AKM Kimin Geçmişi, Kimin Geleceği? Ya da, Diren AKM!

 

 

Mimarlar Odası, Oyuncular Sendikası ve Kültür Sanat-Sen’in de içinde olduğu AKM’DEYİZ İNİSİYATİFİ, 10 Mart 2015 akşamı sosyal medya üzerinden bir kampanya başlatarak, AKM’nin yıllardır yıkılmaya terk edilmiş şekilde bırakılmasının, 1994’ten bu yana hız kazanarak süregelen, neoliberal, kural tanımaz bir toplumsal-kültürel yıkım ve metalaştırma sürecine işaret ettiğine dikkat çekti; gerek mimari, gerekse simgesel niteliği dolayısıyla, “kültür varlığı” niteliği taşıyan binanın yeniden açılmasını gündeme getirdi.

“AKM Geçmişimizdir, AKM geleceğimizdir” diyen binlerce insanın kampanyaya katılımı, binanın İstanbul’un kültür hayatında olduğu kadar, toplumsal belleğimizde de son derece önemli bir yer işgal ettiğini doğrular nitelikte.

 

AVM’de Değil AKM’de Büyüdük!

AKM’nin açıldığı 1969’dan itibaren uzun yıllar Türkiye’de kültür üretiminin tam merkezinde olduğunu söylemek hiç de abartılı olmaz. Gençliğini o yıllarda geçirmiş pek çok İstanbullunun yolu bir biçimde AKM’ye düşmüş olsa gerek. İstanbul’da yetişmiş bir müzisyen veya dansçının hayatındaysa daha derin bir anlam taşır AKM. Mesleğin, ustaları izleyerek, icra ederek, sosyal ağlarla ilişkilenerek öğrenildiği bir okuldur bizler için. İlk konserini/temsilini AKM’nin alt kattaki küçük konser salonunda vermiş nice müzik/dans öğrencisi gibi, başka bir yerde izleme olanağı bulamayacağı icracıları “büyük salon”da dinleyip, izleyen gençler birkaç kuşaktır epeyce iş çıkarıyorlar buralarda perçinlenen eğitimleriyle.

Bu bakımdan bizler için AKM’yi anmanın kişisel anılara dokunmaması da imkansız gibidir. Ben de 9 yaşında Devlet Opera ve Balesi’nin Çocuk Korosu’na katılarak girdim ilk kez o koca, kara binaya. Opera temsillerinde çocuk oyuncu olarak rol alırdık. Ayda kaç gün oynarsak o kadar sigortamız yatardı; annem en çok ona sevinmişti emeklilik mevzuatı değişince. O yıllarda AKM, devasa sahne arkasıyla, katlara yayılmış dekor, kostüm, ayakkabı atölyelerini gizlice ziyaret ettiğimiz bir oyun alanıydı. İçerideki ses ve malzeme çeşitliliğiyle büyülenirdik.

Ortaokulda konservatuvara başlamam da elbette orada tanıdığım dünyanın bir parçası olma isteğindendi. Her Cuma “Senfoni Konserleri”ne gider, izlesek de izlemesek de iki konservatuvarın öğrencileri, orada sosyalleşirdik. Çoğunlukla biletsiz girerdik konserlere, bilet almak da neydi, oralar bizden sorulurdu!

Üniversite yıllarında para kazanmak için müzisyenlik yaptım Devlet Tiyatroları’nda. Aziz Nesin sahnesinde çalıştım yıllarca. İş, müzisyen için sıkıcıydı gerçi, sürekli aynı şeyi tekrar etmenin geliştirici bir tarafı yoktu. Parası da azdı, ödemeler gecikirdi. Ama, hele ki bol figürasyonlu, kalabalık oyunlarda şahane bir dünya olurdu tiyatro. Orada sanatsal olana temas eden bir hayat dersiydi herhalde öğrendiğim.

Sözün kısası, AVM’de değil, AKM’de büyüdük biz; ve doğrudur, kampanyada söylendiği gibi, “AKM Geçmişimizdir”.

 

AKM kimin geçmişi?

Opera, bale ve senfonik müzik gibi, bu coğrafyada geniş halk kitleleriyle gerçek anlamda teması kısıtlı olmuş “yüksek sanat”ın kalesi olan AKM’nin, kolektif belleğimizde belli bir ideolojik-kültürel bağlama gönderme yaptığı muhakkak. Zira cumhuriyet müzik reformunun tepeden inmeci, aceleci ve dayatmacı karakteri dolayısıyla, “halka ulaşmakta” başarısız olduğu sır değil. Öte yandan yüzyıla yakın bir süre zarfında, bestecisi, icracısı ve eğitimiyle bu alanda son derece nitelikli bir birikimin oluştuğu da göz ardı edilemez.

Cumhuriyet müzik reformunun ve onunla paralel gelişen kültür politikalarının bir kesim için neredeyse tabu kabul edilmiş, bir diğeri içinse yerden yere vurulmuş, kısacası sağlıklı bir biçimde tartışılamamış olmasının bugünkü sonuçları ise iktidarın da bilinçli bir şekilde manipüle ettiği bir “kültür savaşı”na işaret etmekte. Kültür-sanat alanındaki neoliberal dönüşümü görünmez kılan bu tartışmada elbette söz konusu birikimin kendisi de gündem olmaktan uzakta.

Bu bakımdan, bugün bu birikime sahip çıkarken, Türkiye’de devletin resmi kültür ve sanat politikalarının –meseleyi erken cumhuriyetle sınırlandırmadan– ideolojik ve sınıfsal bağlamını birlikte tartışmak önemli bir ihtiyaç.

 

Hepimizin geleceği

Bir kentin belleğinden söz ederken kentin tüm bileşenleri ve söz konusu kültür varlığına yükledikleri anlamlar göz ardı edilmemeli. Bu noktada, AKM’nin Gezi Direnişi sırasında sadece işlev değil, el de değiştirerek çok daha geniş anlamda bir kamusallık ve politik kimlik kazandığını hatırlamak gerek. Gezi sürecinde kentin sakinleri, kullanıma açık olduğu günlerde AKM’nin müdavimi olmakla, binaya ilk kez adım atmak arasındaki ayrımı silerek kendilerine mal ettiler AKM’yi; cephesini, çatısını, içini kendi varlıklarıyla, sözleriyle dönüştürdüler.

AKM, bugün artık yedi yıl önce kapatıldığı günkü AKM değil. “AKM geçmişimizdir” diyenler de sadece yedi yıl öncesinde izledikleri sanatsal etkinliklere referans vermiyorlar artık. AKM geleceğimiz olacaksa, bu ancak toplumun daha geniş kesimleri tarafından “erişilebilir” bir biçimde yeniden kullanıma girdiğinde mümkün olacak.

 

Bu metin Evrim Hikmet Öğüt’ün Müzikte Kalmaz adlı blogunda yayınlanmıştır.

http://muziktekalmaz.com/2015/03/16/akm-kimin-gecmisi-kimin-gelecegi-ya-da-diren-akm/