Başkalarının Yoksulluğuna Bakmak: Boris Mihailov'un Post-Sovyet Portreleri

17/9/2019 / skopbülten

Aşağıdaki metin, Ukraynalı fotoğrafçı Boris Mihailov’un, Sovyetler’in dağılmasından sonra memleketi Harkov’da çektiği fotoğrafların yer aldığı Case History (1997-1999) başlıklı kitabına yazdığı sanatçı bildirisinden alındı. Boris Mikhailov: Case History (Zürih: Scalo, 1999) s. 5-10. Kaynak: Documentary, ed. Julian Stallabrass (Londra ve Cambridge: Whitechapel Gallery ve MIT Press, Documents of Contemporary Art dizisi, 2013) s. 202-207.

1960’lardan beri fotoğraf çeken Boris Mihailov, Batı’da ancak Sovyetlerin dağılmasından sonra, 1990’larda keşfediliyor. Tate, MoMa gibi kurumlarda sergileri açılıyor. Fakat Mihailov’un gerek Sovyet dönemine gerek post-Sovyet döneme ait fotoğrafları, Batı’nın bu konulardaki yaygın varsayımlarının ikisini de boşa çıkarıyor: Sovyet dönemine ait fotoğrafların yer aldığı Kızıl Dizi (Rote Serie), hayatın her alanında baskı kuran totalitarizm mitini, post-Sovyet dönemin yoksul portreleri ise “açıklık” ve “yeniden yapılanma”nın vaatlerini yalanlıyor.[1] [EG]

 

Boris Mihailov, Kızıl Dizi’den, 1968-1975.

 

Kızıl Dizi’den, 1968-1975.

 

Kızıl Dizi’den, 1968-1975.

 

Bir itirafla başlayayım. Bazen sanki bir ideoloji arabası beni ezmiş de, kelimeler iradem dışında ağzımdan fırlayıveriyormuş gibi hissediyorum: gelişmiş sosyalizm, kapitalizmin musibetleri, uçsuz bucaksızdır vatanım, birlik ve çelişki, büyük deney…

Rusya, 20. yüzyılın başından beri, yaşanan toplumsal değişimler nedeniyle hep ilgi odağı oldu. Tabii durum tam böyle değil. Kabul edelim ki ilginin nedeni Rusya’daki durum değil, orada Marx’ın felsefesi üzerine kurulu bir “dünya” deneyinin, sosyalizm inşasının hayata geçirilmesiydi. Şimdi göründüğü kadarıyla deney bitti, muhtemelen bizler de sonuna tanıklık ediyoruz. Bir fotoğrafçı olarak benim de bu deneyin farklı dönemlerini “belgelediğim” söylenebilir. Bu kitap [Case History], o “büyük” deneyin son dönemlerinden birine ait.

Kahverengi ve mavi dizilerinden sonra, yeni bir hayatın başlangıcına denk düşecek bir pembe dizi yapmaya niyetliydim: güneş doğarken, ışığın tüm yüzeyi eşit biçimde kaplaması gibi. Fakat bir sene sonra memlekete döndüğümde bunun tam tersini gördüm. Yıkım sona ermişti. Şehir neredeyse modern bir Avrupa merkezi görünümü kazanmıştı. Birçok şey düzeltilmişti. Hayat dışardan bakınca daha güzel ve canlı görünüyordu (her tarafta yabancı reklamlar vardı) – sadece parlak bir ambalaj. Ama şehirdeki evsizlerin sayısını görünce dehşete düştüm (önceden yoktular). Zenginler ve evsizler, yeni toplumun yeni sınıflarıydı; bu da, bize öğretildiği gibi, kapitalizme has olgulardan biriydi.

“Rus kapitalizmine hoşgeldiniz!” (Afedersiniz, yine ağzımdan kaçıverdi.)

 

Boris Mihailov, Case History’den, 1997-1999

 

“Yeni Ruslar”ın peyda olduğu dönemi kaçırmıştım. Henüz zenginliklerinin ve konumlarının tam farkına varmadıkları, kendilerini hâlâ “sıradan” insan zannettikleri bir dönem olmuştu. O zaman bu insanları kendi ortamlarında fotoğraflamak mümkündü, açıktılar. Ama çok geçmeden birbirlerini vurmaya ve korumalarla gezmeye başladılar.

Sonra, bu zamana özgü bir başka temel olguyu konu alan bir kitaba başlama vakti geldi: yoksulluk. Bu olguyu tasvir etmenin en iyi yolu evsizlerin fotoğrafını çekmekti. Bu insanlar yakın zamanda evini kaybetmiş kimselerdi. Bomji (hiçbir sosyal yardım almayan evsiz) olmuşlardı.

Yaşadıkları toplumsal zulüm ve çaresizlik hissi beni dehşete düşürdü. Bir keresinde, egzersiz yapan genç bir adamın, tesadüfen yanından geçen bir bomji’ye durduk yere tekme attığını gördüm. Beriki bağırdı. Kemiklerinin çıtırdadığını duyar gibi olmuştum. Kimse ilgilenmedi, ne etraftaki insanlar ne de biraz ötedeki askerler…

Kitap üzerinde çalışmaya başladığım sıralarda, birden bu insanların birçoğunun orada öleceğini düşündüm. İlk ölecekler bomji’ler olacaktı, birer kahraman gibi, sanki onların yaşamı başkalarınınkini koruyormuş gibi.

Sonra gaz odalarına giden insanlar gibi, ellerinde eşyalarıyla çıplak fotoğraflarını çektim. “Tarihsel” bir konu için poz vermeyi kabul ettiler. İnsanlar nasıl yaşadıklarını görsünler diye fotoğraflarının dergilerde yayınlanacak olmasını kabul ettiler.

 

Boris Mihailov, Case History’den, 1997-1999

 

Bana bu eserin meşruiyetini, fotoğraflardaki etik problemi çok soran oluyor. Etik problem konusunda şunu söylemem gerekiyor ki burada suçlanacak kişi ben değilim. Ama çoğu zaman, fotoğrafları çekerken utandım.

Daha önceki kitaplarım üzerinde çalışırken yanlış bir şey yaptığım hissine kapılmamıştım. Fotoğrafları çekerken, fotoğrafladığım insanlarla doğrudan temas kurmuyordum, bu yüzden her şey doğal görünüyordu. Ayrıca o zamanlar, her ne kadar sonuna yaklaşılmış olsa da, bir toplumsal birlik hissi vardı.

Artık o toplumsallık yok. Ve anlaşılan o ki, ben başka sınıfa, bomji’ler başka sınıfa girmişiz.

Bir yandan, yoksulluğun fotoğrafını çekmenin hem mesleki hem de yurttaşlık görevim olduğunu biliyordum. Öte yandan, “başkalarının acısını istismar etmemek” konusundaki kalıplaşmış âdetleri de kabul ediyorum. İyi ama, “başkalarının acısı” ne demek? Ve bir fotoğrafçı nasıl davranmalı?

 

Boris Mihailov, Case History’den, 1997-1999

 

Bir olay anlatmak istiyorum. Adamın biri, başını buz kaplı yola dayamış, sokakta yatıyordu. Geceydi. Herkes adamın yanından geçip gidiyordu. Yaklaşıp fotoğrafını çektim. Bir kadın dönüp bağırmaya başladı: “Neden fotoğrafını çekiyorsun? Bir şey yapsana?” Adamı kaldırmak için bana yardım etmesini rica ettim, o zaman arkasını dönüp gitti. Tabii adamı tutup kaldığı yere gitmesine yardım ettim. Hasta dahi olmadığını görünce çok sevinmiştim (ertesi gün onu yine görmüştüm). Peki bana bağıran kadın ne demek istemişti? Fotoğrafı yayınlanacağına, ölsün daha iyi mi diyordu? Kadın hiç fark etmemiş gibi adamın yanından geçip gidiyordu, ne sokakta ne de gazete veya dergilerde onu görmek istemiyordu…  

Japon yazar Kobo Abe’nin Kutu Adam kitabında, başkaları tarafından görünmemek için kafasına kutu geçiren bir adam vardır. İnsanların görmek istemedikleri bomji’lerin de giysileri –kutuları– var, ve bu nedense onları yaşamdan kovmuş. Bu kitap onlar hakkında değil (daha doğrusu sadece onlar hakkında değil); gerçi metafizik açıdan, onları görünür kılmakla sanki yaşam haklarını iade ediyor.

Onlara şöyle dedim: “Fotoğrafınızı çekmek istiyorum, ilgimi çekiyorsunuz, karşılığında size biraz para verebilirim.” (Fakat mutlaka sanat kurumlarında modellere verilenden daha fazlasını veriyordum.)

  

Boris Mihailov, Case History’den, 1997-1999

 

İnsanların seçeneği yoktu: ya poz verirsin ya da yok olursun. Çekinecekleri bir patronları yoktu. Bu işi mecburiyetten yapmadılar. Çoğunlukla kendi bölgelerinde çektim onları. İstemedikleri bir şey yapmadılar. Bu durumda bence kimsenin yaşamına tecavüz edilmiyor.

Parayla işini görmek, artık eski Sovyet ülkelerinde her alanda yeni hukuk haline geldi. Ben de zamanın ruhunu yansıtmak için, modellerle aramdaki ilişkide mevcut toplumsal ilişki biçimini taklit ettim.

Birden aklıma, bu renkli fotoğrafların hasta bir bedendeki döküntülere benzediği geldi. Sonunda yine eski terminolojiye, “kapitalizmin musibetleri”ne dönmek zorundayım.

Kendimi uluslararası ilişkiler alanında çalışıp “musibetler”den dem vuran hafif kaçık bir gazeteci gibi hissettim birden. Yurtdışındaki uzun iş seyahatlerinden memleketine dönüp, alışkanlık gereği, “musibetlerin” peşine düşmeye devam eden biri. Bu kitap, eski Sovyet yöntemleriyle kotarılmış, post-Sovyet mekâna dair bir araştırma. Çember kapandı. Peki ya deney?

Çeviri: Elçin Gen

 

Boris Mihailov, Kızıl Dizi’den, 1968-1975.




belge, fotoğraf