, Biyosfer içinde, çev. Onur Küçükarslan (Yordam, Ekim 2021).

[2] Vernadski’nin ekoloji literatüründe önemli bir referans haline gelmesinde, ikinci kuşak eko-sosyalistler arasında yer alan John Bellamy Foster’ın çabalarının hatırı sayılır payı var.

[3] A.g.e., s. 11.

[4] Arkeenler: Yerkürede ilk oluşan kayalar.

[5] V. Vernadski, a.g.e., s. 171.

[6] Nitekim Jeffrey Kastner, 2012’de MIT Press’ten çıkan ve sanatta belirleyici olmuş ekolojik yaklaşımları biraraya getirdiği Nature kitabında, Biyosfer’den bir bölüme yer vermişti.