Haliç kıyısında, tek katlı, denize paralel, çelik konstrüksiyon ve tuğla, 200 yıllık şahane bir yapı. Sarık ile fes arasındaki gerilimde, endüstriyel, kentsel ve sembolik olarak moderniteyi dokumuş bir eski fabrika, Feshane. Şimdi içerideki sanat eserlerini ve kütüphanesini “millî ve manevi değerleri” savunduğunu iddia eden örgütlü şiddetten korumak için kapılarını bir açıp bir kapıyor. Kültür ve sanat alanı bu olayı Türkiye modernleşmesinin tüm çelişkileri içinde algılamaya ve tutarlı bir cevap üretmeye çalışıyor. Belki de onu gündeme oturtan saldırıları merkeze almak yerine Feshane’yi kendi belleği bağlamında okumak bizi bir cevaba götürebilir. Ya da açılış sergisi olan “Ortadan Başlamak, Feshane Umut Buluşması”nı, hayata geçirmeyi denediği kültür politikasıyla değerlendirmek yeni soruları açabilir.
Feshane (Yıldız Albümleri). Kaynak: istanbultarihi.ist
Feshane’nin Kültürel Belleği
Feshane Osmanlı İmparatorluğu’nun zamanda ve mekânda sıkıştığı yerde kendini gündelik hayattan başlayarak yeniden örgütleme çabasının sembol mekânlarından biri. Fabrikanın son derece ilginç ve uzun öyküsünü Önder Küçükerman’nın değerli araştırmalarından öğreniyoruz.[1] Giyim sanayiindeki nesnel dönüşümün toplumun bütününü nasıl şekillendirdiğini hayretle görüyoruz: 1789 Fransız Devrimi’yle milatlanan ulusal bağımsızlık hareketlerinin siyasi dayatması kadar, Sanayi Devrimi’yle başlayan yeni üretim ve tüketim ilişkilerinin de İmparatorluğu dönüşüme zorladığı yıllarda III. Selim’in Yeniçeri Ocağı’nı kapatma ve modernleşme girişimi, Kabakçı İsyanı’yla son bulunca bu görev II. Mahmut’a kalır. 1827’de Yeniçeri Ocağı kapatılır. Yerine Nizam-ı Cedid kurulur. 1839’da Tanzimat Fermanı’ndan ve 1876’da ilan edilen I. Meşrutiyet’e kadar uzayan Islahat Hareketi başlar. İşte bu dönüşüm bağlamında Feshane öncelikle yeni ordu düzeninin ihtiyacı olan pantolon-ceket, üniforma üretimi için kurulur. Fakat aynı zamanda sarık yerine, iktidarın yeni sembolü olan fes de burada üretilir. Devlet, kendini kamusal alandaki temsillerini yenileyerek tesis etmektedir. Mehter yerine bandonun (Muzika-i Hümâyun), çarık yerine deri ayakkabının (Beykoz Kundura Fabrikası) gelişi hep aynı ihtiyacın göstergeleridir.
İhap Hulusi Görey ve Hayrettin Çizer’in Beykoz Kundura için tasarladığı ilanlar, 1930’lar. Kaynak: www.mimarizm.com
Feshane 1827 yılında çuha ve askerî elbise üretimi, daha sonra battaniye üretimi için kurulan İngiliz Sanayi tipi ilk fabrikadır. Çelik ve cam fabrika modelinin ilk örneklerindendir. Bugün hâlâ mekânda bulunan direkler Belçika’da dökülmüş, Defterdar semtine gemi ve trenlerle taşınmıştır. Fabrikanın enerji kaynağı olan buhar gücü için gerekli kömür Belgrad ormanlarından getirilmiş, daha sonra makineler Silahtarağa’da (şimdiki Bilgi Üniversitesi, Santralistanbul) üretilen elektrikle işlemiştir. Feshane’deki üretimin hammaddesi ise yündür. Yün elde etmek için II. Mahmut Merinos koyunları getirtip, Balkanlarda ve Trakya’da emekli askerlere çiftlikler kurdurmuştur. Bu durum yeme içme kültürünü de etkilemiş, örneğin ünlü Edirne peynirinin de hammaddesi olan süt üretimi bu yolla gelişmiştir. 1895’te Feshane’ye işçi yetiştirmek üzere Sanayi Sıbyan Mektebi açılmış, öğrencilere teorik ve pratik dokuma dersleri verilmiştir. Tüm bunlar mekânın ne kadar farklı ölçekte ve çeşitlilikte insan, doğa, kent, nesne ilişkisi örgütleyebileceğini göstermektedir. Aslında fabrikanın müstakbel ürünü bütün çelişkileriyle modern yaşamın kendisidir.
Feshane’yi yaptıran II. Mahmut’un iki portre resmi var. Padişah birinde sarıklı, samur kürklü, şalvar ve kuşaklı, ikincisinde redingot, pantolon ve çizmeli. Başında elbette fes var. II. Mahmut, kendisini yeni kıyafetleriyle gösteren portrelerini törenlerle devlet dairelerine astıran ilk padişah. 1829'da yürürlüğe giren kıyafet ıslahatıyla üretilen bu yeni hanedan imgesi ve bu imgenin hızla kamusallaşması gelenek, alışkanlık ve aidiyet sorunlarını tetiklerken, “din elden gidiyor” tepkisini de doğuruyor. Aslında modernleşmenin yarattığı tedirginlik ekonomik temelli dönüşümün kültürel sermayeyi ve onun sembollerini pay ediş biçiminden kaynaklanıyor. Osmanlı tarım ve savaş geliri üzerine kurulu bir ekonomik sistemden sanayi tipi üretime geçiş yapar ve kozmopolit piyasa ekonomisine eklemlenirken kapitalist sınıf çatışmaları da ortaya çıkıyor. Eyüpsultan’da artık ezan sesiyle değil fabrika düdüğüyle uyanan işçi mahalleleri oluşurken kent merkezinde ticaretin gösterişli vitrinleri, Bonmarché’ler de kuruluyor. İlk Mağaza, Grand Rue de Péra'da günümüzdeki Mısır Apartmanı'nın olduğu yerde açılırken; daha sonra günümüzde Odakule'nin bulunduğu yerde faaliyet gösteriyor. Giyim kuşam tarih boyunca kültürel ayrımların kamusal alandaki ilk göstergesi. Bugün Feshane’deki sergiyi protesto edenlerin kılık kıyafetlerine bakarsak, Türkiye modernleşmesinin sarık, fes ardından şapka sembolleri üzerinden izi sürülebilecek çatışmasının hâlâ diri olduğu söylenebilir. Feshane ise, “ecdat yadigârı, kutsal mekân” olmak şöyle dursun, “katı olan her şeyin buharlaştığı” bir endüstriyel mirastır.
Bonmarché
Kurulduğu yıldan sonra pek çok kez el değiştiren Feshane 1937 yılında Sümerbank Defterdar Fabrikası’na dönüştürülmüş, 1949 yılında bir yangın geçirip tekrar inşa edilmiş, ardından uzun yıllar âtıl kalmıştır. Fakat mekânın kaderinde yine ülkenin kültürel hayatında önemli kırılma anlarına ev sahipliği etmek vardır. Bu kez Cumhuriyet’in modern sanat alanına avangard ve çağdaş anlayışla, esaslı müdahaleleri yine bu mekânda gerçekleşecektir.
“Seretonin I”
Uzun zamandır yüzü gülmeyen kültür sanat alanına neşe ve mutluluk hormonu enjekte eden “Seretonin” sergilerinin[2] ilk dozu 3-18 Ekim 1989 tarihleri arasında Feshane’de gerçekleşir. Sanatçı, tasarımcı, karikatürist ve mimarlardan oluşan bir grup, şehrin işlevini yitirmiş endüstriyel mekânlarında sergiler yapma fikriyle biraraya gelir. Nurettin Sözen’in Büyük Şehir Belediye Başkanı, Hilmi Yavuz’un Kültür İşleri Daire Başkanı olduğu dönemde İBB Feshane’nin sergi için kullanımına izin verir.
Sergi 12 Eylül’den beri sürmekte olan politik baskılar altında, dönemin sanat alanına eleştirel mesafede, bağımsız, sivri dilli ve avangard bir tavırla mekâna yeni bir ruh üfler. İçinde hâlen eski tekstil makinelerinin bulunduğu, elektrik ve suyun olmadığı Feshane’de Arhan Kayar, Atilla Özdemiroğlu, Cana Dölay, Çağatay Karaçizmeli, Gürel Yontan, Komet, Korhan Gümüş, Tan Oral ve Türkel Minibaş gibi isimler buluşur. Fakat süreç açık uçlu düşünülmüştür. İsteyen gelip, “ortadan başlayıp” sergiye dahil olabilecektir. Mehmet Güleryüz de öyle yapar, Feshane’ye deve üzerinde girer. Komet, yüksek tavana asılı bir kafes içinde, ağzını açıp kapayarak ama hiç ses çıkarmadan Türkçe sözlük okur. Kafestedir çünkü 1960’lı yıllarda Beyoğlu’nda performans yaparken Ağa Camii’nden çıkan cemaatin saldırısına uğramıştır. Gürel Yontan, Feshane’nin zeminine toprakla birtakım kompozisyonlar yaparken, Tan Oral ve Güleryüz’e, başı dışarıda kalacak biçimde kendini gömdürtür. “Atilla Özdemiroğlu’nun sergideki işlerden yola çıkarak açılışta yaptığı müzik, dokuma tezgâhlarından çıkan seslerin boşalttığı mekânı doldurur.”[3] Türkel Minibaş, Feshane’de çalışmış olan babasının, halen mekânda duran makinesi başında çekilmiş fotoğrafıyla sergiye katılır. Sanatçılar kalıcılık iddiası taşımayan, mekâna özgü işler üretir. Disiplinler arası, kolektif, şenlikli, ironik ve performatif bir deneyim alanı yaratarak mekânı kamusallaştırırlar. Nihayet eşine az rastlanır çoğulculuğu ve cesaretiyle bu deneyim yerel yönetimin desteği ve sanatçı özyönetimiyle işleyen, Feshane’nin ruhuyla şekillenen bir örgütlenme biçimi, bir dayanışma modeli hayata geçirir.
Seretonin’in ikinci dozu 1992’de, bugün İBB Miras’ın kültür sanat mekânı olarak açtığı Yedikule Gazhanesi’nde gerçekleşecektir.[4] Seretonin Sergileri 1990’lar Türkiye’sinde yaşam ve sanatın yeniden ve umutla buluşmasının ilk ve en önemli örneklerinden biridir.
Kültürel Farklılığın Üretimi
Seretonin’in yarattığı heyecanın da etkisiyle Feshane’nin sanat etkinlikleri için düzenli kullanılması fikri ağırlık kazanır. Aynı dönemde İstanbul’da bir modern sanat müzesi kurmaya yönelik girişimler de hızlanmıştır.
İBB’nin açtığı, Feshane’yi müze olarak işletme ihalesini Dr. Nejat Eczacıbaşı Kültür ve Sanat Vakfı’nın kazanmasıyla yapının onarımı için çalışmalar başlar. 3. Uluslararası İstanbul Bienali’nin Ekim 1992’deki açılışına hızla yetiştirilmek üzere mimarlar Gae Aulenti ve Reşit Soley görevlendirilir. Feshane, küratörlüğünü Vasıf Kortun’un üstlendiği 3. Uluslararası İstanbul Bienali’ne yeni müzenin –İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Nejat F. Eczacıbaşı Sanat Müzesi’nin– ilk sergisi olması umuduyla ev sahipliği yapar.[5]
Bu serginin hazırlıklarına Temmuz 1992'de başladığımız zaman elimizde geçen bienallerde kullandığımız mekânlardan Süleymaniye İmareti, Askeri Müze yoktu. Yıldız Üniversitesi'nin verdiği alanlar kifayetsizdi, bunun ötesinde 2. Bienalde yaşanan teknik ekip sorunları sergilerin birbirlerinden uzakta olmamasını gerektiriyordu. Ayrıca sergileri dağıtmak aralarında hiyerarşik bir kalite farkı yaratıyordu. İstanbul gibi dağınık ve ulaşım sorunları olan bu kentte sergilerin izlenmesini mümkün kılmıyordu. Sonuç olarak çok az kişi bu sergileri görebildi. Bunun üzerine her ne pahasına olursa olsun sergileri bir alana toplamaya karar verdim. Bunun için yaz boyunca, Dolapdere'deki büyük fabrikaları, kullanılmayan TV stüdyolarını, et borsası binasını, Mezbaha'yı, Feshane'yi ve çok çeşitli yerleri gezdim. Ve sonunda Feshane'de karar kıldım. Gerisi hepimizin çok iyi bildiği bir harika öyküdür.[6]
Modernliğin tüm kültürel farklılıklarıyla dokunduğu eski fabrikada 3. Uluslararası İstanbul Bienali’nin teması “Kültürel Farklılığın Üretimi” olarak belirlenir. Sergiye 15 ülkeden 70 sanatçı katılır. Bienal’e katılacak sanatçıların “kültürel farklılığı irdelemelerinin yanı sıra, günün nabzını tutmaları ve mümkün olduğu kadar genç olmaları ve gelecek vaat etmeleri” gözetilir. Vasıf Kortun niyetini şöyle ifade eder:
Bienalin sanki bir sanat pazarı gibi algılanılmasından kurtulunup, entelektüel bir alan olarak görülmeye başlanılmasını bekliyorum (…) Sergi tasarımcıları sanattaki merkezkaç güçleri kapsayamıyor ve tek istikametli bir alışveriş yerine konacak olan ayrı coğrafi ve düşünsel alternatifler aranıyor. Sanat her zamandan fazla merkezkaç bir hızla değişmekte. Türkiye'nin de bu açıdan ayrı bir önemi var. Sanatsal üretim, izleyicisiyle yeniden bir temas kurmak zorunda. Sanatsal üretimin medyasal iletişim bağı içindeki anındalığını benimsemiş olsak da yeniden-yerelleşen bir dünya içinde yaşamaktayız. Bienal bunu göz ardı etmeyecek.[7]
Çağdaş sanatın kentin fiziksel, sosyal, kültürel yapısıyla bağını “yeniden yerelleşerek” kurmaya dair kaygıların bütün bienal tarihini kat ettiğini söyleyebiliriz. Bugün hâlâ mesele bienalin vaat ettiği “entelektüel kültürel üretim alanının” merkezkaç etkisidir. Kurumsal ve küratoryal stratejilerin sürdürdüğü kültür-sanat politikası için merkez ve çevre neresidir? Sanat yapanlar, sanata konu olanlar, sanatı izleyenler arasındaki ilişkiler nasıl örülmektedir? Her sergi bu sorulara verdiği cevaba göre ister istemez bir tür kültür politikasıyla kente bağlanır. Feshane, Bienal örneğinde yerel yönetim, özel sermaye ve sanatın sivil alanı arasında bir anlaşmanın sonucu, kültürün demokratikleşmesini hedefleyen bir sanat alanına dönüşür. Fakat buradan kalıcı, özerk, yaşayan, uluslararası bir kültür kurumunun çıkması için çok fazla engelin aşılması gerekecektir. Vasıf Kortun’un mekânın geleceğine dair beklentileri nettir:
1) Uluslararası olmayan bir standartta bina istemiyoruz. 2) Yetiştirilmiş çağdaş sanat uzmanı, çağdaş sanat müzesi know how’ı olmayan bir müze yönetimi istemiyoruz. 3) Mega ölçülerde bir gösteriş müzesi istemiyoruz. 4) Devalüe olmuş sanat yapıtlarıyla dolu bir müze istemiyoruz. 5) Yaşayan sanat, güncel boyut, uluslararası geçerlilik taşımayan yapıtlar istemiyoruz. 6) Yapıt hapishanesi, depo, yapıt mezarlığı gibi müze istemiyoruz. Sınırlı amaçlı müze istemiyoruz.[8]
Burada yapılan tanıma uygun yaşayan bir çağdaş sanat merkezine hâlâ kavuşamadığımız düşünüldüğünde Feshane’de gelinen kırılma noktasının önemi bir kez daha ortaya çıkar. Ne yazık ki Bienal’in ardından Vakıf ile Belediye arasında çıkan anlaşmazlık nedeniyle fabrika İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne geri verilir. Bu arada fabrikanın kuzey cephesinin sular altında kalması önlenemez. Müze projesi ise 1994’te Refah Partisi’nin belediye seçimlerini kazanmasıyla iptal olur.
Doğan Hızlan 1 Aralık 1999 tarihli köşe yazısında “Feshane bir Modern Sanat Müzesi olacaktı, hayallerimiz yıkıldı” diye hayıflanmıştı.[9] Açılamayan ya da açılıp kapanan kültür sanat mekânlarının hikâyesi, kültür politikasının sadece tekil aktörlerin mahareti olarak düşünülemeyeceğini gösteriyor. Sanat alanının sermaye ve devlet alanı, yerel yönetim ve sivil toplum alanı arasına sıkışmış, onlarla yer yer kesişen yer yer iç içe geçen “görece özerk” bir mücadele alanı olarak tahayyül edilmesi gerektiğini gösteriyor. Bugün bu mücadelenin bayrağını Artİstanbul Feshane Sanat Merkezi devralmış gibi görünüyor.[10]
Fotoğraf: Özcan Yaman
Artİstanbul Feshane Sanat Merkezi
2007 yılında Beral Madra küratörlüğünde gerçekleşen “Komşularla Konuşmalar” başlıklı serginin ardından Feshane uzun süre sanattan uzak kalır. Hemşeri dernekleri etkinlikleri ve Ramazan şenliklerinin mekânı haline gelen Feshane 2018 yılında İBB eliyle “Tasavvuf ve Osmanlı Kıyafetleri Müzesi” yapılmak üzereyken 2019’daki belediye seçimleriyle gelen yönetim projeyi durdurur. Artİstanbul Feshane’nin macerası ise İBB Miras’ın 2020-2023 yılları arasında gerçekleştirdiği restorasyon ve yeniden işlevlendirme çalışmalarının ardından 24 Haziran 2023’te başlayacaktır.[11]
8330 metrekarelik Artİstanbul Feshane Sanat Merkezi’nin çok-amaçlı bir yaşam alanı olarak faaliyet göstermesi, ulusal ve uluslararası projelere ev sahipliği etmesi planlanıyor. Sergi alanları, toplantı salonları ve kütüphanesi bir yana Feshane’nin yeşil alanları ve mimarisiyle de Haliç kıyısında keyifli vakit geçirmek için tercih edilecek bir durak olması umuluyor. Aslında Feshane’nin kentsel kamusal mekân olarak değeri kültür-sanata yeni bir güzergâh açmasından kaynaklanıyor. İBB Miras tarafından Balat ve Kasımpaşa tarafında açılan diğer kültür mekânlarına eklemlenen Feshane; Haliç’i kentin farklı sosyo-kültürel kesimlerinin de erişimine davet eden, merkez-çevre ilişkisini değiştiren yeni bir hattı işaret ediyor. Sergilerin gezilme yoğunluğu bir yana özellikle konserler ve çocuk etkinlikleri sırasında ağırladığı ziyaretçilerin çeşitliliği niyetin gerçekçi olduğunu kanıtlar gibi görünüyor. Kapılarını açmayı başarmış bu kültür merkezinin kaderi elbette gelmekte olan yerel seçimlere, yerel yönetim ile merkezî idare arasındaki gerilimlere, ekonomik koşullara bağlı. Ama sanat alanının yaratıcı aktörlerinin ve kentlilerin mekânla kuracakları ilişki, burayı bir üretim, yaşam alanı olarak kullanma iradesi, Feshane’nin geleceği açısından belirleyici olacak.
Fotoğraf: Özcan Yaman
Ortadan Başlamak
Artİstanbul Feshane’nin açılış sergisi “Feshane Umut Buluşması, Ortadan Başlamak” sergisi işte tüm bu hikâyelerle birlikte izlendiğinde bambaşka bir anlam kazanıyor. Serginin kavramsal çerçevesi tam da Feshane’nin geçmişinden soluk alıyor. Mekânın belleğindeki tüm bu çatışmaların mirasçısı, tamamlanmamış modernlik projesinin bir ürünü, gelmekte olan ortaklıkların müjdecisi olarak kendini bu kesintili tarihe eklemliyor.
Çoğulluğu ve farklılığı överken, parça ve bütünü hem özerk hem birarada tahayyül etmeyi öneriyor. Yenilenmek için uygun zamanı ve mekânı beklemenin gerekli olmadığını, şimdi ve burada, geçmişe ve geleceğe aynı anda açılan bir geçit bulabileceğimizi söylüyor. Koparılıp atılanı, koptuğu yerden, yıkılanı yıkıldığı yerden şimdiden başlayarak bağlamaya; “toplumsalı yeniden toplamak” görevini sanatın araçlarıyla düşünmeye davet ediyor.[12]
“Umut Buluşması” alt başlığı ise serginin kolektif bir çabanın ürünü ve yatay bir örgütlenme modeli olmasından kaynaklanıyor. Sergi öznesini sanat alanı içinde mümkün en geniş spektruma yayması umulan, gelişmekte olan bir bağımsız, kolektif gövde “İstanbul Sanat Meclisi” olarak tanımlıyor. Aslında Umut Buluşması bu topluluğun kendi kendini ürettiği ve üretmeye devam ettiği bir mecra olarak düşünülebilir. Umut Buluşması, başı, başlangıcı, başkanı olmayan bir ortaklık denemesi.
Umut Buluşması
Serginin örgütlenme sürecinin ateşleyicisi, bir itiraz; çağdaş sanat alanında işlerin pek de yolunda gitmediğini gösteren Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Beyoğlu Belediyesi himayesinde düzenlenen Beyoğlu Kültür Yolu Festivali projesinin yarattığı rahatsızlıktı. Devletin ve yerel yönetimin “Beyoğlu’nu alıp, içini kemirip kabuğunu alışveriş merkezine cephe yapmak isteyen”[13] kültür politikasının (AKM, Emek, İnci, Narmanlı, Gezi daha niceleri şahittir) bir başka alamet-i farikası olan bu etkinlik sanat alanında tepki çekmeyi bırakın, rağbet görmüştü. “Festivale” geniş kapsamlı, kurumsal ve bireysel katılım olmuştu. Bir sergi ya da etkinlik, onu düzenleyen, finanse eden ve reklamını yapan kurumların “kültür politikasından” ya da adını koyalım “yaşam politikasından” muaf tutulabilir miydi? Katılımcı bu politikanın yarattığı etkilerden sorumsuz olabilir miydi? Bugün “Ortadan Başlamak” sergisini oluşturan ekip bu soruya “hayır” cevabını verdi ve kolları sıvadı. Bizzat kent hakkına dayanan bir iradeyle İBB’ye Feshane’de bir sergi açma talebini götürdü.
Niyet; devletin ve özel sektörün kültür politikalarının zorlama ve kısıtları dışında bağımsız hareket edebilmek, özerkliğini koruyabilmek, kentsel kamusal alanın demokratikleşmesine katkıda bulunmaktı. Bu amaçla yerel yönetimle yol yürüme imkânlarını araştırmak bir tür sorumluluk olarak belirmişti. İlk etapta 19 küratörlü sergi, kurumsal katılımlar, solo sergiler ve çeşitli etkinliklerle 500’e yakın kişiyi içine alan bir topluluk ortaya çıktı. Sergi, farklı sanatsal yaklaşımlardan ve farklı dönemlerden 400’den fazla eseri, müellif ayırmadan, ressam ya da yapay zekâ, büyük usta ya da genç sanatçı inisiyatifi arasında hiyerarşi kurmadan, ticari hiçbir temsiliyet olmadan toparladı. Modern, güncel ve çağdaşı hemzemin kıldı. Bir sanat pazarı olmanın ötesine geçemeyen fuarcılık anlayışının, modernist bitmiş tamamlanmış sergi kültünün, çağdaş sanatın seçkinci ayrımlarının ötesinde melez bir yapı oluşturulmaya çalışıldı.
Bir fuarcılık modeli olmadığı gibi şef küratörlü bir büyük sergi de olmayan “Umut Buluşması” Türkiye sanat alanında modern, çağdaş, güncel sanat tanımları arasındaki gerilimleri temsil ediyor. Farklı kutupları, çatışmaları içerisinde ve tekilliklerinde buluşturuyor. Kültür sanat alanına emek veren tüm aktörlerin sanat tanımları ve tavırları ne olursa olsun yan yana gelebileceklerine ve çoğul bir dil oluşturabileceklerine dair inanç –belki de ihtiyaç– bu çabada belirleyici olmuş gibi görünüyor. Tüm kırılganlığı, güvencesizliği ve örgütsüzlüğüyle kültür-sanat alanının bu tür etkinliklere olan talebi de giderek artıyor.
Fotoğraf: Özcan Yaman
“İnşallah bu serginin kapatılacağını temenni ediyoruz.”[14]
Uzun uzun yazdım çünkü sergi açıldığından beri bunları konuşmaya zamanımız olmadı. Çünkü modenleşmenin ilk krizlerini, sanat alanı içinde özgürlük ve özerlik mücadelesini, sivil toplum, yerel yönetim ve devlet arası uzlaşmazlıkları belleğinde taşıyan Feshane yine dönemin gerilimlerinden payına düşeni aldı.
Feshane’nin ülke gündemine bomba gibi düşüşü sivil değil sapkın olarak tanımlanmasından kaynaklandı. Sergi açıldığı günden itibaren siyasal İslamcı grupların saldırılarına hedef oldu. Fikirde Birlik ve Mücadele Platformu Başkanı “Kültür sanat adı altında burada sergilenen şeyler kesinlikle sapkınlığı özendirmektedir ve bizim manevi dokumuzla milli kültürümüzle yakından uzaktan alakası yoktur, örtüşmemektir, çatışmaktadır,” dedi. Açıklamanın ardından grup üyelerinden bazıları Artİstanbul Feshane önünde güvenlik önlemi alan polis engelini aşarak içeri girmek istedi. Polisin geçişe izin vermemesi üzerine kısa süreli arbede yaşandı. Gönül Nuhoğlu’nun keçi heykelleri “satanist sembol” oldukları gerekçesiyle tahrip edildi. Geçtiğimiz günlerde Yesevi Alperenler Eğitim, Kültür ve Yardımlaşma Derneği müstehcenlik, çıplaklık ve dinî değerlere hakaret içerdiği iddiasıyla, “İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile ilgilileri hakkında suç duyurusunda bulundu”. [15]
Söz konusu saldırıların hedefi tüm ülkede ifade özgürlüğünü tehdit eden ve her gün artan politik baskıyı kültürel değerler ve toplumsal hassasiyetler halısı altına süpürmek gibi görünüyor. Oysa “kültür ve sanatta neden hegemonya kuramadığını” sorgulayan kurumsallaşmış siyasi iktidarın öfkesi bu çuvala sığmıyor. Ülkenin dört bir yanından saldırı, sansür haberleri gelirken yerel seçimlerin arifesinde Feshane’nin açık kalmasının önemi daha da belirginleşiyor. Tam da bu nedenle kültür-sanat alanında geniş spektrumlu bir Feshane dayanışması örülmüş olması umudumuzu diri tutuyor. Saldırıyı kınayan kişiler, kurumlar ve katılımcılar adına hazırlanan imza metninde dendiği gibi:
Bu sergide devletin ve özel sektörün her türlü belirleyici etkisinden bağımsız, özgür bir sanat arayışı bir bellek mekânında ve ona referansla kendini ifade imkânı buldu. Bize göre öncelikle bu kazanımın kendisi çok kıymetlidir. Mekânın kamusal kullanıma mükemmel bir restorasyonla açılabilmiş olması büyük bir başarıdır. Bu mekânda tüm çeşitliliğiyle bir araya gelen topluluğun “Ortadan Başlamak” adı altında bir sergi üretmesi de tarihe umutlu bir not düşmüştür.[16]
Geçtiğimiz hafta sergiyi düzenleyen İstanbul Sanat Meclisi bir çağrı yaptı ve sergide olmayan sanatçıları “ortadan katılmaya” davet etti, serginin agorasında açık dersler yapılmaya başlandı, atölye ve etkinlik düzenlemek isteyenlerin sayısı arttı. Dayanışma, karşıtlık ve çatışma diliyle değil “biz işimize bakalım” ferahlığında bir hak mücadelesi olarak büyümeye devam ediyor.
Sonuç
“Ortadan Başlamak” sergisi, Seretonin’in yarattığı bağımsız ruhu geri çağırarak, 3. Bienal bağlamında dile getirilen kaygılara yeni cevaplar üreterek ve mekânın tarihsel olarak yüklendiği gerilimin nedenlerini sorgulayarak Feshane’ye yerleşmiş görünüyor. Amatörlüğün heyecanını kaybetmeden kurumsallığın becerisini edinmek, mevcut politik aktörlerle özerkliğini koruyarak ilişkilenme mahareti kazanmak; majörler ile minörleri aritmetik olarak toplamadan ilişkilendirmek mümkün mü? Cevap vermek için acele etmeyelim ama kültür ve sanatın günümüzde dağılmış olan toplumsallığı toplamak için yapabileceği çok şey var. Tıpkı yün kullanan tekstil fabrikalarında, statik elektrikten yangın çıkmasın diye mekânın damarlarına enjekte edilen su gibi…
Sergi Künyesi
Küratörler: Ahmet Ergenç, Alikev, Argun Okumuşoğlu, Bengü Gün, Emre Zeytinoğlu, Ekmel Ertan, Ezgi Bakçay, İKSV, Işık Gençoğlu, Kevser Güler, Leyla Ünsal, Mahmut Wenda Koyuncu, Noks / Koli Artspace, Osman Nuri İyem, Rafet Arslan, Resul Aytemur, Sine Ergün, Sevda Süzer, Taner Güven
Sanatçılar: A.Cem Şahin, Adrián Villar Rojas, Ahmet Aydın Atmaca, Ahmet Elhan, Ahmet Merey, Ahmet Özel, Ahmet Umur Deniz, Ahu Akgün, Akram Zaatari, Ali İbrahim Öcal, Almıla Karay, Alp Sime, Altay Tuz, Anıl Duran, Antonio Cosentino, Aret Gıcır, Argun Okumuşoğlu, Artin Demirci, Arzu Başaran, Arzu Kılıçdoğan, Aslı Altınışık, Atilla Atala, Aydan Çelik, Ayhan Akikol, Aylin Leblebici Öztürk, Aysun Ataç, Ayşe Erkmen, Ayşenur Köksal, Bahadır Yıldız, Bahar Saruhan, Başak Kaptan, Begüm Mütevellioğlu, Bengisu Bayrak, Berkay Tuncay, Berna Yazıcı, Berrin Yırtmaç, Bora Başkan, Buket Güreli, Burak Ata, Burak Delier, Burhan Kum, Bünyamin Bozkuş, Can Akgümüş, Can Aytekin, Can Ünlü, Cansen Ercan, Cansu Gürsu, Cavit Mukaddes, Cem Arslan, Cem Sonel, Cemil Cahit Yavuz, Cengiz Uğur, Cevdet Kocaman, Ci Demi, Coşkun Sami, Çağnur Öztürk, Çağrı Saray, Damla Sandal, Daniel Geiger, Dayk Danzig, Deniz Coşkun, Deniz Karbon, Deniz M. Örnek, Derya Cırık, Devin Oktar Yalkın, Dilek Demirci, Dilek Özalp, Dilek Winchester, Doğukan Çiğdem, Ece Eldek, Ece Haskan, Eda Emirdağ, Ekin Kano, Ekin Keser, Ekmel Ertan, Elçin Acun, Elmas Deniz, Elmgreen & Dragset, Elvan Ekren, Elvire Cheviron, Emel Rodoplu, Emin Turan, Emrah Günay, Emrah Önal, Engin Çolakoğlu, Enis Malik Duran, Eray Özcan, Erdağ Aksel, Erdal Arslan, Erdal Arslan, Erdinç Arslan, Erinç Seymen, Esat Tekand, Esk Reyn, Esra Özgüroğlu, Etem Şahin, Evrim Kavcar, Eylem Nazlıer, Eyüp Öz, Ezgi Özten, Fatoş İrwen, Fatoş Keleş, Ferhad Salman, Ferhat Doğan, Ferhat Özgür, Fevzi Koyuncu, Francis Alÿs, Füsun Onur, Gizem Enuysal, Gizem Ünlü, Gökçen Cabadan, Gökhan Deniz, Gönül Nuhoğlu, Gönül Özdemir, Gül Bolulu, Güler Güçlü, Gülercan Hacıoğlu, Gülgün Günal, Gülistan Karagüzel, Gülsün Karamustafa, Gülsün Yılmaz, Gültekin Alkurt, Günal Salt, Günseli Baki, Hakan Gürsoytrak, Halil Altındere, Halil Yavuz Ertürk, Hatice Karadağ, Hayri Ağan, Hayri Karay, Hesen Chalak, Hilal Darcan Aral, Hilal Polat, Horasan, Huri Kiriş, Hülya Mutlu, Hüseyin Arıcı, Hüsnü Koldaş, İhsan Oturmak, İlgen Arzık, İlhan Sayın, İnci Eviner, İrfan Okan, İrfan Önürmen, İrfan yavru, İsmail Mert Eker, İsmet Değirmenci, İsmet Doğan, Işıl Güleçyüz, Joel Menemşe, Kader Genç, Kemal Aslan, Kemal Cengizkan, Kemal Özen, Kerem Ozan Bayraktar, Kevser Güler, Kıymet Daştan, Komet, Kubilay Dağbatıran, Kürşad Bayhan, Lawrence Weiner, Locan Ata, Mahir Güven, Mahmut Akdemir, Mahmut Celayir, Maria Roza, Maria Sezer, Mark Dion, Mehmet Akan, Mehmet Ali Boran, Mehmet Çeper, Mehmet Güleryüz, Mehmet Kacmaz, Mehmet Öğüt, Mehmet Özer, Mehmet Tekirdağ, Melenâ, Meliha Sözeri, Melis Bilgin, Meltem Şahin, Memed Erdener, MeMeT, Meral Güler, Mercan Dede, Mert Can Bükülmez, Mert Çağıl Türkay, Merve Dündar, Metin Ekinci, Metin Özgör, Metin Ünsal, Mevlüt Akyıldız, Michael Rakowitz, Michael Wright, Murat Akagündüz, Murat Germen, Murat İrtem, Murat Morova, Murat Tosyalı, Mustafa Boğa, Mustafa Kara, Aslı Altınışık, Mustafa Özel, Mustafa Pancar, Mürüvvet Türkyılmaz, Nalan Yırtmaç, Nazan Azeri, Nedret Sekban, Neriman Polat, Nesli Türk, Neslihan Demircioğlu, Neşe Erdok, Nevin Aladağ, Nihal Gündüz, Nihal Mavigök Sungur, Niloofar Lynn, Nilüfer Şatana, Numan Okutan, Nur Ataibiş, Nursen Bilgin Kadayıfçıoğlu, Oddviz, Oğulcan Yiğit Özdemir, Okyanus Çağrı Çamcı, Oleksiy Koval, Ozan Alp Hiçyılmaz / Pırıltı Onukar, Ozan Atalan, Ömer Emre Yavuz, Özcan Metehan, Özcan Yaman, Özcan Yurdalan, Özgür Korkmazgil, Özlem Özkan, Paria Pahlevani, Pelda Aytaş, Pembe Tüzüner, Rahmi Aksungur, Reis Çelik, Resul Aytemur, Sadık Arı, Saim Erken, Sakine Yıldıran, Sami Solmaz, Seçil Büyükkan, Seçkin Tercan, Sedat Suna, Selahattin Yıldırım, Selçuk Fergökçe, Selim Süme, Selin Gömüç, Selmet Güler, Sema Maşkılı, Semrah Çelik, Serap İskender, Serdar Şencan, Serkan Taycan, Setenay Alpsoy, Sevgi Akyüz, Sevgi Karay, Sevgi Yanar, Sevil Tunaboylu, Sevinç Altan, Seyhan Atamer, Sezaiş Özdemir, Sibel Kocakaya, Sibel Tarhan Kasapoğlu, Sinan Logie, Sinem Dişli, Songul Canerik, Su Çizgen, Sultan Burcu Demir, SUREYYA, Süleyman Saim Tekcan, Şahin Domin, Şevket Sönmez, Şive Neşe Baydar, Tan Cemal Genç, Taner Ceylan, Taner Güven, Taner Tunga, Temür Köran, Tolga Sezgin, Toygun Özdemir, Tuğçe Arıöz, Turgut Yüksel, Tülay Ulukılıç, Ufuk Akarı, Ufuk Koşar, Umut Erbaş, Ümit İnatçı, Ümit İyem, Vahap Avşar, Vasıf Pehlivanoğlu, Veronika Wenger, Volkan Kızıltunç, Vuslat Doğan, Wael Shawky, Y. Murat Şen, Yağızhan Çalışkan, Yağmur Çalış, Yağmur Koçak, Yalçın Karayağız, Yasemin Kalaycı, Yasemin Özcan, Yasin Akgül, Yelta Köm, Yesim Oguz, Yeşim Us, Yılmaz Bulut, Yiğit Altıparmakoğulları, Yoğunluk, Yonca Saraçoğlu, Yusuf Aslan, Yusuf Sevinçli, Yusuf Şengür, Yücel Tunca, Zafer Aracagök, Zerrin Yat, Zeycan Alkış, Zeynep Atalay Ulusakarya, Zeynep Beler, Zeynep Çaylı, Zeynep Özdemir, Zulal
[2] Kelimenin doğru yazımının "serotonin" olduğunu sonradan öğrenseler de serginin ismi Türkiye güncel sanat tarihine "Seretonin" olarak geçer.
[10] Mekanın belleğindeki bir diğer sergi de 2007 yılında Beral Madra küratörlüğünde ve yine İBB himayesinde gerçekleştirilen Komşularla Konuşmalar’dır. Güney Kafkasya, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’den sanatçılar arasında iletişim ve işbirliğini desteklemeyi, bölge ülkeleri arasında kültürel alış verişe katkıda bulunmayı ve İstanbul odaklı bir sanat platformunu canlı tutmayı amaçlayan serginin yapımcılığını BM Çağdaş Sanat Merkezi ve Korpus Kültür Sanat Yayıncılık üstlenmiştir. Komşularla Konuşmalar’ın en önemli özelliği sergisinin yapıtlarının Saraybosna’daki Ars Aevi Çağdaş Sanat Müzesi Koleksiyonu’na bağışlanmış olmasıdır. https://www.beralmadra.net/exhibitions/neighbours-in-dialogue-istanbul-collection-for-ars-aevi-sarajevo/
[12] Serginin basın bülteninden.