AKM’nin Bir Reklam Panosu Olarak Portresi

Sonunda AKM’nin ne olacağına karar verilmiş: “Reklam Panosu Olsun!” Birkaç ay önce, seçim hükümetinin kültür bakanı AKM hakkındaki bir soru karşısında şaşalamıştı hatırlarsanız; neden bahsedildiğini anlayınca da “yakışmıyor o oraya” deyivermişti.[1] Şimdi olmuş, çok yakışmış.[2]

AKP iktidarı her alanda kadrolaşıp kendi değerlerini tesis etmeden rahat etmeyecek. Şimdilik müzik açısından “senfonik” ilahiler ve mümkün olan her fırsatta mehter dinletisinden pek ileri gidilebilmiş değil; unutmadan, bir de dombrayla tanıştık, kadim bir Türk sazı olarak. 

 

 

 

Kültür savaşları

Cumhuriyet dönemi kültür politikalarının, hem destekleyicileri hem de karşı görüş tarafından sağlıklı bir şekilde tartışılamamış olması, meselenin, tüm sosyo-ekonomik boyutlarını görünmez kılan bir kültür savaşına indirgenmesine sebep olmakta. “Operaya ne ihtiyacımız var?” görüşüne, “Onlar operadan ne anlar?”dan öte bir cevap, yazık ki geliştirilebilmiş değil. Geçtiğimiz yaz, Ak Saray’da bir opera salonu yapılması gündeme geldiği sırada, sosyal medyada dolaşan tepkilerin, “sanki operadan anlıyorlar da!” düzeyini aşamamış olması tam da durumun vahametini ortaya koyar nitelikte.

Oysa, Türkiye’de on yıllardır bestecisi, icracısı ve eğitimiyle son derece nitelikli bir birikim oluşturmuş bu kültürel-sanatsal alana sahip çıkarken söyleyeceğimiz sözü artık bu sığ bağlamdan çıkartmak zorundayız. Konu AKM’yse eğer, şöyle başlayalım: AKM’nin, açıldığı 1969 yılından bu yana İstanbul’un sanat hayatının merkezinde yer aldığı söylenebilir. Üstelik AKM’de sergilenen çoksesli müzik, tiyatro, sahne sanatları etkinliklerinin geniş bir dinleyici/izleyici kitlesine ulaştığını söylemek hiç de abartı olmaz. Devlet Opera ve Balesi’nin ve Devlet Tiyatroları’nın pek çok kentte olduğu gibi İstanbul’da da erişilebilir bilet fiyatları ve tanıtım faaliyetleriyle bu alanları belli bir ölçüde yaygınlaştırdıkları bir gerçektir. Benim kişisel olarak epeyce aşina olduğum bu mekânın konukları arasında her sınıftan üniversite öğrencisinin sayısı azımsanmayacak kadar çoktu örneğin. Bu açıdan, tam da AKM’deyiz inisiyatifinin ve Beyoğlu Kent Savunmasının açıklamalarında dikkat çekildiği gibi kentin kolektif kültürel belleğinin bir parçasıdır AKM.

Öte yandan, iktidarın da bilinçli olarak körüklediği kültür savaşı, hem kentin hem de kültür sanat alanının neoliberal bir dönüşüme uğradığı gerçeğini görünmez kılmakta. Diğer bir deyişle, konunun bu dar ve içinden çıkılmaz çerçevede tartışılması iktidarın işine geliyor. Bu sırada, açılmayan kadrolar ve sanat pratiğinin projeciliğe dönüşerek topyekûn değişmesini öngören tasarılar sanat üretiminin ve eğitiminin geleceğini belirsizleştirmekte.

Devlet, adım adım sanat kurumlarının yükünden kurtulmaya, sanat destekleyiciliğini özel sektöre devretmeye çalışıyor. Sanatçının statüsünün devlet kurumlarında bile “sözleşmeli” olmaya indirgendiği bir ortamda, belediyelere bağlı kurum ve tiyatrolar orkestralarını sorunsuzca lağvedebiliyor ;[3] özel kurumlar kendi prodüksiyonlarında taşeron sistemiyle müzisyen çalıştırabiliyor.[4]  

Özellikle opera ve bale alanından devlet desteğinin çekilmesinin, Türkiye gibi, yüzyıllardır sanata mesenlik etmiş bir burjuvazinin olmadığı bir ülkede bu alanlar için ölümcül olabileceğini hatırlatmak gerek. Oysa hem opera hem de bale, Türkiye’de, sadece yetiştirdiği dünya çapında sanatçılarla değil, kök salmış eğitim kurumlarıyla ve bu alanlarda bestelenmiş repertuvarla da önemli ve nitelikli bir birikime işaret ediyor. Evet, operaya ve baleye herkes gitmiyor ama bu opera ve baleyi “önemsiz”, “gereksiz” kılmıyor. Tersine, bu alanları yermeyi veya yüceltmeyi bir yana bırakıp,  olabildiğince geniş kitleler tarafından erişilebilir, tanınır kılmanın yollarını tartışmak gerekiyor.

 

 


 

Otello, 1969-1970 sezonu, İstanbul

 

AKM yoksa Aida da yok                           

AKM’nin yokluğu ise İstanbul’da özellikle opera sahnelemeyi fiilen imkânsız kılıyor. Zira İstanbul Devlet Opera ve Balesi tarafından şu anda kullanılmakta olan Süreyya Operası geniş bir sahneden, sahne arkasından ve orkestra çukurundan yoksun. Kadıköy Belediyesi’nin, İstanbul Devlet Opera ve Balesi ile birlikte düzenlediği “Bir Şölendir Opera: Aida” söyleşisinin tanıtım metninde şu iç burkan ifade yer alıyor: “Aida, ancak büyük opera sahnelerinde oynayabildiği için Süreyya Operası’nda sahnelenemiyor. Bu nedenle değerli müzik ve opera insanı, orkestra şefi Profesör Rengim Gökmen’den bu ünlü eseri seyirciye müziksel yönleriyle gösterip/dinletip/anlatmasını düşündük.” Oysa AKM’nin 1969 yılındaki açılışında, Ferit Tüzün’ün Bahçesaray Çeşmesi balesi ile birlikte sahnelenenmiş olan operadır Aida!

AKM’nin reklam panosuna dönüşmesi, kelimenin bütün anlamlarıyla, kural tanımaz bir kültürel yıkımı ve metalaştırma sürecini göz önüne seriyor. Böyle bir yıkıma, kültürel elitizmin argümanlarıyla karşı çıkmak ise yapılabilecek en büyük hata. AKM özelinde geliştirilecek taleplerin, daha genel bir politik hatta da işaret edeceğini unutmamak gerekiyor: Sarayda değil, kentin merkezinde, kamusal bir alan olarak opera binamızı istiyoruz. AKM’yi nasıl ki Gezi direnişinde kendimize mal ettiysek, yine bizim olsun, hepimizin olsun...

 

 

 



[2] Beyoğlu Kent Savunması, AKM’ye boydan boya asılan “Ertuğrul 1890” filminin afişinin kaldırılması için geçtiğimiz haftalarda İBB, Beyoğlu Belediyesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve İstanbul 2 Nolu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na başvuruda bulunmuş; İBB’den verilen yanıtta filmin afişinin “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Birleşelim Kampanyası” kapsamında asıldığı belirtilmişti. Elbette film afişinin konuyla bir ilgisi bulunmamakta.

[3] 2015 Ağustos ayında, 2002’den bu yana varlık gösteren Bakırköy Belediyesi Oda Orkestrası kapatılmış ve orkestra üyelerinin yanı sıra, Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nun çok sayıda sözleşmeli oyuncusu işten çıkartılmıştı.

[4] 2015 Ocak ayında Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde Royal Opera House prodüksiyonu olarak sahnelenen La Boheme operasının koro partilerini söylemek üzere amatör bir koronun düşük bir ücret karşılığında kiralanmış olması, opera alanında zaten neredeyse görünmez olan emeklerini görünür kılmaya çalışan genç opera öğrencilerinden tepki görmüş, “Genç Sesler Platformu” imzasıyla bir bildiri yayınlanmıştı.

prekarite, kent mücadeleleri