/ Tezler / Kent Yoksulluğunu Konut Sorunu Çerçevesinden Karşılaştırmak: Fransa ve Türkiye'de İleri Marjinallik

21/3/2023 / skopbülten / Cansu Tekin

Özet

Kent sosyolojisi ve çalışma ekonomisi disiplinlerinin kesişim noktasında konumlanan bu çalışma, konut sorununu temele alarak Fransa ve Türkiye'de ileri marjinalliğin izlerini sürmektedir. Neoliberal müdahalenin erken ve geç kapitalistleşmiş iki ülkede emek piyasalarının, kamu politikalarının, devletin rollerinin ve sosyal politikaların mekan üretimindeki rolünü kent yoksullarını temele alarak açıklamak amaçlanmaktadır. İleri marjinalliğin karşılaştırmasını yapabilmek için özdüşünümsellik ilkesiyle hareket edilerek etnografik gözlem gerçekleştirilmiş, her iki ülkede derinlemesine mülakat yapılmıştır. Özellikle sosyal politikanın bir kolu olarak konut sorununa verilen yanıtın iki ülkede farklılaşması, kent mekanının emek rejimlerine göre yeniden biçimlenmesi ve sonunda konut sorununa verilen cevapların iktisadi dönüşümlerle açıklanmaya çalışılmıştır. Tarihsel olarak emek rejimlerindeki dönüşümün kent yoksullarının durumuna doğrudan etki ettiği görülmüştür. Fransa'da Belle de Mai'de Türkiye'de ise Çinçin'de çalışma gerçekleştirilmiştir. Yapılan saha çalışmasında toplam 31 kişi ile derinlemesine mülakat yapılmıştır. Çalışmanın temel olarak dört sonucu vardır: i) kent yoksulluğu evrensel olarak benzeşmektedir. ii) kentin sürgün bölgeleri devlet eliyle izlenen ekonomi politikalarına bağlı olarak geliştirilen emek rejimine dayanarak inşa edilmiştir. iii) Yoksulluğun metalaşması sermaye için yeni bir alandır. iv) Konut hakkı mücadelesi örgütsel çölleşmenin önüne geçebilir ve evrensel olarak talep edilmelidir.

 

Çinçin (Gültepe) mahallesi, 2013.

 

Sonuç

Bu çalışmada Fransa ve Türkiye’de kent yoksulluğu, ileri marjinallik kavramı çerçevesinde tarihsel olarak incelenmiş olup Belle de Mai ve Çinçin mahalleleri özelinde makro ve mikro anlamda yaşanan dönüşümler, özdüşünümsellik pozisyonundan etnografik gözlem ve derinlemesine mülakat metodları ile araştırılmıştır. Özellikle sosyal politika ve çalışma ilişkilerinde yaşanan dönüşümün konut sorunu ile bağı kurularak mülksüzlerin, yoksulların, prekaryanın yaşam deneyimleri aktarılmaya çalışılmıştır. Böylesi bir çaba ile sosyal politika disiplinine yeni bir bakış açısı kazandırılmak hedeflenmiştir. Disiplinler arası çalışma konusunda ısrarlı olunması sonucunda kent sosyolojisi, sosyal politika ve çalışma ilişkilerinin kesişim noktasında konut sorunu incelemeye tabi tutulmuştur. Bunun yanında art zamanlı olarak mekansal zamansal eksen üzerindeki iktisadi ve toplumsal şekillenme de çalışmanın odağına oturtulmaya çalışılmıştır.

İktisadi ve toplumsal şekillenmeyi açıklarken devletin sağ ve sol eli arasındaki bitmeyen mücadele de önemli bir noktadır. Devletin sol elini eğitim, sağlık, konut hakkı, refah harcamaları, iş yasalarındaki sosyal harcamalar ve kamu odaklı politikalar belirler. Sol elin konusu, ne kadar metadışılaşırsa o kadar sağ elden uzaklaşır. Sağ eli ise yeni ekonomi politikaları, bütçe kesintileri, mali teşviklerin yapısı, deregülasyon politikaları, ceza kurumlarındaki –ki bu oldukça geniş ele alınmalıdır– değişikliklerdir. Bu kurumlar arasındaki çekişme doğrudan kent yoksullarını, işçi sınıfını, ileri marjinalleri hızlı ve çarpıcı biçimde etkiler. 1980 sonrasında Keynesci toplumsal sözleşmenin bitişiyle sağ elin, neoliberal ekonomi politikaların maşasıyla ön plana çıkışı her iki ülkede de ileri marjinalleştirilen grupların kapana kısılmasına, ikincil işgücü piyasasına itilmesine, “gayri meşruya düşmelerine” neden olmuştur. Böylece gözleme, izleme, yaftalama ve cezanın farklı biçimleri uygulamaya konulmuştur. Welfare-workfare arasındaki dönüşüme giden yolun inşası, cezanın anlamının dönüştürülerek uygulamaya konulmasının sonucu ortadadır.

Çalışmanın temel sonucu yoksulluğun ülkelerde her ne kadar aynı kumaştan dikilmemiş olsa da benzer kumaşlara sahip olduğudur. Farklıların yanında ortaklaşan yönlere de dikkat çekilmiştir. Tarihsel bağlamda bakıldığında yoksulun nasıl yönetileceği sorusunun cevabı aranırken her daim mekanla bağı bir şekilde kurulmaya çalışılmıştır. Araştırmanın yapılma amacı olarak sorulan soruların cevaplarının çalışma içerisinde bulunması mümkün olmuştur. Örneğin tarihsel olarak kent mekanında yoksullar, mülksüzler sınırlanmış, kent alanı içerisindeki fiziki ya da zımni sınırlar her daim çizilmiştir. İkinci bölümde bahsi geçen tarihsel analiz halen ilkel formülasyonlar ile yoksula bakışın devam ettirildiğini gösterir. Özellikle yardım-çalışma arasındaki çimentosunun yüzyıllar önce karıldığı söylenmelidir. 16. yüzyılda yardım karşılığında kent çeperinde kanalizasyon işlerinde çalıştırılan yoksul, günümüzde aktif istihdam politikası adı altında eğitiminden bağımsız işlerde aynı güvencesiz çalışmaya devam etmektedir. Diğer bir benzerlik ise, 16. yüzyıl yoksulu çalışma evlerine hapsedilirken günümüz yoksulu marjinalleştirilmiş, bölgesel olarak görünmeyen sınırlar içerisine hapsedilmiştir. Bu hapis ulaşım ve iletişim kanallarının tıkanması ve kentsel karşılaşma ihtimallerinin sınırlanmasıyla yapılmıştır.

Çalışma için yapılan derinlemesine mülakatlarda iki ülke arasındaki temel benzerlik yoksulluğun mekansal yoğunlaşması olmuştur. Denetimin kent mekanına yansımasının araçları, adı çıkmış mahallelerdeki çalışma ilişkilerinin dönüşümünde aranmalıdır. Bir anlamda tecrit haline işaret eden kentsel sürgüne eşlik eden mekansal damgalama ise emek piyasasında yaşanan ayrımcılıklara bir de mekan boyutunun eklenmesi gerekliliğini göz önüne sermiştir. Mekan boyutunun yanında ırk ve cinsiyet temelli ayrımcılıkların halen her iki ülkenin emek piyasasında güçlü bir biçimde ayrımcılık faktörü olarak öne çıktığı da ayrıca tespit edilmiştir. Kent mekanına yönelik saldırılar ve neoliberalizmin kent mekanını şekillendirici gücü açısından emek piyasalarındaki dönüşüm kritik öneme sahiptir. Saldırı altındaki formel emek piyasasında yerinden edilen veya halihazırda hiç yer bulamayanları bekleyen ise alternatif emek piyasası olarak enformel piyasalardır.

[…]

[D]eğişen makro iktisadi politikaların emek piyasalarına yansıması sonucunda işsizliğin artışı, bölgesel damgalamanın medya veya söylemsel düzeyde inşasını kolaylaştırır. […] Eski işçi sınıfı mahallelerinin içi her iki ülkede bu şekilde boşaltılır, yerleşikler yaftalanır, işgücü piyasasından dışlanır ve bu bölgeler “işe yaramaz”, “tehlikeli” insanların oturduğu suç yuvaları olarak algılanmaya başlanır. Yavaş yavaş çürümeye terk edilen bu mahallelerde mekanın fiziki yapısında meydana gelen bozukluklar umursanmaz, yapısal şiddetin maddi yansıması açıkça görünür hale gelir. Polis gücünün artırılması ise bu mekanların iyiden iyiye tekinsiz olduğu imgesini yaratır. Tekinsizliğin salınımı sonucunda komşuluk ilişkilerinde parçalanma, geleneksel dayanışmanın kaybı meydana gelir. Her iki bölgede de yaşayanlar açısından en çarpıcı tespit umutsuzluktur. Umutsuzluk içerisinde güven duygusu ancak, ırk, cinsiyet, etnik ve dini köken temelinde bulunabilir. Umutsuzluk içerisinde ise yepyeni dayanışma formları keşfedilir. Bu parçalı ve bağlantılı yapı sermaye için yepyeni bir alan açar. Artık yıkım ve talan için yeter koşullar oluşturulmuştur. Sırada yoksulluğun metalaştırılması gelir.

Çalışmanın geliştirilmeye en açık bulgusu, yoksulluğun metalaşması bulgusu olmuştur. Özellikle sosyal politika alanından konut krizine bakıldığında, mülakatlar sırasında fark edilen husus, konut sorununun sermaye için yeni bir birikim alanı haline geldiğidir. Alan araştırması yapılan her iki mekanın kent merkezlerine yakınlığı, sermaye için yeni bir rant alanı haline gelmelerine neden olmuştur. İddia edildiği üzere, yoksulluğun metalaşması dört temel adımda gerçekleşir. İlk olarak yoksulluğun ahlak yoksunluğu ve bağımlılık kültürüyle bağı örülmesiyle kötü şöhretli mahalleler olarak eski işçi sınıfı muhitlerine saldırılır, temizleme adı altında kent alanı metalaşır. İkinci olarak emek piyasalarında yaşanan deregülasyon hayatın burada mekansal olarak sıkışmasına neden olur. Bu bölgelerden “çıkmak”, “kaçmak”, “gitmek” istenir ancak kentin başka bölgelerinde yaşamaya yeter gelir kazanılamaz. Yoksul, mekana hapsedilir. Üçüncü olarak konut metalaşır. Her iki ülkede alt gelir gruplarına yönelik olarak konut sorununa getirilen çözümler kamusal bir hizmetin özelleştirilmesiyle, sermayenin etki alanını genişletmesiyle sonuçlanır. Son olarak ise yoksulluk metalaşır. Mekana hapsedilen yoksul mekansızlaştırılmaya çalışılır. Bulunduğu mekana müdahale edilir. Kent yoksulu “şey” haline gelir, metalaşır, alınır ve satılır, varlığı kâr getirir. Yoksulun yönetim ve denetimi piyasa mekanızmasına böylece bırakılır. Bu noktada konut sorununa verilen yanıtta, devletin sağ ve sol eli arasındaki, halat çekme yarışına benzer şekilde gidip gelen mücadele etkilidir.

Hal böyleyken direnişin imkanının ve hedefinin sorgulanması gerekmektedir. Ortak bir hareket geliştirmenin, ilk bakışta mahallelerdeki geleneksel dayanışmanın çözülmesi nedeniyle mümkün olmadığına dair bir algı oluşması normaldir. Kent yoksullarını birleştirecek söylem ise konut hakkı üzerinden geliştirilmelidir. Konut hakkı üzerinden geliştirilen mücadele kent yoksullarının metalaşmasının da önüne geçecektir. Bu noktada temel vatandaşlık gelirinden daha ulaşılabilir, daha makul, mücadelesinin daha kapsayıcı olması bakımından barınma hakkı temelinde bir konut hakkı savunusu, uzun zamandır iddia edilenin aksine, örgütsel çölleşmeye değil direnişin yeniden uyanmasına neden olacağı gibi, kazanım sağlaması daha yüksek bir ihtimal olarak ön plana çıkmaktadır.

Ben, yaptığım çalışmada yerelliklerin ve tikelliklerin öneminin ve farkının ayırdında olmakla birlikte, çok önemli evrenselliklerin ve ortaklıkların olduğunu açıkça gözlemledim. Evet, kent yoksulluğunun kumaşı her yerde aynı dikilmemiştir ancak terzisi aynıdır. Benzer sömürü biçimleri ve ortak acılar ülkeler arasında mevcuttur. Sonuç olarak direnişin imkanı her ay verdiğimiz kiralarda, giremediğimiz sokaklarda, sıkıştığımız mahallelerde bulunabilir. Bu sıkışıklıktan kurtulduğumuzda karşılaşma imkanlarımız artacak, kent hakkının tüm sınıflara, tüm halklara yayılması sağlanacaktır. Sanırım son söz olarak bu kapsayıcılığa dikkat çeken mülakatlardan bir parçayla bitirmek uygun görünüyor. Bir görüşmecinin de dediği gibi: “Hepimiz aynı dünyada yaşıyoruz. Hepimiz aynı şeyi istiyoruz. Yaşamak. Daha iyi yaşamak...” (Fransa Görüşmeci 16).

 

Yazar: Cansu Tekin

Danışman: Prof. Dr. Metin Özuğurlu

Yer Bilgisi: Ankara Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Ana Bilim Dalı

Türü: Doktora

Yılı: 2021

 

Bu teze Ulusal Tez Merkezi sayfasından ulaşıldı. Metin tezin Özet ve Sonuç bölümlerinden alındı. Görsel dergimiz tarafından eklendi. Tamamını okumak için: kent_yoksulluğu.pdf