Başarı toplumda neden bu kadar çok önemsenen bir şeydir? Buna bir açıklama getirmek isteyenlerden toplumbilimci Sighard Neckel'e göre modern toplumda başarı, "en temel eylem kategorileri"nden biri ve başarılı olmak da bireyin "modern ödev"ini yerine getirmesi anlamına geliyor.[1] Kişinin kendi varlığını deneyimleyişini anlamlı kılacak tek geçerli başarı biçimi "rekabet sonunda edinilen toplumsal başarı". Neckel iktidar, para, unvan veya nüfuz gibi her biri farklı bir tür başarıya tekabül eden göstergeleri birbirinden ayrı değerlendiriyor. Ticari anlamda başarılı bir sanatçının durumunda ise bu farklı başarı biçimlerinin iç içe geçtiği yadsınamaz bir gerçek. Öte yandan ticari anlamda başarılı olan sanatçılara verilen aşırı önemin bağlı olduğu bir olgu daha var: “Yaşam onunla ne yaptığındır” ve “azmin sonu zaferdir” gibi şiarlara sahip kökten biçimde bireyselleşmiş ve başarı odaklı bir toplumun temsilini sunmaları. Ne var ki toplumsal koşulların herkes için aynı olmadığı düşünüldüğünde, bu bireyciliği ve irade gücünü öne çıkaran yaklaşım pek o kadar sağlam değil. Fakat bu yapısal sorun da yine ferdi olarak değerlendirilir; yani bu tamamen sizin sorununuzdur. Hatta, başarılı olma baskısı altında ezilmek bile yine kişinin kendi problemi gibi hissettirilir ona; başarısız olmasının nedeni muhtemelen yetersiz biri olmasından kaynaklanıyordur. İşin bu boyutu ise insanı daha da büyük bir depresyona sürükler. Alain Ehrenberg bu durum için çok yerinde bir tanım kullanmıştır: “sorumluluk hastalığı”.[2] Birey başarısız oluşunun tüm suçunu üstlenir; bir yandan ideallerini gerçekleştirmek için yeteri kadar çabalamadığı kuşkusu içini kemirirken, bir yandan da toplumun içselleşmiş taleplerini karşılayamayan, yetersiz biri gibi hisseder. Oysa kişisel başarısızlık olarak deneyimlediği aslında tamamen yapısal bir sorundan kaynaklanmaktadır. Adorno ve Horkheimer’in Aydınlanmanın Diyalektiği’nde dendiği gibi, “Piyango ancak bir kişiye vurur, ancak bir kişi şöhret olabilir ve matematiksel olarak herkes aynı şansa sahip olsa da, bu olasılık her bir birey için o kadar küçüktür ki, en iyisi onu yok saymak ve yerinde kendisinin de olabileceği, ama hiçbir zaman olmadığı o talihlinin sevincini paylaşmaktır.”[3] Bu noktadan baktığımızda, başarıya yalnızca küçük bir azınlığın ulaşmasını olanaklı kılan da, aslında başarısız çoğunluktur. Adorno ve Horkheimer’e göre başarıdan mahrum kalanları avutan tek bir şey varsa o da “talihin bir başkasının yüzüne gülmesinden duydukları memnuniyettir”. Varlıklı ve şöhretli insanların yaşamlarının bu şekilde bir parçası olmaya çalışmak ise kişiyi çoğu zaman kindar, başkalarının acısından beslenen birine dönüştürür. Geçmişte bu özdeşleşme arzusunu daha ziyade bulvar gazeteleri ve sinema endüstrisi körüklüyordu. Bugün ise bu şöhret üretme merakı tüm topluma yayılmış bir vaziyette.
Özgün Metin: Isabelle Graw, High Price: Art Between the Market and Celebrity Culture içinde "The Religion of Success" (New York: Sternberg Press, 2009)
[1] Sighard Neckel, “Success”, Glossar der Gegenwart içinde, ed. Ulrich Bröckling, Susanne Krasmann ve Thomas Lemke (Frankfurt am Main: Suhrkamp, 2004), s. 63.
[2] Bkz. Alain Ehrenberg, “Depression: Discontent in the Civilization or New Style of Sociality”, Texte zur Kunst, sayı 65 (Mart 2007): 129-134.
[3] Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer, Aydınlanmanın Diyalektiği, çev. Nihat Ülner ve Elif Öztarhan Karadoğan, (İstanbul: Kabalcı, 2010), s. 194.