Rönesans’la birlikte sayılar ve formlar yeniden tanrısal, göksel büyülerine kavuştular. Mimarlık şiirselliğini kazandı. Kozmik, ilahi âlemin gizemli dili sayesinde okunmaya başladı. Rönesans düşüncesinde “dünya bir dil olarak kavranır”. Henüz kitapların son derecede nadir olduğu Gutenberg öncesi dönemde mimarlık ilahi bir metin oluşturur. Bu yönden, en derin ve zengin olan yapılar kuşkusuz katedrallerdir. Gotik tarihçisi Otto von Simson’a göre “Katedraller Tanrı’nın evreninin ifadeleriydi. Bu evrenin aynaları (specula) arasında tabiat, sanat, mücadele, yaratıcılık, erotizm, doğum, hayat ve ölüm bulunuyordu… Katedraller aynı zamanda pratik hayatı da yansıtan aynalar olmaları dolayısıyla, Tanrı’nın evrenindeki her şeyin birbirleri arasındaki gizemli ilişkilerin (unio mystica) eviydi. Victor Hugo “katedralin, dilsiz, taştan bir kitap olduğunu” söyler. Hugo mimarlığı “insanlığın büyük kitabı” olarak tanımlar: “Mimarlık, kolektif varoluşun kaydı ve anıtıydı… Büyük metniydi. Örneğin Süleyman’ın tapınağı, kusal kitabın bizzat kendisiydi. Mimarlık kitabı hayal gücüne, şiire ve halka aittir… Fakat matbaanın ortaya çıkışı binayı öldürür… Hiç şüphe yok ki katedral 15. yüzyılda ölmüştür."
İÇİNDEKİLER:
Mimarlığın Aritmetiği: Sayılar
Müzik: Semavi, İlahi Oranlar
Mimarlığın Geometrisi: Formlar
Antropomorfik Matematik
Kutsal Bir Metin Olarak Mimarlık