% 0,1'in Sanatı: Kim Bu Çağdaş Sanat Koleksiyoncuları?

Dünyanın önde gelen koleksiyoncuları nasıl para kazanıyorlar? Hayırseverlik çalışmaları ile ekonomik etkinlikleri arasında nasıl bir ilişki var? Sanat eseri toplamak onlara ne anlam ifade ediyor ve bunun sanat dünyasına ne gibi etkileri var? Bu sınıfın gelirleri incelendiğinde apaçık görülüyor ki, elde ettikleri kârlar dünya çapında artan gelir dağılımı eşitsizliğine dayanıyor.

Sermayenin bu şekilde yeniden dağılımının sanat piyasasına doğrudan bir etkisi var: Yoksullar ile zenginler arasındaki uçurum arttıkça, sanat piyasasındaki fiyatlar da yukarı çıkıyor. Bu durum, mevcut sisteme karşı derhal alternatifler geliştirmeyi zorunlu kılmakta.

Peki kim bu çağdaş sanat koleksiyoncuları? Bunun yanıtını öğrenmek için ARTnews dergisinin hazırladığı En Önemli 200 Koleksiyoncu listesine bakabiliriz. Alfabetik listenin başına baktığımızda, Forbes’da çıkan bir habere göre Rusya'nın petrol ve alüminyum rezervlerine hâkim olmak için milyonlarca dolarlık rüşvetler verdiğini itiraf eden ve serveti 13,4 milyar dolar olan Roman Abramoviç var. Onu takip eden Bernard Arnault ise yine Forbes’un verdiği bilgiye göre 41 milyar dolarlık servetiyle dünyanın en zengin dördüncü kişisi, ve borç krizine rağmen 2011’in ilk yarısında satışlarını % 14 oranında artıran Louis Vitton markasının sahibi. Listenin devamında ilk çıkışını Enron’la yapan ve Enron’un çöküşünden kısa bir süre önce 8 milyon dolar prim alan hedge fon yöneticisi John Arnold var. Arnold ayrıca yakın zamanda kamu emeklilik fonlarına limit getirme amacı taşıyan bir organizasyona 150.000 dolar verdi. New York Modern Sanat Müzesi (MoMA), Los Angeles Çağdaş Sanat Müzesi (MoCA) ve Los Angeles İl Sanat Müzesi (LACMA) mütevelli heyeti üyelerinden Eli Broad’un serveti 5,8 milyar dolar ve kendisi çokuluslu sigorta şirketi AIG’in önemli hissedarlarından. Sekiz milyon dolar olarak tahmin edilen servetiyle Steven A. Cohen, içerden bilgi sızdırma iddialarıyla hakkında soruşturma yürütülen SAC Capital Advisors’ın kurucusu. Guggenheim mütevelli heyeti üyesi ve Helen Girişimciler Federasyonu başkanı Dimitris Daskalopoulos ise, en son, “aşırı semirmiş bir asalak” olarak tanımladığı ve işleri adam kayırmacılıkla yürüten bir devletin elinden Yunan ekonomisini kurtarmak için “modern bir özel sektör girişimi” çağrısında bulundu. Frank J. ve Lorenzo Fertitta, Forbes’a göre 2007 yılında ABD’de en çok kazanan üçüncü ve dördüncü kişiler. Guggenheim mütevelli heyeti üyesi David Ganek, FBI’ın düzenlediği bir operasyonun ardından 4 milyar dolar değerindeki Level Global adlı hedge fon şirketini kapatmak zorunda kalmıştı. Noam Gottesman ve eski ortağı Pierre Lagrange (onlar da ARTnews listesinde) The Sunday Times’ın haberine göre, 2007’de satışa çıkardıkları GLG hedge fonları sayesinde 400’er milyon dolar kazanarak, “dünyada kredi krizinden en kârlı çıkan insanlar” unvanına kavuştular. Hedge fon yöneticisi Kenneth C. Griffin 2008’de Obama’yı desteklemişti ancak yakın bir zamanda Bush’un eski danışmanı Karl Rove’un başını çektiği siyasal bir harekete 500.000 dolar verdi ve sağcı-popülist iş adamlarından oluşan Koch Strateji Grubu ile bir görüşme yaptığı öğrenildi. J. Thomilson Hill, Forbes’un 2007’nin en çok kazanan 25 isim listesinde yer alan Blackstone Group yatırım şirketi müdürlerinden biri ve sadece 2007’de 46,3 milyon dolar kazandı.

 

                               Roman Abramoviç ve arkasında Sotheby's'den 86,3 milyon dolara aldığı Francis Bacon'a ait üç parçadan oluşan Triptych

 

Listedeki bir diğer isim de Damien Hirst; Sunday Times’da yer alan habere göre Damien Hirst’ün serveti yaklaşık 215 milyon sterlin ve hamileriyle birlikte en zenginler listesine girebilen bir avuç sanatçıdan biri. Peter Kraus ise ABD federal fonlarının desteğiyle Merrill Lynch’in Bank of America’ya satılmasının ardından, yalnızca üç aylık çalışması karşılığında tam 25 milyon dolar aldı. Henry Kravis’in 2007 yılındaki günlük geliri 1,3 milyon dolar civarında oldu. Kravis’in ekonomist eşi, MoMA’nın başkanı ve neo-muhafazakâr Hudson Institute’ün üyesi Marie-Josée Kravis de kısa bir zaman önce Forbes.com’a yaptığı bir açıklamada “Avrupa’nın ‘sosyal kapitalist’ politikaları”na karşı “Anglosakson kapitalizmi”ni savunmuştu. MoCA mütevelli heyeti üyesi ve Third Point adındaki 7,8 milyar dolarlık hedge fonun kurucusu Daniel S. Loeb, yatırımcılara yazdığı mektupta, “ülkenin yaşadığı sorunların çözümü için servetin yeniden dağıtılmasında ısrar etmesi” nedeniyle Obama’ya saldırmıştı. İsviçre’de faaliyet yürüten Yunan portföy yöneticisi Dimitri Mavrommatis, Yunanlılar kemer sıkma politikalarına isyan ederken, 21 Haziran 2011’de Christie’s’de satışa çıkan bir Picasso’ya 18 milyon sterlin ödemişti. Ve elbette, Margaret Thatcher’ı iktidara getiren seçim kampanyasını yürüten Charles Saatchi de bu listede.

Ekonomik krizin tam ortasında bile sanat piyasasındaki patlamanın sürmesi, özellikle finans sektöründe faaliyet yürüten, Yüksek Net Servet (yıllık gelirin 1 milyon doların üzerinde olduğu) ve Ultra-Yüksek Net Servet (yıllık gelirin 30 milyon doların üzerinde olduğu) dilime mensup insanlar sayesinde oldu. Yakın zamanda Art+Auction, bu grupların 2008’deki çöküşün ardından toparlanıp kriz öncesi zenginliklerine yeniden kavuştuklarına işaret eden göstergeleri müjdeledi. Oysa sanat dünyasının küresel büyümesi ile gelir eşitsizliğindeki artış arasındaki bariz bağlantı yeni yeni tartışılmaya başlandı. Gelir dağılımındaki eşitsizliği gösteren Gini endeksine şöyle bir bakış attığınızda, son yirmi yılda sanat piyasasında gerçekleşen en çarpıcı canlanmaların yaşandığı ülkelerin, aynı zamanda, gelir dağılımındaki adaletsizlikte de başı çektikleri görülmekte: ABD, Britanya, Çin ve Hindistan. Dahası, yapılan son ekonomik araştırmalar da eser fiyatlarındaki ani yükselişler ile gelir eşitsizliği arasındaki bağlantıyı kanıtlar nitelikte: “En üst gelir dilimindeki % 0,1’in elde ettiği toplam gelirde % 1’lik bir artış, sanat eserlerinin fiyatlarında % 14’lük bir artışı tetikliyor.” Artık şu acı gerçeği tüm çıplaklığıyla görüyoruz: Son yıllarda sanat dünyasını ihya eden her şey, dünyanın geri kalanını felakete sürüklemiştir.

ABD’de ise bu gelir adaletsizliğini yaratan ekonomik politika ve yapılardan uzak durabilecek bir sanatsal organizasyon veya pratik hayal etmek neredeyse imkânsız. Kâr amacı gütmeyen özel işletme modeli –ki alternatif sanat kurumları dahil neredeyse ABD’deki tüm müzeler de bu grubun içindedir– hem zengin bağışçılara bağımlı, hem de halihazırdaki küresel krize neden olan ideoloji üzerine kurulmuş durumdalar. Bu ideolojiyi şöyle özetleyebiliriz: Özel teşebbüsler, toplumsal ihtiyaçları karşılama konusunda kamu sektöründen çok daha başarılıdır ve serveti en iyi yönetecek kişiler yine servet sahipleridir.

İlerici sanatçılar, eleştirmenler ve küratörler ise bu şartlar altında varoluşsal bir krizle karşı karşıya: Bu sanat ekonomisine katılımımızı nasıl gerekçelendirebilir, nasıl savunabiliriz? Şayet ya katılmak ya da tamamen terk etmekten başka şansımız yoksa, o zaman en azından, bu katılımımızı eleştirel veya politik sanat adı altında –hatta, yaraya tuz basarcasına, sosyal adalet adı altında– meşrulaştırmaya çalışmaktan vazgeçmemiz gerekir. Etkinliklerimiz için bizzat eşitsizliğin kaynağı olan mekanizmalardan doğrudan maddi yardım alırken veya onlardan faydalanırken, ilerici bir toplumsal gücün temsilcileri olduğumuz iddiasında bulunmak, bu eşitsizliği meşrulaştırmaktan başka bir şeye katkı yapmayacaktır. Bugün tek hakiki “alternatif”, bu ekonomiye katılımımızı kabul etmek ve müzeler, galeriler ve yayınlar da dahil tüm kurumlarımızda bununla açıkça, doğrudan ve derhal yüzleşmektir. Radikal siyasal retorikler sanat dünyasında çok fazla olmakla birlikte, ekonomik koşullarımızla yüzleşmek söz konusu olduğunda, sansür ve oto-sansür hâkim – tabii, iktidara doğruyu söyleyenin kaybedecek (ve kazanacak) hiçbir şeyinin olmadığı marjinal (daha çok kendi kendini marjinalleştirmiş) alanlar hariç.

İşin aslı, sanattaki ilerici iddiaların ikiyüzlülüğü, bizatihi ilerici politikanın ayrıcalıklarını korumak isteyen eğitimli elitlerin bir oyunu olduğu kuşkularını pekiştirmeye yarıyor gibi. Bizim örneğimizde bu durum geçerli olabilir. İnsan giderek, sanat dünyasındaki politikanın ağırlıklı olarak bir haset ve suçluluk politikası olduğu hissine kapılıyor; ya da, anlamı daraltılmış ve ayrıcalıklı hale getirilmiş bir özerklik adı altında genelleştirilen bir çıkar politikası. Ve sanat “eleştirisi” de, bu ekonomik koşulları ve bizim bu koşullardaki payımızı ifşa edeceğine, bunları gözden uzak tutmaya hizmet ediyor. Bu anlamda söz konusu politika, sanat dünyasına katılımımızı ve onun hatırı sayılır getirilerini –ki bunlar sayesinde çoğumuz, % 0,1’in hatta % 1’in olmasa da, rahatlıkla %10’un içine girmişizdir– içimize sindirmemizi imkânsız bir hale getirebilecek çelişkilere karşı bir savunma işlevi görmekte.

 

                              Christian Jankowski'nin tasarladığı ve 2011'de Frieze Sanat Fuarı'nda satışa sunulan yat

 

Sanat söyleminde geniş tabanlı bir değişim başlatılırsa, piyasa güdümündeki galeriler, müzayede evleri ve sanat fuarlarından, fazlasıyla geç kalınmış o kopuşun gerçekleşmesi mümkün olabilir. Şayet sanat piyasasından bu şekilde bir kopuş hareketi kamu müzelerinin daralmasına ve ultra-zengin koleksiyoncuların kendi denetimlerinde olacak kurumlar yaratmasına yol açacaksa da, varsın öyle olsun. Bırakalım bu özel kurumlar birer banka kasası, temalı park gösterisi ve ekonomik ucube şovları olsun –zaten çoğu öyle. Piyasa güdümlü sanat dünyası da varsın lüks tüketim eşyası pazarına dönsün, ki hakiki sanatla hiçbir ilgisi olmayan yatlar, jetler ve saatlerle zaten çoktan o hale gelmiş durumda. Artık bizlerin oturup, sanat eserlerinin, kendi sosyal ve ekonomik koşulları düzeyinde politik veya eleştirel iddialarını gerçekleştirip gerçekleştiremediklerini değerlendirmemizin vakti geldi. Sanat eserlerinin ne olduğunun, toplumsal ve sanatsal açıdan ne anlama geldiklerinin ekonomik olarak belirlendiği fikrinde ısrar etmeliyiz.

Eğer küratörler, eleştirmenler, sanat tarihçileri ve sanatçılar olarak bizler kültürel sermayemizi bu piyasadan çekersek, o zaman, özerkliğin radikal biçimlerinin gelişebileceği yeni bir sanat alanı yaratma potansiyeline de kavuşmuş olacağız: Yalnızca iddialı mizansenlerde ve sanatçılar ile kuramcıların büyülü düşüncelerinde var olan ayrılıkçı “alternatifler”den bahsetmiyorum; tam kurumsallaşmış yapılardan bahsediyorum –ticari olmayan değerleri üretme, yeniden üretme ve ödüllendirme gücüne sahip, “kurumların kendine has gerçek toplumsal büyüsüyle” donanmış kurumlardan. 

 

 

Kısaltılarak çevrilmiş bu metnin tamamı için bkz: http://whitney.org/file_columns/0002/9848/andreafraser_1_2012whitneybiennial.pdf

koleksiyonerlik, oligarklar, çağdaş sanat