Gökdelenler, hele en yüksekleri, her ne kadar ilerlemenin, iradenin, yaratıcılığın ve tabii ki gücün göstergeleri olarak inşa edilseler de, kimi zaman güç zehirlenmesinin, hırsın, kibrin ve nihayet ekonomik çöküşün sembolleri olurlar. O kadar ki, ‘dünyanın en yüksek yapısı’ unvanını ele geçiren hemen her gökdelen, tasarım, teknoloji ve yatırım harikası olarak hayranlık uyandırsa da, bir zaman gelir, büyük krizin işaretçisi, hatta kendisini yaratan düzenin mezar taşı olarak nitelenir. Çünkü ekonomilerin büyüdüğü, balonların şiştiği dönemlerin projeleri henüz sürerken, balon patlamış, ekonomi çökmüş olur. Tamamlandığı 1931 yılından 1970’e kadar bu unvanı en uzun süre taşıyan New York’taki Empire State Binası bu durumun en bilinen örneği; inşa süreci ‘Büyük Buhran’ diye anılan çöküşe denk geliyor. Unvanı ondan devralan yine New York’taki Dünya Ticaret Merkezi Kuleleri, 1970’lerde petrol fiyatlarındaki artışın tetiklediği ekonomik daralmayla ilişkileniyor. 1998’de biten Kuala Lumpur’daki Petronas Kuleleri ise akıllara Asya’da yaşanan krizi (1997) getiriyor. Nihayet 828 metreyle şimdilik dünyanın en yüksek binası olan Dubai’deki Halife Kulesi (2010), bu Körfez emirliğini iflasın eşiğine getiren, tüm dünyayı etkileyen ve hâlâ sürmekte olan durgunlukla anılıyor.
En yükseklerden biri olmasa da, Londra’nın ikonik gökdeleni Gherkin (halk arasında böyle, ‘turşuluk hıyar’ diye anılıyor) kârlı bir yatırım olmaktan çıktığı için bugünlerde satışa çıktı. Ve ‘iflası’, gökdelenlerle ekonomik çöküş arasındaki bağlantının yeni bir örneği olarak yorumlandı.[1] Bir de krize erken yakalanıp tamamlanamayan gökdelenler var. İskelet olarak kaldığı için Skeletor diye anılan, Krakow’un en yüksek ‘binası’ 1981’den bu yana terkedilmiş duruyor. Zaman zaman, üzerine dev afişler asıldığında kocaman bir reklam panosuna dönüşüyor. Kuzey Kore’de, Pyongyang’daki Ryugyong Oteli’nin 1987’de büyük iddialarla başlayan inşaatı, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla burada yaşanan bunalımın sonucunda tam 27 yıldır kentin ortasında bir hayalet gibi duruyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak mimarlık camiasında en çok tartışılan inşası yarım kalmış kule kuşkusuz Karakas’taki Torre David. Yıldız mimarlar, büyük şirketler, spekülatif yatırımlar ve gösteri mimarlığı bir yanda, kendi başının çaresine bakmak zorunda kalan evsizler, mimarsız mimarlık ve gecekondular öte yanda, Torre David bütün bu konuların odağına yerleşiyor. Boş strüktüre el koyup orada dayanışmacı bir yaşam alanı oluşturan evsizlerin boşaltılmasıyla bugünlerde o da yeniden gündemde.[2]
Torre David
Venezuela’nın başkenti Karakas’ın merkezinde 1990’da inşasına başlanan Centro Financiero Confinanzas, ya da halk arasında tanındığı gibi Torre David (David Kulesi), tamamlanmış olsa Latin Amerika’nın en yüksek yapılarından biri ve bir finans merkezi olacaktı. Yatırımcısı David Brillembourg, genç yaşta ölmeden önce kendi finans şirketinin başındaydı. Mimarı ise Venezuela’nın tanınmış ismi Enrique Gómez idi. 1994’teki bankacılık krizi sırasında 150 metre yüksekliğinde, 45 katlı yapının henüz %60’ı tamamlanmışken inşaatı durdu. Bir noktada hükümet yapıya el koydu ancak inşaat yeniden başlamadı. Kısmen monte edilmiş ayna-camları, tepesindeki helikopter pistiyle Torre David “yarım kalmış bir rüya” olarak kaldı.
David Brillembourg, gökdeleninin maketiyle
Chávez 1999’da iktidara geldikten sonra ülkenin artan petrol gelirinin bir bölümünü yoksulların yaşam koşullarının iyileştirilmesine, örneğin sağlık ve eğitim hizmetleri ile gıda desteğine harcasa da, devasa konut açığını kapatmakta pek ilerleme sağlayamadı. Nüfusunun yarısı altyapısı olmayan gecekondularda yaşayan Karakas’ın yoksulları bazı kullanılmayan yapıları işgal ederken, hükümet bunlara göz yummayı seçti. Eski bir çete üyesinin önderliğindeki bir grup 2007 Ekim’inde metruk Torre David’e girdi. Zamanla sayıları artmakla kalmadı, burada kendi kendisini yöneten, dayanışmacı bir ‘komün’ kurmayı başardılar. Yaşlılar alt katlara yerleştirildi, kalabalık ailelere daha geniş yer ayrıldı. Asansör olmadığı için binanın ancak 28 katını kullanabildiler, o da korkuluğu olmayan merdivenlerin tehlikesine rağmen. İlk on kata rampalar sayesinde motosikletlerle inip çıktılar. Yapıya elektrik ve tankerle su getirip dağıttılar. Ortak koridorları her gün yıkadılar. Her katın bir sorumlusu, ayrıca kulenin sağlık, eğlence ve güvenlik görevlileri vardı ve bunların çoğu ilk gelen 300 kişiden birisiydi. Kira tabii ki yoktu ama zemin katta bir kilise ve çocuk yuvası gibi hizmetler için aileler ayda yaklaşık 50 Türk lirasına denk düşen bir para ödüyordu. Her katta dükkanlar vardı: bakkal, berber, hatta illegal bir dişçi. Ayrıca kimi sakinler evlerinde bilgisayar oyunları oynatmaktan ev yapımı dondurma satmaya, dövme yapmaktan İngilizce dersleri vermeye kadar türlü işlerle bütçelerine katkı sağlıyorlardı. Sonunda burası 3000’in üzerinde yoksul insanın evi olmakla kalmadı, kent merkezinde, büyük şirket binalarının arasında kendi ekolojisi ve kayıt dışı ekonomisiyle farklı bir yaşam seçeneği yarattı; mükemmelden çok uzak koşullarına rağmen rağbet edilen, hatta yer bulmak için rekabet edilen bir seçenek oldu.
Torre David efsanesinin artık sonu geldi. Temmuz’un son haftasında Venezuela hükümeti burada yaşayanları Karakas’ın bir saat kadar güneyinde, “artık vakarla yaşayacakları” toplu konutlara taşımaya başladı. Yani, hep bildiğimiz yoksulları büyük kentlerin dışına sürme operasyonu. Taşıma işlemi gökdelende yaşayanların temsilcileriyle hükümet arasında üç ay süren pazarlıkların sonunda gerçekleşiyor. Torre David’e ne olacağı henüz belli olmasa da, Çin’den bir konsorsiyumun satın aldığına dair rivayetler etrafta dolaşıyor.
Torre David’den Karakas’ın dışındaki yeni evlerine doğru yola çıkan bir aile
Torre David’in yüklendiği anlam yıllar içinde değişip durdu. Önce, Venezuela’nın petrolden beslenen refahının bir sembolüydü. Krizden sonra kapitalist modelin çöküşünün bir işareti olarak görülmeye başladı. Derken, Chávez devriminin sosyal politikalarındaki yetersizliklerin göstergesi oldu. Ancak bir yandan da yoksunların dayanışmacı bir toplu yaşam kurma gücünü ve umudunu yeşertti. Kapitalist düzenin ürünü gökdelenin ‘proleterler’ tarafından ele geçirilmesi ile oluşan yeni estetik ise mimarlık aleminde fetişleştirildi.[3] Dünyanın en yüksek gecekondusu olarak yaftalandı. Kendine özgü ekolojisiyle dünyanın en yeşil gökdeleni sayıldı. Venedik Bienali de dahil olmak üzere, bir çok yerde onu konu alan sergiler açıldı, hakkında kitaplar yazıldı. Ama artık efsane bitti. Satıldıktan sonra onarılsa da, yıkılıp yerine başka bir yapı yapılsa da, muhtemelen sıradan bir gökdelen olacak. [NAA]
http://www.theguardian.com/artanddesign/shortcuts/2014/jul/29/gherkin-krakow-skeletor-skyscrapers-empire-state-building
http://www.theguardian.com/world/2011/jul/20/worlds-tallest-squat-caracas-venezuela
http://www.theguardian.com/cities/2014/feb/12/unaffordable-cities-caracas-tower-squatting-families-bank
http://www.theguardian.com/world/2014/jul/23/caracas-tower-of-david-squatters-relocation
http://www.reuters.com/article/2014/07/22/us-venezuela-tower-idUSKBN0FR19320140722