"Sanatın Sonu"nu İlan Eden Eleştirmen Arthur C. Danto Öldü

31/10/2013 / skopbülten

                                                         Arthur C. Danto

 

Ünlü felsefeci ve sanat eleştirmeni Arthur C. Danto 25 Ekim günü 89 yaşında hayatını kaybetti. Columbia Üniversitesi fahri profesörü Danto, en eski sorulardan birinin, “sanat nedir?” sorusunun yanıtlanmasına yardımcı olmakla kalmamış, aynı zamanda onun ‘sonu’nu da ilan etmişti.

Ann Arbor’da doğan ve çocukluğunu Detroit, Michigan’da geçiren Danto, Wayne Üniversitesi ile Columbia Üniversitesi’nde sanat, tarih ve felsefe eğitimi gördü. 1949’da aldığı bursla eğitimini Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nde tamamlayan Danto daha sonra ders vermek üzere Columbia’ya geri döndü.

Danto 1964’te kaleme aldığı bir makalesinde ilk kez “sanat dünyası” terimini sanat yapıtının yaratıldığı kültürel ve tarihsel bağlamı ifade etmek için kullandı. Bu kavram, bir nesnenin ancak “sanat dünyası” ona “değer atfettiği zaman” sanat yapıtına dönüştüğünü savunan George Dickie’nin kurumsal sanat teorisine de temel teşkil etti.

Danto yirmi yıl sonra “Sanatın Sonu” başlıklı meşhur makalesini yayınladı. Burada, Andy Warhol’un 1964 yılında Stable Gallery’de sergilenen Brillo kutularının, sanat tarihinin sonuna delalet ettiğini ileri sürdü. Brillo kutuları sanatı kendi kendinin felsefesine dönüştürerek, yeni bir çoğulculuk ve “tarih-sonrası sanat” çağının habercisi olmuştu. Danto, “Bu sürecin bir parçası olmak isteyen sanatçılar, sanat akademilerinin onlara verebileceklerinden çok daha farklı bir eğitimden geçmek durumundaydılar. Bu sanatçılar birer filozof olmak zorundaydılar,” diye yazmıştı.

 

 

Altmış üç yaşına geldiğinde akademik felsefe alanında konumu sağlamlaşan Danto, The Nation dergisinde sanat eleştirmenliği yapma teklifini kabul ederek felsefe camiasını bir hayli şaşırttı. Tüm ilgisini sanat yapıtlarına yönelttiği 1984’ten 2009’a kadar, Eric Fischl ve Julian Schnabel’in de aralarında olduğu pek çok sanatçının yapıtları üzerine eleştiriler yazdı.

Danto’yla otuz yıl boyunca birlikte çalışmış, Columbia Üniversitesi’nden meslektaşı Lydia Goehr, onun için “yalnızca bir sanat felsefecisi değil aynı zamanda sanatı son derece ciddiye alan biriydi,” diyordu. Goehr’e göre Danto’nun sanata olan saygısı “ona felsefe alanında çok önemli bir yer sağladı ve estetiğin çöküşe geçtiği 1960'lardan sonra bu alana soluk kazandırdı".

Danto ayrıca bir dönem Amerikan Felsefe Birliği ile Amerikan Estetik Derneği’nin başkanlığını yürüttü. 1973 yılında yayınlanan ikinci “Hümanist Manifesto”nun altına imza atan 120 akademisyen ve filozof arasında yer aldı. 1996’da College Art Association’dan sanat eleştirisi alanına katkılarından ötürü Frank Jewett Mather Ödülü’nü aldı. Bu yılın başında yayınlanan son kitabı What Art Is ise, sanatın tanımına adadığı elli yılın bir özeti niteliğinde. Danto’nun Türkçeye çevrilen kitapları ise şunlar: Nietzsche: Hayatı, Eserleri ve Felsefesi (Paradigma, 2002), Sanatın Sonundan Sonra (Ayrıntı, 2010) ve Sıradan Olanın Başkalaşımı (Ayrıntı, 2012). [NÖ]

 

Aşağıda, Danto’nun The Art Newspaper dergisinin Mayıs 2002 sayısında yer alan “A Commentary on the End of Art: What You Think is What It is” başlıklı yazısının çevirisini sunuyoruz:

 

Yaşadığım dönemde sanatta yaşanan en önemli hadise, biraz dramatik bir nitelemeyle “sanatın sonu” olarak tanımladığım olaydı. Elbette bununla sanatsal üretimin tümüyle sonlandığını kastetmemiştim –hatta “tarih-sonrası” dönem içinde belki de her zamankinden daha fazla ve daha çok çeşitte yapıt üretilmiştir.

“Sanatın sonu” dendiğinde anlaşılması gereken, özellikle 1960’larda kendini gösteren bir dizi kavramsal devrimle birlikte –Pop, Fluxus, minimalizm, kavramsalcılık vb– bir sanat yapıtının nasıl olması gerektiğini belirleyen her tür sınırlamanın ortadan kalkmasıdır. Öyle ki sanat yapıtı her şeye benzeyebilir; sözgelimi ilk bakışta sıradan bir nesne gibi görünebilir. Burada asıl mesele şudur: yalnızca birer kutu, tahta veya karton parçası veya birtakım çerçöp gibi görünen şeyleri sanat yapıtı kılan şey nedir?

Bu da, bir şeyin sanat olup olmadığının belirlenmesinde bizzat sanatın tanımının her zamankinden daha etkili olduğunu gösteriyor ki bu da şu anlama geliyor: Günümüzde sanat felsefesi, onsuz da rahatlıkla var olabilecek bir etkinliğin –sanatın–  dışsal açıklaması değil, sanata içkin bir hale gelmiştir.

Eskiden filozoflar sanatın tanımının yapılamayacağını, zaten bunun bir önemi olmadığını, çünkü böyle bir tanımlamaya ihtiyacımız olmadığını savunurlardı.

Bu görüş, herhangi bir tanıma ihtiyaç duymadıklarını, çünkü bir şeyin sanat olup olmadığını bir bakışta “anlayabileceklerini” ileri süren sanatçıları, özellikle de ressamları hayli cezbediyordu.

Öte yandan hem filozoflar hem de sanatçılar 1960’lar ve 1970’lerde ortaya çıkan ani değişimler karşısında hazırlıksız yakalanmışlardı. Felsefi özbilinçte yansıtılmadığı takdirde sürdürülemeyecek bir yaşam biçiminin sonu gelip çatmıştı.

Sanat yapıtlarının nasıl görünmesi gerektiğine dair üzerinde uzlaşılmış bir yol yoksa, şeylerin görünümüyle bağlantılı olan bir şey de sanatın esasının bir parçası olamayacaktır. Dolayısıyla estetik de daha en baştan tanım dışı kalacaktır.

Bundan güzelliğin bir önemi kalmadığı gibi bir sonuç çıkmamalı elbette. Yalnızca sanatla arasındaki geleneksel zorunluluk bağını yitirmiştir. Güzellik insan yaşamında her zaman son derece önemli olmuştur ve bundan dolayı sanatçılar da her daim onun peşinde olacaklardır. Fakat sanatçılar, ulaşmaya çalıştıkları sanat gerekli kılıyorsa, tiksintinin ya da daha moda tabirle “zillet” [abjection] ardına da düşebilirler pekâlâ.

“Sanatın sonu”, sanatçıların düşüncelerini diledikleri biçimde ifade edebildikleri, tam bir çoğulculuk haline yol açar. Bugün sanatçı olmak demek, görsel yöntemlerle felsefe yapmak demektir. Hiçbir sınır kalmamıştır ve gerekirse her şey araç olarak kullanılabilir: eski gazeteler, et parçaları, eski kıyafetler, bulunmuş şipşak resimler, eski araba lastikleri, kullanılmış oyuncaklar, şişelenmiş ölü gaz, fil dışkısı. Modernizmin son evresini tanımlayan saflık ilkesinin gereklilikleri ile bugünün sanatsal pratikleri veya eleştirel hassasiyetleri arasında hiçbir ilişki yoktur artık.

Özellikle de sanat eleştirisi bundan böyle hiçbir şeye kesin gözüyle bakmamalıdır. Artık eleştirmen, karşısına çıkan her şeyi kendi kuralları içinde değerlendirmek durumundadır.

Eleştirmenin ödevi, anlaşılır bir yoruma varabilmek için ne gerekiyorsa kullanarak önündeki malzemeye en iyi açıklamayı getirmektir. Haliyle bu tarz bir araştırma, çok fazla zaman harcamayı gerekli kılsa da, sanatın bugün nasıl deneyimlendiğinin esas paradigmasıdır: Herkes bir eleştirmen olmalı ve sanat yapıtında somutlaşan düşünceyi oluşturmayı öğrenmelidir. Profesyonel eleştirmen de bunu okurları adına gerçekleştirir ve onlara sanatı anlamaları için ihtiyaç duyduklarını verir.

Bu anlamda, sanatçıların bile, yarattıklarını daha iyi anlayabilmek için eleştirmene ihtiyaçları vardır.

Eleştiri, tıpkı bizatihi sanat gibi, ortak çabaya dayanan bir uğraştır. Sanat yapıtının, uygun bulunan her tür malzemeyle görsel somutluk kazanabileceği kabul edilince, eleştiri de, düşünceyi ve somutlaşmayı bilinç düzeyine taşımaktan oluşur.

Theodor Adorno, tamamlanmamış eseri Theory of Aethetics’te şöyle yazmıştı: “Apaçık bir olgu varsa, o da şudur: sanatla ilgili hiçbir şey, ne içsel varlığı, ne de var olma hakkı, apaçık değildir.” Onun bu sözlerinde, aslında kültürel bir umutsuzluk çığlığı vardı. Nice sonra “sanatın sonu” olarak tanımlanan dönüşümleri daha o zamandan sezebildiği için ona çok şey borçluyuz.

Adorno’nun umutsuzluğu, tıpkı Ruskin’in 19. yüzyılda ortaya koyduğu model gibi, yeni bir gerçekliğin doğuşuyla birlikte devri kapanan bir sanat ve toplum modeline dayanıyordu.

Kültür eleştirisi de tıpkı sanat eleştirisi gibi her şeyi sorgulamak durumundadır. Ortaya çıkan yeni sanat, beğenelim veya beğenmelim içinde yaşamak zorunda olduğumuz kültürü mükemmelen somutlaştırıyor. Eğer kültürü doğru kavramak istiyorsak, ilkin, daha önceki kültürlerdekinden farklı olan sanat yapıtlarına bakmamız ve ardından, şu an bulunduğumuz konumu olabildiğince doğru bir biçimde açıklamaya çalışmamız gerekir. “Sanatın sonu” dediğimiz de, yeni bir kültürel gerçekliğin başladığının bir işaretiydi.

 

Kaynaklar: http://www.theartnewspaper.com/articles/Arthur-C-Danto-philosopher-and-art-critic-has-died-aged-/30806

http://www.theartnewspaper.com/articles/A-commentary-on-the-end-of-art-what-you-think-is-what-it-is/30805

 
 
 

Arthur C. Danto