Aşklar ve Köpekler (ve Sanat)

8/9/2012 / skopbülten / Elçin Gen

Bu yıl 29 Ağustos-29 Kasım tarihleri arasında düzenlenmekte olan 13. Venedik Mimarlık Bienali, sanatsal özgürlüğün sınırlarıyla ilgili bir tartışmaya vesile oldu. İsviçreli sanatçılar Julian Charrière ve Julius von Bismark, boya tabancasıyla çeşitli renklere boyadıkları güvercinleri Venedik sokaklarına saldıkları bir “canlı performans” gerçekleştirdiler. Sanatçıların Bazı Güvercinler Diğerlerinden Daha Eşittir başlığını taşıyan performansları, canlı hayvanların sanatta malzeme olarak kullanılmasıyla ilgili etik kaygıları gündeme getirdi.

Güvercinler, bizdekinin aksine, Batı’da pek de “matah” canlılar olarak görülmüyorlar. Hatta İngilizce’de güvercinler için “flying rat”, yani uçan fare yakıştırması yapılır. Nitekim sanatçılar, boya tabancasıyla göz alıcı renklere boyadıkları güvercinlerin bu sayede insanlar nezdindeki düşük konumlarından kurtulduklarını ve onlara daha olumlu gözle bakıldığını söylüyorlar. Performans, anlaşıldığı kadarıyla, dış görünüşün önyargılar üzerindeki etkisini sorgulatma amacı taşıyor. Gerçi Venedik sokaklarında gördükleri rengârenk güvercinlerin fotoğraflarını çeken turistlerin ve bienal ziyaretçilerinin bu sayede bilinçdışı birtakım önyargılarını sorgulayıp sorgulamadıkları kuşkulu ama bu ‘güvercin karnavalı’ndan çoğunluğun memnun olduğu anlaşılıyor. Charrière daha önce benzer bir performansı Berlin’de gerçekleştirmiş; gıda boyasıyla griye boyadığı bir beyaz güvercini gri güvercinler arasına salarak, bu kez de sosyal statünün dış görünüşle nasıl düşebildiğini göstermeyi amaçlamıştı.

 

 

Olup bitenlerden habersiz hayvanların sanat için kullanılması yeni değil elbette. Charrière ile Bismark’ın performansları, canlı hayvanları malzeme olarak kullanan başka birtakım eserlerle kıyaslandığında, güvercinlere verilen zarar açısından çok da vahim görünmüyor. (Gerçi sanatçılar bu süreçte güvercinlere hiçbir zarar verilmediğini savunuyorlar ama, tüylerinin boyanması için güvercinlerin tuzaklarla yakalandıkları da bir gerçek – başlarına gelenden memnun olup olmadıkları, veya tüylerinin bu şekilde gayri tabii renklere boyanmasının doğal fonksiyonları üzerinde ne gibi etkileri olduğu da ayrı bir tartışma konusu.)

Son yıllarda canlı hayvanların sanat için istismar edilmesiyle ilgili en hararetli tartışmaya, Lars von Trier’in “Manderlay” filminin çekimlerinde bir eşeğin öldürülüşünü gösteren sahneler yol açmıştı. Filmde canlı bir eşeğin sete getirilerek kesileceğini öğrenen aktör John C. Reiley filmde yer almaktan vazgeçmiş, Las von Trier de hayvan hakları savunucularının başlattığı kampanyaların filmine “gölge düşürmesini” istemediği gerekçesiyle sonradan bu sahneleri filminden çıkarmıştı. Sinema alanında benzer bir tartışma, Meksikalı yönetmen Alejandro Gonzales Inarritu'nun "Aşklar ve Köpekler" filmindeki kanlı köpek dövüşü sahneleri yüzünden yaşanmış, yönetmen filmin çekimleri sırasında köpeklere kesinlikle zarar verilmediğini, ölmüş gibi görünen köpeklerin de "ilaçla uyuşturulmuş" olduklarını açıklamıştı.  

Hayvanların sanatta bu şekilde kullanılmasıyla ilgili tartışmada bir taraf, herhangi bir canlının, açık bir zarar görmese bile rızası ve iradesi hilafına sanat için kullanılmasının etikdışı olduğunu savunuyor. Diğer taraf ise, söz konusu hayvanların normal şartlarda (mezbahada kesilmek, barınakta öldürülmek, sokaklarda ezilip geçilmek vs. gibi) çok daha büyük eziyetlere maruz kaldıklarını, dolayısıyla sanat için ‘birazcık eziyete katlanmalarına’ veya nesneleştirilmelerine karşı çıkılmasının ikiyüzlülük olacağını savunuyor. Aslında bu ikinci iddia, ilk bakışta makul görünse de, örneğin merdiven altı imalathanelerde ağır koşullarda sömürüye maruz kalan işçi çocukların bir galeriye kapatılarak sanat için sergilenmelerinin meşru olacağı iddiasına benziyor. 

Venedik Bienali'ndeki boyalı kuşlar vesilesiyle, canlı hayvanların kullanıldığı birkaç sanat eseri örneğine bakarak, konu üzerine biraz daha ayrıntılı düşünebiliriz:

 

 

 

Jannis Kounellis: Horses [Atlar]

Jannis Kounellis, 1969’da Roma’da bir galerinin duvarlarına on iki at bağlar. Böylece galerinin “steril” mekânını dönüştürmeyi amaçlar. Sanatçı eserinde, André Breton’un, Tatarların atlarına Versay çeşmelerinde su içirmelerinin imkânsızlığıyla ilgili sözlerinden ilham aldığını söyler. Sanatçının galeriyi ahıra, eserlerinin simsarını da seyise dönüştererek sanatın alımlanışında ve yayılmasında etkili olan yapıyı sorguladığı ifade edilir. Performans, kimi eleştirmenlerce Duchamp'nın bir galeriye pisuar yerleştirmesi kadar radikal bulunur; Kounellis'in, canlı atları bir sanat galerisinin atıl mekânına yerleştirerek ve "steril" galeri ortamını at dışkısı kokusuyla doldurarak "sanat ile hayatı buluşturduğu" söylenir. On iki sayısının anlamları deşifre edilir: on iki havari, on iki ay, on iki burç... Atlara gelince, onlar gerçekten de galeride aynen bir ahırdaki gibi durmaktadırlar:  hareketsiz, ehlileştirilmiş ve boyunlarından bağlı vaziyette; dışkılamaları ve önlerine konan besini yemeleri dışında bir "canlılık" belirtisi göstermezler. Tüm bu yorumlarda, galerinin "steril" ortamını bozdukları ve kültür ile doğa karşıtlığını söktükleri söylenen atların "doğal ortamı"nın ahır olmadığı; ahırın da, tıpkı galeri gibi, insan uygarlığının imal ettiği ve kültürün cisimleştiği bir mekân olduğu unutulmuş gibidir... Sanatı "ehlileştiren ve hayattan koparan" kurumların nizamını bozan sanatçı, hayatı ehlileştiren uygarlığı olumlar.

 

 

 

Joseph Beuys: I Like America and America Likes Me [Ben Amerika’yı Seviyorum Amerika da Beni]

1974’te Joseph Beuys, kendini bir koyoteyle [kır kurdu] birlikte bir hafta boyunca New York’taki Rene Block galerisinin odalarından birine kapatır. Koyote, Kuzey Amerika yerlileri nezdinde adeta kutsal bir hayvandır. ‘Beyaz adam’, o topraklarda hâkimiyetini kurduktan sonra Amerikan yerlilerine uyguladığı katliamın bir benzerini de bu yaban hayvana karşı yürütmüş, koyotenin “kökünü kazımak” için türlü türlü yöntemler denemiştir. ABD orduları Vietnam’da bulunduğu sürece ABD’den gelen sergi davetlerini geri çevireceğini söyleyen Beuys’un, savaşın ardından Amerika’daki ilk performanslarından birinde ülkenin kirli geçmişine göndermede bulunması anlamlıdır. Galerideki kurdun, kendi bölgesinin sınırlarını çizmek için, her gün görevlilerce odaya bırakılan Wall Street Journal nüshalarına, yani Amerikan materyalizminin bu amblematik nesnelerinin üzerine işemesi de anlamlıdır. Fakat sonuçta Beuys’un performansındaki bütün bu anlamlar, sanatçının ve görevlilerin sürekli manipüle ettiği koyotenin tepkilerini gözetleyen ve kaydeden insanlar –en başta da bizzat Beuys tarafından inşa edilir. Koyote ise sadece kapatıldığı mekânın koşullarına adapte olmaya çalışmaktadır. "Şaman" rolüne soyunan sanatçı, hayvanlarla deney yapan bir bilim adamına, galeri laboratuara dönüşmüştür. Koyoteyle “diyaloğa girdiği” iddiasında olan Beuys, performansıyla ilgili şu açıklamayı yapar: “ABD’nin psikolojik travma noktasına temas ettiğime inanıyorum: Kuzey Amerika yerlisiyle, Kızılderili’yle yaşanan o Amerikan travması.” Fakat her şeyden önce Beuys, eşit bir diyalog için gereken önkoşulları göz ardı etmiştir. Kuşkusuz kendi isteği dışında galeriye getirilip kapatılmış olması bir yana, Beuys kendisini kışkırtmadığı sürece bir köşede uyumaya çalışan koyotenin davranışlarından, sanatçıyla iletişim kurmaya hiç de istekli olmadığı görülür. Sonuçta galeriye kapatılarak bir insanla temasa zorlanan koyote, tüm anlamlandırmalara rağmen, "evcilleştirilen" ve rezervasyonlara kapatılan Kızılderilileri hatırlatır.

 

 

 

Tom Otterness: Dog Shot [Vurulan Köpek/Köpek Sahnesi]

1977’de, henüz sanat kariyerinin başındaki Tom Otterness, bir hayvan barınağında kimse sahiplenmediği için uyutularak öldürülmeyi bekleyen bir köpeği sahiplenir. Ardından, bir hafta kadar sonra, köpeği bir çite bağlar ve silahla vurarak öldürür. Bütün bu süreci filme kaydeder ve film bir galeride gösterilir. O dönemde videoyu izleyenlerden birinin aktarımına göre, Otterness sadece köpeğin öldürülüşünü değil, onu barınaktan almasından, bir hafta boyunca ona bakmasına ve ardından öldürmesine kadar olan tüm süreci filme almıştır. Galerideki ziyaretçiler sonunda köpeğin öldürülüşünü görünce şoka girerler, birçoğu köpeğin gerçekten öldürülmediğini düşünür. Köpeğin gerçekten öldürüldüğü anlaşıldığında sanatçıya herhangi bir ceza verilmez. Köpeğin, sanatçı tarafından öldürülmemiş olsa bile zaten barınak görevlileri tarafından öldürüleceği gerçeği, insanların yoğun tepkisini engellemez. Tom Otterness, 30 yıl sonra bu filmi çektiği için kamu önünde özür diler, yine de tepkiler yüzünden birtakım eser siparişleri geri çekilir. Sanatçı, San Fransisco sokaklarını süsleyen, milyonlarca dolara sipariş edilen sevimli hayvan heykelleriyle tanınmaktadır. Yukardaki resimde, bir köpeğin canlı sanarak kokladığı heykellerinden biri görülüyor.

   

 

 

Wim Delvoye: Art Farm [Sanat Çiftliği]

Belçikalı sanatçı Wim Delvoye 1997’den beri canlı domuzlara dövme yapıyor. Batı ülkelerindeki hayvan refahı kanunlarının nispeten sıkı olmasından ötürü, Pekin’de kendine ait bir domuz çiftliği satın almış ve orada Çinli dövme tasarımcılarıyla birlikte çalışıyor. Louis Vuitton logolarından Walt Disney karakterlerine, Rus mahkûmların kullandığı dövme desenlerine kadar çeşit çeşit desenle boyanan domuzlar, yeterince büyüdükten sonra öldürülüyor, ya doldurularak ya da derileri yüzülerek koleksiyonculara satılıyor. Domuz derisi “tuvallerin” tanesi 100 bin avroya kadar alıcı buluyor. İşin ilginç tarafı, Wim Delvoye’in vejetaryen olduğunu iddia etmesi.

 

 

 

Banksy: Barely Legal [Neredeyse Yasadışı]

Meşhur sokak sanatçısı Banksy, 2006’da Los Angeles’taki ilk kişisel sergisinde, 37 yaşındaki bir fili galeri enstalasyonunda kullandığı duvar kâğıdının desenlerine boyayarak sergiler. Teşhirin amacının, dünya çapında görmezden gelinen yoksulluk sorununa dikkat çekmek olduğu açıklanır. Serginin açılışına Cameron Diaz, Colin Farrel gibi Hollywood yıldızları davetlidir. Banksy her zaman olduğu gibi ortada yoktur. Tai isimli fil, boyanmış vaziyette, meraklı kalabalıkların ve gazetecilerin akınına uğrayan galeride üç gün boyunca sergilenir.

 

 

 

Marco Evaristti: Helena

2000 yılında sanatçı Marco Evaristti Danimarka’daki bir müzeye içi suyla ve canlı japon balıklarıyla doldurulmuş on adet blender yerleştirir. Helena başlığını taşıyan eserde, blender’ın düğmesine basma şansına sahip olan izleyiciler, bir canlının ölmesine ya da hayatta kalmasına karar verecek yargıçlar konumuna getirilirler. Sanatçı böylelikle ziyaretçileri eylemlerinin etik sonuçlarıyla yüzleşmeye davet ettiği iddiasındadır ve yaptığının bir toplumsal "deney" olduğunu söyler. Aslında blender’ın düğmesine basıldığında ne olacağı gayet açık olduğundan, ortada uzun uzadıya üzerinde düşünülmesi gereken bir etik mesele de yoktur. Sonuçta iki izleyici düğmeye basar (bazı iddialara göre bu, sansasyonel bir haber yaratmak isteyen gazetecilerin marifetidir). Hayvan refahı yasalarının ihlal edildiği gerekçesiyle açılan davanın hâkimi, japon balıkları “eziyet çekmeden, ânında öldükleri” için yasa ihlali olmadığına karar verir.

 

 

 

Guillermo Vargas: Exposition No. 1. [Teşhir No. 1] 

Sanatçı Guillermo Vargas 2007’de Nikaragua’daki bir sergi için çocuklara para vererek sokaktan başı boş bir köpek yakalamalarını söyler. Köpeği bir duvara bağlar, duvarda köpek mamasıyla yazılmış “Ne Okuyorsan Osun” yazısı vardır. Ardından internette ve medyada, galerideki içler acısı fotoğraf eşliğinde, köpeğin açlıktan ölmeye terk edildiği haberleri dolaşmaya başlar. Vargas’a karşı büyük bir protesto kampanyası başlatılır. 2008 Honduras Bienali listesinden çıkarılması için imza kampanyası düzenlenir ve dünya çapında 4 milyon imza toplanır; işin ilginci kampanyaya sanatçının kendisi de imza atar (bu durumu, bir sanatçı olarak “kendi eserlerine” daima imza atmasıyla açıklar). Fakat galeri yöneticisinin yaptığı açıklamaya göre, köpek galeride tutulduğu süre boyunca düzenli olarak beslenmiş, ardından ipinden kurtulup kaçmıştır. Sonradan anlaşıldığı üzere, köpeğin açlığa terk edildiği yolundaki haberleri bizzat Vargas tetiklemiş, imza kampanyasının başlatılmasını kendisi sağlamıştır. Vargas köpeğin akıbeti konusunda yorum yapmaz, ama köpeğin açlığa terk edildiği haberleri üzerine binlerce kişinin protesto kampanyası başlatmasına rağmen, sergiyi gezenlerden hiçbirinin köpeği serbest bırakmaya veya karnını doyurmaya teşebbüs etmediğine dikkat çeker. Vargas ilk bakışta insanların ikiyüzlülüğüyle ilgili haklı bir noktaya temas etmiş gibi görünür; fakat müze veya galeri ziyaretine işlemiş örtük davranış kodlarının gücünü göz ardı etmiştir: Tipik bir galeri ziyaretçisinin, bir sanat eserinin parçası olarak sergilenen bir köpeği serbest bırakmaya kalkışması neredeyse imkânsızdır. Köpeği bir galerinin duvarına bağlayarak dokunulmaması gereken bir “sanat eseri” konumuna getirmekle, insanların ona bakışını ve olası davranışlarını önceden manipüle eden bizzat kendisi olmuştur. Sanatçı burada yine kendini ikili bir iktidar konumuna yerleştirir: Sadece köpeği araçsallaştırmakla kalmaz, ziyaretçileri (ve yanlış bilgilendirme sonucu imza kampanyasına katılan binlerce kişiyi), psikoloji araştırmalarında yapılan deneylerden farkı olmayan bir ‘davranış testi’nin habersiz denekleri konumuna getirir: sanatçının sonucunu önceden bildiği, ama hipotezini kanıtlamak için veriye ihtiyaç duyduğu bir deneyin parçasıdır herkes. Köpeğe gelince, galeride tutulduğu süre boyunca belki de serbest haline kıyasla daha iyi beslenmiştir, ama ipini kopardığı ilk anda kaçmayı seçer.

 

 

 

Naveen Thomas: Ses Yerleştirmesi

Bu yılın Ocak ayında Yeni Delhi’deki Ulusal Güzel Sanatlar Akademisi’nde Naveen Thomas’ın bir “ses heykeli” sergilenir. Bakır teller ve telsiz vericileriyle döşenmiş bir odaya güvercinler yerleştirilir. Güvercinler tellere kondukça, bakır alıcılar harekete geçer ve böylece güvercinler tarafından icra edilen rastlantısal bir “gürültü müziği” ortaya çıkar. Güvercinlerin bu şekilde kullanılmasına karşı çıkan bazı veteriner hekimler, dar bir mekândaki bu yüksek frekanslı seslerin kuşların işitme duyusuna ciddi zarar verdiğini iddia etse de, sanatçı güvercinlere, onları aldığı yerdekinden çok daha iyi muamele ettiğini söyleyerek eserini savunur; gerekirse sanat için maymunları da kullanabileceğini ekler. 

 

Kaynaklar:

“Painted Pigeons Stun Venice Biennale”.  

“The Horse as a Resilient Signifier”. 

“The Boss: on the unresolved Question of Authority in Joseph Beuys’ Oeuvre and Public Image”.

“He Shot Dogs, Didn’t He?”

“Gowanus Artist Asks Forgiveness for Shooting Dog”

“Wim Delvoye’s Swine Art”.  

“Guerilla Artist Banksy Hits LA”

“Helena by Marco Evaristti”

“You are What You Read.” 

“Artist in soup for Confining Pigeons”

 

başka hayvanlar, Banksy, hayvanlar ve sanat