Yıkıcılık (Tahrip) Manifestosu 1961-62
Raphael Montañez Ortiz
Bugün, sanat tarihinde eşi benzeri olmayan bir tarzda çalışan bir avuç sanatçı bulunuyor. Onların sanatı, yapanlar ile yıkanları ayıran bir sanat. Bu sanatçılar, yıkıcılar, materyalistler ve duyusalcılar. Bu sanatçılar, tahripçi-yıkıcılar ve Tanrı’nın mutlu yaratılış oyununu oynuyormuş gibi hava atmıyorlar. Tam aksine; onlarınki öldürme arzusuna bir karşılık. Bir yıkıcı, yaşamanın sihrine ihtiyaç olmadığını bilir. Hayatın besini ölüm hissidir.
Biz tahripçi sanatçılar, en önce, her ne pahasına olursa olsun bilinçaltının gücünü koruma gereğinin farkındayız. İtiraf ediyoruz ki, sakin bir yüzün arkasındaki öfke ve ıstırap ölümün hizmetindedir. Ve bu ölüm ruhsal olmaktan ötedir. Sanatçı uyarıda bulunmalıdır, mücadelesi ses getirmelidir, bir işaret olmalıdır. Öfke ve ıstırap çığlıklarımız yüzümüzü ve bedenimizi gerecektir, “ölümün canı cehenneme” diye bağıracağız, eylemlerimiz cenneti de cehennemi de sarsacak bir gürültü çıkaracaktır. İşte bütün bunlardan sonra, sanatımız yapılanı bozacaktır, inşa edileni yıkacaktır. Sanatçı yalaka olmaktan çıkacaktır, sadece gerçeklik çerçevesinde anlam arayan bir ahlakın yükünden kurtulacaktır. Sanatçının tahrip hissi, korkusundan dolayı içinde kalmayacaktır. Yıkıcılığı içeren sanat arınacaktır; çünkü ölüm getirdiği kadar hayat da verecektir.
Nasıl, yerinden sökme ve mesafelendirme, tahrip edici iç dünyasının kaosuna dalarak bir sanat deneyimine erişmek için sanatçıya gerekliyse, sanatçı ile malzemesi arasındaki ilişkinin de yakın ve doğrudan olması gereklidir. Sanatçı malzemeleri üzerinde, bilinçaltı yaşama içkin olan ve mecburen kaosa ve tahrip etmeye götüren işlemler kullanmak zorundadır.
İnsan, yaptığı nesneler gibi kendisi de dönüşüm süreçlerinin sonucudur. Bu nedenle, insan yapımı bir nesnenin tahrip sonucunda mantıksal olarak belirlenmiş formundan kurtularak onu aşmasını kavramak güç değildir. Bir sanatçı da, insan yapımı nesneleri tahrip etmesinden doğan deneyler ve bağlantılar sayesinde mantıklı olmaktan kurtulur ve mantığını aşar.
Ortiz piyanoyu parçalıyor
Açıklama/2013
Raphael Montañez Ortiz
1966’daki bir piyanonun tahrip edilmesiyle ilgili düşüncem, birçoklarının Avrupa dışında bir estetik aradıkları on yıl kadar öncesine gidiyor. O zaman pek çok yerli Amerikalı ve Afrika kökenli Amerikalı sanatçı, kolonyal olanlar dışında bir kimlik arıyorlardı. Çalışmalarımı sürdürürken modernizmin köklerinin Aborijinlere dayandığını ve kolonyalizmin ‘primitif’ kültürlere yöneldiği dönemde ortaya çıktığını keşfetmiştim. Katolik geçmişim ile, atalarımın Aztek-Yaqui kültürü arasında köprü kurmak üzerine fikirler geliştiriyordum. Yaqui kültüründe şamanik anlamda kefaret ödeme veya uzlaşma, kurban törenlerine dayanıyordu. Böylece tahrip veya bir nesnenin ona dayatılan otoriter evrenden sökülmesi, değerli bir estetik haline geldi. Bunu sanatta başka yerlerde de görebilirsiniz, örneğin kübizmin veya ekspresyonizmin normal görüş şeklimizi parçalaması.
Raphael Montañez Ortiz, Terrace Mattress Destruction, Sanatta Tahrip Sempozyumu, Londra, 1966. Fotoğraf: John Prosser.
Raphael Montañez Ortiz’in 1960’lardaki Tahrip Sanatı Üzerine
Kristine Stiles
Montañez Ortiz “Tahrip Manifestosu”nun notlarıyla 1959-1961 yılları arasında uğraştı. Bu aynı zamanda mobilyaları parçaladığı ve […] bunlara “Arkeolojik Buluntular” adını taktığı dönemdi. Resim yapmaktan, eşyaları tahrip etmeye atlaması kazara gerçekleşti. Bir seferinde boyayla kaplı fırçasını kâğıt mendiller üzerine bıraktı ve arkasından fırçayı kaldırınca, fırça ona yapışmış olan mendilleri de kaldırdı. Ve bu boyaya batmış mendillerin, yaptığı diğer resimlerden daha kişisel bir sanat olduğunu keşfetti. Benzin istasyonlarından ve okul tuvaletlerinden topladığı kat kat kâğıt mendilleri/havluları boyalara batırıp karolajlar oluşturarak “anti-pentürler” yaptı. Bunlar Ortiz’in tahrip sanatının ilk dönemini oluşturdu. Ondan sonra kendini, eline geçen her malzemeyle bu işleri yapmaya kaptırdı; dergi paketlerini yaktı; kâğıt bardak, saksı, mum ve yemek artıklarını üst üste istifleyerek sopalarla deldi. Bu performans şiddet dolu bir seks metaforu oluşturuyordu. Sanatın sınırlayıcı taleplerinden kaçarak, yapılan/inşa edilen bir şey olarak sanattan kurtulup özgürleştiği için bunlardan “deneyler” olarak bahsediyordu.
Zamanla Ortiz, sanatlarında şehrin atıklarını kullanan Yeni Realistlerle (Nouveaux Réalistes) yakınlığını fark etti. Yeni realistlerin görüşleriyle onun sosyal ve felsefi meseleleri uyuşuyordu. Jean Tinguely ile Niki de Saint Phalle’in, yaptıkları asamblajları sonradan tahrip etmeleri onda yankı buluyordu. Ama onu asıl, César’ın ezilmiş arabaları ve Arman’ın tahrip uygulamaları etkiledi. Çünkü bunlar, Tinguely ve Saint Phalle’in işlerinde tahrip olayına rağmen varlığını sürdüren yapma/inşa etme öğesinden yoksundular. Arman ve César, Ortiz’in kendi sanatında da peşinde olduğu daha doğrudan bir tahrip süreci geliştirmişlerdi.
Sol: César (Baldaccini) Compression. Sağ: Arman, Cascade de violons
1961 sonlarında Ortiz şilteleri ve sandalyeleri tahrip etmeye başladı. Tahrip ettiklerini sonradan fiksatif püskürterek sabitliyordu. İlk “Arkeolojik Buluntuları” bunlardı. Hazır-nesneye bu tür saldırıları, onu delmesi, kırması, parçalaması; hazır-nesneyi teşhir ederek yeni bir şekle sokması, teknoloji tarihiyle ve onun sanat üzerindeki etkileriyle kişisel bir diyaloğu temsil ediyordu. Ortiz hazır-nesneyle uğraşarak, Fountain adını verdiği pisuvarla sanat eserinin biricikliğine meydan okuyarak sanata temelden saldıran Marcel Duchamp’ın başlattığı tarihsel söyleme de dahil oluyordu.
Sonradan New York’ta psikiyatristlik yapan Berlin dadaistlerinden Richard Huelsenbeck, Ortiz’in “Arkeolojik Buluntular”ından etkilenmişti. Onların “zamanımızda hakikatin” varoluşsal boyutunu ifade eden “yeni bir mekân kavramı”na işaret ettiğini yazıyordu: “Ortiz bizi tahrip olayıyla etkilemek istiyor. Tahrip etmek demek, tahrip edilen şeyleri mekân anlamında yeniden yaratmak demek… Bize bir şilte göstermek istediğinde, şilte göstermiyor da tanımlanamaz güçlerin zamanla parçaladığı bir nesne gösteriyor. Şiddetin bir etkisi olduğu kadar yeni bir mekân-zaman kavramının etkisi de var. Şilte olmuş, saksı olmuş, malzeme önemli bir rol oynamıyor. Asıl önemli olan, varoluşunun cangılında yolunu bulmak için savaşan, şiltenin berisindeki adama ilişkin sanatçının düşüncesi. Ralph Ortiz varoluşsal bir heykeltıraş ve bence en önemlilerinden biri çünkü sanatını hakikatimizi aramaya adamış.”[1]
Ortiz, Arkeolojik Buluntu
Ortiz’in araştırdığı, hakikat peşindeki geleneksel kültürlere ait ayinler, tahrip ettiği nesneler ile 1966’da başladığı tahrip performansları (Destruction Realizations) arasında köprü oldu. 1960’tan itibaren Orta Amerikalıların kurban törenlerini inceledi, antik Yunan ve Etrüsk ayinleri üzerine çalıştı. Tahrip sürecinin performansa dönük yönü, malzemelerin yüzeyini irdelemesiyle ve deneyimin bilinçdışı psikolojik öğelerini keşfetme arzusuyla birleşti. Sonunda, Ortiz’in sanatını performanslara, eylemlere dönüştüren, happening ve Fluxus hareketlerinin gösterilerinden ziyade, psikoloji ve antropoloji alanlarındaki okumaları oldu. Zira bu eylemleri sayesinde “Arkeolojik Buluntular”daki kazıları ile psikanalitik “bilinçaltı” meselesini ve egzotik ayinler üzerine araştırmalarını birbirine bağlayabiliyordu.
Tüm metinler Destruction başlıklı derlemeden alındı, ed. Sven Spieker (Londra ve Cambridge: Whitechapel Gallery ve MIT Press, 2017) s. 75-81, 101-102. Özetleyerek çeviren: Emine Kenan.
[1] Richard Huelsenbeck, yayınlanmamış imzalı metin, 1965. Kristine Stiles’in Raphael Montañez Ortiz arşivinde.