Siyaset ve düşünce dünyasında en etkili olmuş sanat hareketi kuşkusuz sürrealizmdir. Üstelik bütün kıtalar üzerinde yayılmış ve çok uzun süre gücünü sürdürmüştür. Yürürlükteki sanat tarihlerinde, sürrealizm genellikle bilinçaltına, otomatizme, kolaja, hazır-nesneye odaklanmasıyla anlatılır. Bunlar da nihayetinde tarihyazımının formalist kategorilerine, bir tür realizme indirgenir. Oysa sürrealizm esasen bir siyasal harekettir. Öyle ki, Walter Benjamin’e göre “devrimin koşulları konusundaki sorulara komünizme en yakın cevaplar getirenler” sürrealistlerdir. Gerçekliğin aşılması konusunda Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’sunu en iyi kavrayanlar”[1] gene onlardır. Sürrealizm 19. yüzyıl başından, romantik filozoflardan, özellikle de Schiller’den beri yükselen sanat-siyaset sentezinin, politik-estetiğin zirvesidir.[2]
La révolution surréaliste dergisi kapağı, Aralık 1924
Sürrealist Devrim
1919’da André Breton’un, Philippe Soupault ile birlikte yazdığı Manyetik Alanlar ilk sürrealist metin olarak kabul edilir ama sürrealizmin kuruluşu Sürrealist Manifesto’nun yayınlandığı 1924’e tarihlendirilir. Antonin Artaud’nun başına geçeceği Sürrealist Araştırmalar Bürosu da 1924’te kurulur ve La révolution surréaliste (Sürrealist Devrim) dergisi yayınlanmaya başlar. Büro’nun, 27 Ocak 1925’te yayınladığı 26 imzalı deklarasyon sürrealistlerin edebiyatçı değil devrimci olduğunu vurgular: “Edebiyatla hiçbir alakamız yoktur… Biz isyan uzmanlarıyız [ve] devrim yapmaya karalıyız.”[3] Büro, hızla bütün dünyaya yayılan sürrealist enternasyonalin haberleşme ve bilgi merkezi haline gelir. Aynı zamanda La révolution surréaliste’in, bildirilerin ve diğer yayınların dağıtım bürosudur.
Başta Breton, sürrealistler, sürrealizm ile komünizmi, Marx ile Rimbaud’yu uzlaştırmayı hedeflemişlerdir: “Hareketin politik tarihi, entelektüel, sanatsal ve ahlaki ilkelerini enternasyonal komünizmin amaçları ve yöntemleriyle birleştirme doğrultusundaki ısrarlı çabalarından” kaynaklanır. Breton, 1935 tarihli “Sürrealizmin Politik Konumu” deklarasyonunda on yıldır çabasının “bir kolektif mit yaratma yöntemi olarak sürrealizmi, öncelikle temelden burjuva mülkiyet biçimini değiştirmeye yönelen çok daha genel özgürlük hareketiyle uzlaştırmak” olduğunu kaydeder. “Marx ‘dünyayı dönüştür’ diyor, Rimbaud da ‘hayatı değiştir’. Bu iki parola bizim için birdir.”[4] Breton’un ideali, maddi üretimi esas alan devrim ile, zihinsel yaratıcılığı esas alan kendi devrimlerini kaynaştırmaktır.
Sürrealist devrim, rasyonalizmi, Batı’nın bilgi rejimini parçalamayı hedef alır: “Mantığa karşı silaha sarılmalıyız.”[5] En önce, var olan “gerçeklik” dogması yıkılmalıdır. Hayal gücü özgürleştirilmelidir. Sürrealistler “dünyayı çıldırtmak, insanların aklını başından almak için mücadele ederler. O nedenle de psikopatolojiye yoğun bir ilgi gösterirler. Dali için delilik, neredeyse estetik bir normdur. Şizofrenlerin cümlelerini kurarken zaman dizimini bozmasına, zamanları, geçmişi ve geleceği karıştırmasına çok takılırlar. Kolaj, montaj, assemblaj gibi teknikler, akılcı zaman-mekan tablosunun parçalanmasına dayanır. Paranoya üzerinde de dururlar, çünkü paranoyaklar da sözleri ve imgeleri temsillerinden özgürleştirir ve anlamsızlaştırırlar. 19. yüzyıl şairi Lautréamont’a hayrandırlar çünkü o bir yerde beğenisini, ‘dikiş makinesinin, şemsiyenin ve teşrih masasının şans eseri bir araya gelmesi kadar güzel’ diye tarif eder.”[6]
Rasyonalizmle mücadelenin ön koşulu dilin özgürleşmesidir. 1953’teki bir yazısında Breton “örgütlü bir hareket olarak sürrealizmin dille ilgili son derecede derin ve kapsamlı bir operasyondan doğduğunu” belirtir.[7] Dil araçsallığından, işlevselliğinden kurtarılmalıdır. Ve 19. yüzyılın sonundan itibaren bunun yolu açılmıştır. Tabii en başta kelimeleri anlamlarından söken şair Mallarmé’yi anmak gerekir. Breton “kelimelerin devrimi”nin diğer öncüleri arasında Lautréamont, Rimbaud, Raymond Roussel, Robert Desnos, Henri Michaux, Lewis Carroll, James Joyce, e.e. cummings gibi yazarları sayar. Dada’nın aklı devreden çıkaran ve ânında kendiliğinden ifadeye dayanan dil oyunlarını kaydeder ve sonunda letrizme gelir.
Dili aklın cenderesinden kurtarmanın ve hayal gücünü özgürleştirmenin sürrealist yöntemi otomatizmdir. Otomatizm, dilde bilincin dolayımına son verilerek, dilin bilinçaltının yaratıcılığına, özgürlüğüne, zenginliğine terk edilmesidir. “Bilincin iktidarına/egemenliğine karşı çıkan ifade biçimlerinin keşfidir. Ve bu kendiliğinden olur… Otomatizm, zihnin karıştırılması, duyuların altüst edilmesi, tesadüfi ve saçma olanın benimsenmesi, yürürlükteki bilgi ve beğeni rejimlerinin parçalanması, statükonun dize getirilmesi amacını taşır. Uygarlığın dayattığı kısıtlamalara ve psişik koşullanmalara karşı bir başkaldırıdır; hem ahlaki hem entelektüel boyunduruklara karşı bir isyandır.”[8]
Bilinçaltının yaratıcı gücünün harekete geçirilmesi herkesin şair olabileceğini öngörür. “Şiirsel esinin kaynağı herkesin paylaştığı bilinçaltı olduğu sürece artık sadece yetenekli edebiyatçılar değil, herkes şiir icra edebilir.” Şiir herkes tarafından paylaşılınca artık saf estetik bir olay olmaktan çıkıyor, ahlaki, tinsel bir deneyim haline geliyordu. Zihinsel bir etkinlik değil, en derin arzularımızı ifade eden bir eylem oluyordu: Düşlerimiz düzeyinde bir icat; “şiirin komünizmi”[9]...
Sürrealizmin şiiri/sanatı hayal gücüne devrederek, herkese, bütün insanlığa mal etmesi, doğal olarak ‘primitivizme’ karşı ilgi uyandırıyordu. Daha doğrusu, kültürel hiyerarşiye, “ilerlemeye, gelişmeye” dayalı Batı bilincinin, kolonyalizmin ve Avrupa-merkezli sanat tarihinin türevi olan “primitivizm”i temelden sarsıyordu. Bu da sürrealizmin başta Afrika ve Latin Amerika olmak üzere bütün kolonilerde hızla yayılmasına yol açıyordu ve hareketi ‘üçüncü dünya’nın kolonyalizme karşı savaşına bağlıyordu. Sürrealizm, Batılılaşma politikaları yoluyla kolonilere dayatılan “modern Batı sanatı” dogmalarının parçalanmasında ve bu coğrafyada sanatın özerkleşmesinde ve estetik modernizmin yükselmesinde gayet kritik bir mevzi oldu. 1945’te Haitili sanatçı ve edebiyatçılara yaptığı konuşmada Breton şunları söylüyor: “Sürrealizm beyaz olmayan halklarla ittifak içindedir… Çünkü, birincisi, her türlü emperyalizme ve beyaz haydutluğa karşı hep onlarla birlikte olmuştur … ikincisi, sürrealizm ile “primitif” düşünce arasında derin bağlar vardır… O nedenle, yeni sürrealist hareketlerin, şiirde Aimé Césaire ve resimde Wifredo Lam gibi Batı dışından en yakın arkadaşlarım tarafından geliştirilmiş olması tesadüf değil zamanımızın bir göstergesidir.”[10] Jean-Paul Sartre, Martinikli sürrealist şair, négritude akımının kurucusu ve devrimci politikacı Aimé Césare’in “sürrealizmi Avrupalılardan ele geçirip harika bir şekilde Evrensel Devrim için bir araç olarak kullandığını” yazıyor.[11]
Aimé Césaire, 1913-2008
Sürrealist Devrim-Proleter Devrim
Sürrealistler, özellikle de Breton, sürrealist devrim ile proleter devrimci mücadeleyi birleştirmeyi amaçlarlar. Bunda 1917 Rus Devrimi’nin, Sovyetlerin kazandığı zaferin de etkisi vardır. Amaçları doğrultusunda Sovyetler Birliği’nin yörüngesindeki Fransız Komünist Partisi’yle (FKP) işbirliği yapmaya başlarlar. Grup içindeki ilk çatlaklar da bu olayla başlar. Önce Antonin Artaud tepki gösterir. Breton’un FKP ile işbirliğine, ayrıca Freud’a gösterdiği bağlılığa karşı çıkar. Artaud’ya göre, Breton’un tutumu rasyonalizme verilen tavizlerdir. FKP’yi rasyonalist bir düzen partisi sayar ve o nedenle de bu partiyle işbirliğini “apolitik” bulur. Freud ise çılgınlığı savunmaz, tam aksine onu bir marazilik olarak kabul eder ve onu iyileştirmenin bilimini yapar. Sonuçta Artaud’ya göre Bretoncu çoğunluk sürrealist ilkelerden sapmıştır.
Antonin Artaud, 1896-1948
1927 başında, aralarında Breton, Aragon ve Eluard’ın da olduğu beş sürrealist FKP’ye girer. Ve La révolution surréaliste dergisinin başlığını “Devrimin Hizmetinde Sürrealizm” olarak değiştirirler. Breton’a göre sosyal devrim tinsel devrime önceliklidir. Ayrıca, sürrealistler Hegelci diyalektiğe inanmaktadır ve Hegelci diyalektik de tarihsel ifadesini Marksizmde bulur. Breton bir Lenin sempatizanıdır; “Komünizme ilk adımın Troçki’nin Lenin biyografisini okumak” olduğunu öne sürer.[12] Öte yandan, Sovyetler’in Devrim hükümetinin eğitim ve kültür bakanı Lunaçarski sürrealistleri destekler, “kapitalist bir rejimde devrimci entelektüellerin görevinin burjuva değerleri reddetmek olduğunu sürrealistlerin doğru olarak kavradıklarını, onun için de desteklenmeleri gerektiğini” açıklar.[13]
Ne var ki FKP hiçbir zaman sürrealistleri bünyesine kabul etmez. Parti taraftarlarına göre sürrealizmin kitlelerle, işçi sınıfıyla bir ilgisi yoktur, onlar bir grup burjuva seçkinidir. Bilinçaltıyla, psikopatolojiyle, erotizmle ilişkileri kabul edilemez. Öyle ki ünlü edebiyatçı İlya Ehrenburg “onların şişirip durdukları devrimciliklerini ahlaksızlığa paravan ettiklerini” söyler.[14] Sürrealistler arasında Parti’nin yaptığı bu gibi ithamları destekleyenler çıkar. Hatta Aragon, “objektif olarak sürrealistlerin karşı-devrimci” olduklarını ilan eder; ve 1932’de Aragon ve Buñuel’in de aralarında oldukları bir grup sürrealist hareketle bütün bağlarını kopararak FKP saflarına katılır. Daha önce de bir grup, Aragon’un tam aksi gerekçelerle, Breton FKP ile işbirliğine giriştiği için sürrealizmden kopmuştur. Bataille’ın başını çektiği ve aralarında Robert Desnos, Michel Leiris, Jacques Prevert ve André Masson gibi kurucuların da olduğu 13 kişilik grup 1930 başında hareketten ayrılmış ve Breton’a bayrak açmıştır.
Bataille ve Desnos’un Une Cadavre kitapçığında “kendini peygamber ilan etmiş” André Breton.
Bataille ve Desnos’un bu vesileyle yayınladıkları Bir Kadavra kitapçığındaki ifadeler son derecede hakaretamizdir: Bataille Breton’u pragmatizme, rasyonalizme, ‘gerçeğe’ baş eğmiş olmakla suçlar. Komünizm kılıfıyla bir din kurmuş ve bu dinin peygamberliğine soyunmuştur. “Bu dindar gevezeyle birlikte kurmaya çalıştığı dini de ölmelidir.” O “bir insan değil bir öküzdür… bir hayvan, hadım edilmiş bir aslandır… onun gibi sahtekâr cesetler, komünizm bagajında fikirlerini yayıp, kendilerini kabul ettirmektedir.” Desnos daha da ileri gider: Breton’un Vaché, Rigaut gibi intihar eden arkadaşlarının “kadavralarının etleriyle kendini doyurduğunu” yazar. O bir “palyaço”dur, “alçak”tır, “arsız”dır; “cennetin pis kokuları arasında sonsuza kadar pis kokacaktır.”[15] Bütün bu dalaş, aradan geçen beş yılda Breton ekibinin de FKP’den koptuğu 1935’te son bulacak ve aynı yıl Bataille ile Breton birlikte Contre attaque hareketini başlatacaklardır: Devrimci Entelektüeller Mücadele Birliği.
Vladimir Mayakovski, 1893-1930 ve Sergey Yesenin, 1895-1925
Sovyetler Birliği’nde Stalinizmin kültleşmeye başlamasıyla birlikte, 1917 Devrimi ertesinde sanata özerkliğini tanıyan politikalar terk edilerek Rus avangardı engellenir. Onun yerine “sosyal realizm” resmileştirilir. Sanatçılar baskı altına alınır, Mayakovski ve Yesenin gibi avangardlar intihar eder. 1936’da Stalin muhalifi Bolşeviklerin yargılandığı Moskova Duruşmaları başlar. Stalinizm, Komünist Enternasyonale bağlı bütün komünist partilere dayatılır. Hitler rejiminin yükselişi karşısında sınıf çatışması politikası terk edilerek, burjuva liberal partilerle ittifak öngören faşizme karşı Halk Cephesi stratejisi benimsenir. Bu çerçevede Fransa-Sovyetler Yardımlaşma Anlaşması imzalanır. Sonuçta sürrealistlerin FKP’yle bütün bağları kopar ve Contre attaque gibi örgütlerle Stalinizme karşı şiddetli bir direniş örgütlenir.
Bu gelişmeler üzerine komünist hareketlerle kaynaşmak konusunda ısrar eden Breton, bu kez Stalinist enternasyonale karşı kurulan Troçkist IV. Enternasyonale yanaşır ve Troçki’yle görüşmeye karar verir. Troçki’nin sığındığı Meksika’ya giderek onunla ve büyük müral sanatçısı Diego Rivera ile birlikte “Bağımsız ve Devrimci Bir sanat İçin” manifestosunu kaleme alır. Arkasından bağımsız Devrimci Sanat Enternasyonali’ni kurarlar (1938). Manifesto ilkin, ABD’de komünist partiye yakın sanat çevrelerinin dergisi olan Partisan Review’da yayınlanır. O zamanlar bu derginin yazarlarından olan ünlü eleştirmen ve “soyut ekspresyonizm”in kuramcısı Clement Greenberg, yıllar sonra bu olayın Amerika’da modernizmin kurulmasında belirleyici olacağını söyleyecektir.[16]
Rivera, Troçki, Breton
Sürrealistlerin komünist hareketlerle ilişkilerine dair bütün bu yirmi yıllık süreç, sürrealizmin 90. yıldönümü dolayısıyla skopdergi’nin “Sürrealistlerin Siyasal Tutumları” başlıklı 7. sayısında ve özellikle editör Uraz Aydın’ın bu sayıya yazdığı sunuşta gayet kapsamlı olarak incelenmektedir.
Sürrealizm ve Modernizmin New York’a Transferi
Fransa’nın Nazilerin eline düşmesinin ardından Paris’ten birçok avangard sanatçı New York’a göçer: Breton, Duchamp, Léger, Mondrian, Max Ernst, Matta, André Masson, Yves Tanguy, Hans Hoffman, Amedée Ozenfant… Göçenler arasında, Adorno gibi filozoflar, Bertolt Brecht, Thomas Mann gibi edebiyatçılar, Stravinski gibi besteciler de vardır. Göçmen avangardlar hemen New Yorklu sanatçılar arasında örgütlenmeye girişirler. Merkezleri, kendisi de bir sürrealist olan, deneysel sinema ve fotoğrafla uğraşan Julien Levy’nin galerisidir. Breton, Ernst ve Duchamp’la birlikte, savaşa yenik düşmeyen sürrealizmin zaferini simgeleyen VVV dergisini yayınlar. Bir diğer merkez Peggy Guggenheim’in Art Of This Century galerisidir. Galeri 1942 yılında “First Papers of Surrealism” sergisiyle açılır. Sergiyi kuranlar Max Ernst, Breton ve Duchamp’tır. Kiesler’in mimarlığı galeriyi bir “sürrealist galeriye” dönüştürür.[17]
Sürrealist göçmenler New York’ta, 1942.
“First Papers of Surrealism” sergisi
Göçmen sanatçılar, daha sonra New York Okulu’nu/soyut ekspresyonizmi oluşturacak ressamlarla sıkı ilişkiler kurarlar. Bu ressamlar onlarla tanışana kadar Diego Rivera, Orozco gibi sanatçıların etkisinde olan realist müral sanatçılarıdır. Sürrealistlerden soyutu ve otomatizmi öğrenirler. Düşle, oyunla, bilinçaltıyla, büyüyle, hezeyanla tanışırlar. Hoffman ve Ozenfant NewYork’ta açtıkları akademilerinde modernist estetik öğretiler. Hoffman “soyut ekspresyonizmin gönüllü teorisyeni olur”. Matta; Pollock, Baziotes, Motherwell, Gorky gibi öncülere otomatizmi belletir. Joseph Cornell, Duchamp’la birlikte hazır-nesnelerini keşfeder… Ve sonunda Serge Guilbaut’nun ünlü kitabının başlığında kaydettiği gibi “New York Modernizmi Paris’ten Çalar”.[18]
Sürrealist göçmenler New York’ta bir devrim yaratmasına yaratırlar, ama kendi devrimlerini gene orada terk ederler. Sanatlarının akademizme tercüme edilmesine, müzeleşmesine, reklam ve sinema endüstrisine sindirilerek popüler kültüre mal edilmesine seyirci kalırlar. New York Modern Sanat Müzesi (MoMA) tarafından imal edilen sanat tarihinde Dada ve sürrealizm, Amerikan soyut ekspresyonizminin evveliyatına indirgenir. Ve nihayet savaş sona erip de avangardın önderleri Paris’e kavuştuklarında, geriye bıraktıkları ve MoMA’ya emanet ettikleri miras Paris’i yerinden eder. İki yüzyıldır “modern sanatın başkenti” olan Paris, bu unvanını New York’a devreder.
Sürrealizmin Canlanması ve 1968 Devrimi
Savaş döneminde Avrupa’yı terk etmemiş olan sürrealizm yandaşları, New York’takileri ve özellikle Breton’u siyasal olarak pasif bulurlar ve yeni arayışlara girişirler. Belçikalı ve Fransız iki sürrealist şair, Christian Dotremont ve Noel Arnoud, Devrimci Sürrealizm (Le Surréalisme Révolutionnaire) hareketini başlatırlar. Onlara göre, Breton komünizmin ve sürrealizmin birleştirilmesi davasını 1930’ların başında terk etmiştir. Devrimci Sürrealistler bu davayı canlandırmak isterler: “Komünizm, sanat eserinin gündelik hayata dönüşmesidir.”[19]
1948 yılında Dotremont, Danimarka ve Hollanda “deneyci”lerinden Asger Jorn ve Constant gibi sanatçılarla birleşerek CoBrA grubunu kurar (Copenhagen+Brussels+Amsterdam). CoBrA’nın temeli “Marksizmin sanat alanına uyarlanmasıdır. Bu onlar için sanatın ve hayatın tamamıyla birleşmesi anlamına gelir”.[20] CoBrA dergisinin ilk sayısında Jorn, Breton’un psişik otomatizmine karşı kendi deneycilik ve ânındalık (otomatizm) görüşlerini açıklar: “Bizim deneyciliğimiz, düşüncenin aklın denetiminin ötesinde sınırsızca ifade edilebilmesine yöneliktir. Bu akıldışı ânındalık aracılığıyla varoluşun yaşamsal kaynağına ulaşıyoruz. Amacımız, aklın tiranlığından kaçarak hayatın egemenliğini kurmaktır.”[21]
Asger Jorn atölyesinde
CoBrA sanatçıları İkinci Dünya Savaşı’na damgasını vurmuş olan Batı’nın akılcı kültürünü reddederler. Sanatlarını Batı’dan uzak kaynaklardan beslerler: ilkel insanlara ait totemler, tılsımlar, Doğu kaligrafisi, çocukların ve akıl hastalarının yaratıcılıkları... İnsanların bilinçaltlarında gizlenmiş olan fantezilerine ait arketip imgeler ararlar. Deneylerinde kullandıkları teknikler ve malzemeler sınırsızdır: boyanın, ahşabın, çamurun yanı sıra, sözcükler, harfler, sesler... Şairler ve ressamlar birlikte yaratırlar; onlar için önemli olan yaratma sürecidir, ürün değil.
CoBrA, Belçika, Hollanda ve Danimarka dışında, Fransa, İsviçre, İngiltere, Çekoslovakya, Almanya, İsveç ve İtalya’da da örgütlenir. Bu gruplar Avrupa’da daha sonraki avangard arayışların çekirdeklerini oluşturacaktır. CoBrA, Birinci Dünya Savaşı ertesinde uyanan sürrealizm hareketi ile, İkinci Dünya Savaşı sonrasında sanatla devrimci bir siyaseti bağdaştırmaya çalışan avangard hamleler arasında köprü oluşturur. CoBrA hepsine tercüman olur: Marksizmle sanatı ve sanatla hayatı kaynaştırmak. Bu sayede, insanların eşit olduğu ve kendilerini özgürce ifade ettikleri yeni bir toplumda herkesin sanatçı olacağını ümit ederler.
Savaş sonrasının sürrealizmden beslenen bir diğer hareketi de letrizmdir. Isidore Isou’nun kurduğu hareket, şiiri harflere indirger, fonetik dil yerine işaretlere dayalı görsel bir dil, metagrafik bir anlatı geliştirir. Görüntüsüz bir sinema yaratmayı önerir. Guy Debord da 1950’de bu harekete katılır. Ve “Letrist Enternasyonal”, CoBrA’nın kurduğu “Hayalperest Bauhaus Enternasyonali”yle birleşerek 1957 yılında Sitüasyonist Enternasyonal’i ilan eder. Enternasyonal’e Londra Psikocoğrafya Birliği de katılır.
Guy Debord, 1957’de hareketin kuruluş manifestosu sayılan “Sitüasyonların İnşası ve Uluslararası Sitüasyonist Akımın Etkinlik ve Örgütlenme Koşulları Üzerine Rapor”u yayınlar. “Öncelikle dünyayı değiştirmek düşüncesindeyiz” cümlesiyle başlayan Rapor’unda sürrealizme kıyasla politikalarının farkını ayırt ederken “sürrealizmin kökenindeki yanlışlığın, bilinçdışı imgelemin sonsuz bir zenginliği içerdiği fikri” olduğunu belirtir. Üstelik, burjuvazi “sürrealizmi standart bir estetik nesnesine dönüştürebildiği” için onun “tehditkâr doğasını” evcilleştirmiştir. “Ama yine de sürrealizm burjuvaziye karşı etkili bir mücadele aracı olabilen bir disiplini başlatmıştır.” Ve sonraki bütün avangard hareketlere damgasını vurmuştur.[22]
Giderek Guy Debord’un mutlak lideri olduğu sitüasyonizm daha ziyade kentsel hayatın ve coğrafyanın dönüştürülmesi yolunda mücadele eder. Akılcı, işlevsel, yönlendirici bir düzene sahip olan kentin, arzulara, deneyci-özgür davranışlara, toplumsal hareketlere, oyunsu yaratıcılığa, kısacası sanata ve şiire teslim edilmesini talep eder. Mekânın bir bağlam olarak kavranmasını reddeder, mekânı toplumsal pratiklerle eklemler. Sitüasyonist düşüncenin örgütlenmesinde sürrealizmle iç içe olan Marksist kent sosyoloğu Lefebvre’in etkisi büyüktür. Onun Gündelik Hayatı Eleştirisi, Mekânın Üretimi, Kentsel Devrim gibi kitapları sitüasyonizmin kılavuzları olmuştur. Lefebvre’e göre “şiirsel dil, dünyayı yaratmayı, … gündelik gerçekliği dönüştürmeyi amaçlar”. Debord için de şiirsel ve siyasal devrim birdir.[23]
Henri Lefebvre
1968 Mayıs’ında Paris’te 1871 Komünü’nünden sonraki en devrimci ayaklanma başlar ve bu ayaklanma bütün dünyaya yayılır. Sitüasyonist Enragés grubu Nanterre Üniversitesi’nin altını üstüne getirir. Bu olay, Mayıs ayında, neredeyse bütün üniversiteleri ve ardından fabrikaları saracak isyanın ateşleyicisi olacaktır. Fransız bayrakları yerine kırmızı bayraklar asılır. Debord da Gösteri Toplumu’nu (La société du spectacle) bu olayların arifesinde yayınlar: “Modern üretim koşullarının egemen olduğu toplumların tüm hayatı devasa bir gösteri birikimi olarak karşımıza gelir. Bir zamanlar doğrudan yaşanan her şey artık bir temsilden ibarettir.” Gösteri, “imaja dönüşene dek yoğunlaşmış sermayedir”. Gösteri Toplumu, 1968’in düşünsel rehberlerinin başında gelir. Zaten kitap, “gösteri toplumuna bilinçli bir şekilde zarar vermek için yazılmıştır”.[24]
“Güzellik sokaklarda”, Atelier Populaire afişi
1968 Devrimi sırasında sitüasyonistlerin kurduğu İşgallerin Sürdürülmesi Konseyi, Debord’un sözleriyle “bütün olayın tam kalbindedir”. İstekleri, “işçi konseyleri [sovyetler] aracılığıyla sınıfsız bir toplumun gerçekleştirilmesidir”. Bütün Paris sitüasyonistlerin sloganlarıyla donanır: “Hayal Gücü İktidara”, “Tutkulara Özgürlük”, “Çalışmaya Son”, “Bütün Ülkelerin İşçileri, Keyfinize Bakın”, “Bırakın Yaşayalım”, “Marx’ı Tüketme, Yaşa”, “Sanat öldü! Cesedini harcamayın”...
1968 eylemlerinde sitüasyonistler, Stalinist-bürokratik komünist partileri, bu partilerin yönetimde olduğu devletleri, onları destekleyen sendikaları teşhir etmeyi de başarır. ‘Devrimi’ desteklemekten ziyade, rejimle dayanışan Fransız Komünist Partisi ve onun güdümündeki sendika konfederasyonu işgalci işçileri dizginleyemez.
Paris’te kentlilerin birdenbire ayaklanarak kent hayatına damgasını vurması “sitüasyonist kent”in bir düşten ibaret olmadığını kanıtlar: Herkes işini gücünü bırakmış, başına buyruk, kenti turlamaktadır (dérive); kentin akılcı devinimi içinde hiçbir zaman karşılaşmaları mümkün olmayan yığınlarla hep birlikte coşmakta, devrimci eylemlere katılmakta, kolektif bir yaratıcılık eseri vermektedir; iktidar onların kurduğu ve kendi kendini yöneten konseylerdedir... Bu topluca oynanan bir oyun, bir festival, kent hayatının estetikleştirilmesi, “sokakta sürrealizm” değil de nedir?
1968 eleştirel düşüncede bir çığır açar. Foucault, Lyotard, Baudrillard, Lacan, Deleuze, Guattari, Badiou gibi düşünürler, 1968’in tarihsel hakikatini aramaya başlarlar. Modernliğin ve onun eserleri olan tarihin, toplumun, devrimin, ütopyanın, sanatın sınırlarını tartışmaya açarlar. Bu grup 1960-1982 yılları arasında yayınlanan Tel Quel dergisinin yazarları arasındadır. Tel Quel’in amacı “sürrealizmin radikalleşmesi”dir. ’68 filozoflarının ya da “post-strüktüralistlerin” dille ilgili incelemeleri, arzuyu yüceltmeleri, akla ve gerçekliğe karşı güvensizlikleri hep sürrealizm kaynaklıdır.
1968 Baharı’nı, muhalif, devrimci hareketlerin dünyanın her yerinde yayıldığı bir ortam izler. Bu ortam giderek keskinleşir. Bunda kolonilerde süren kurtuluş savaşlarının, gerilla harplerinin de etkisi vardır. 1970’lerde, birçok Avrupa ülkesinde ve ABD’de sitüasyonist söylemi benimseyen, dolayısıyla sürrealizmi yankılayan örgütlenmeler oluşur: Kopenhag’da askeri barakaları işgal eden Christiana Komünü, İngiltere’de King Mob, Öfkeli Tugaylar (Angry Brigades), Praxis; İtalya’da Kızıl Tugaylar, Metropolitan Indians, ve ’77 Hareketi, Amerika’da Motherfuckers, Negation, Point Blank, Contradiction, Bureau of Public Secrets, Punk... Bütün bu sanat-hayat-siyaset dalgası sürrealizmin ruhunu canlandırır.
[1] Walter Benjamin, “Surrealism: The Last Snapshot of the European Intelligentsia”, One Way Street (Londra: Verso, 1985) s. 236.
[2] AliArtun, “Sanatın Sınırları”, aliartun.com
[3] Ali Artun (der.), Sanat Manifestoları (İletişim/SanatHayat, 2010) s. 225, 226.
[4] André Breton, Manifestoes of Surrealism (The University of Michigan Press, 1969) s. 210, 241.
[6] Ali Artun, “Sanat Hayali, Yönetim Disiplini ve Sanat Yönetimi: Avangard ve Taylorizm”, aliartun.com
[7] Breton, a.g.e., s. 297.
[8] Stephanie D’Alessandro (ed.), Surrealism Beyond Borders (New York: MET, 2022) s. 240.
[9] Robert S. Short, “Politics of Surrealism 1920-1936”, Journal of Contemporary History 1966, Vol. 1, No. 2, s.14.
[10] Serge Faucherau, “Mexique-Europe, 1910-1960”, Meique-Europe içinde, (Paris: Editions Cercle d’Art, 2004) s. 33.
[11] D’Alessandro, a.g.e., s. 212.
[12] Short, a.g.e., s. 7.
[15] Georges Bataille, Robert Desnos, Bir Kadavra, ed. Halil Duranay (Kocaeli: Kült Neşriyat, 2016).
[16] Bkz. Serge Guilbaut, How New York Stole the Idea of Modern Art (The University of Chicago Press).
[17] Bkz. Nur Artun, Sürrealizm/Mimarlık: Mekân Sanatı (İletişim/SanatHayat, 2014) s. 41.
[22] Sanat Manifestoları, s. 284, 285.