Sabancı Üniversitesi iki yıl önce, Sakıp Sabancı’nın vefatının 10. yılı anısına Kutluğ Ataman’dan özel bir çalışma hazırlaması isteğinde bulunmuş ve üniversitenin akademik kadrosunu da hazırlanacak esere katkıda bulunmaya davet etmişti. Buna karşılık 63 akademisyen ve öğrenciden oluşan bir grup, hem Ataman’ı hem de bu projeyi protesto etmek için bir bildiri yayınladı. Bildiri metni şöyle:
“Bizler, bir grup Sabancı Üniversitesi öğrencisi, mezunu, çalışanı ve akademik personeli olarak, Kutluğ Ataman’la herhangi bir işbirliğine girmek istemiyoruz. Kendisinin Gezi Parkı protestoları ile güçlenen toplumsal hareketleri sığ bir bakış açısıyla değerlendirerek, yaralanma ve ölümlerden protestocuları sorumlu tutmasının; vicdanı özgür ve siyaseten eşitlikçi sanatçı profili ve vizyonu ile bağdaşmadığını düşünüyoruz. Bu sebeple, üreteceği hiçbir çalışmada yer almayacağımızı bildiriyoruz.
Türkiye’de var olan derin devlet yapılanmalarına, darbelere, şiddete, faili meçhullere, Türkiye halkları arasındaki ayrımcılığa, devlet terörüne, cinsiyetçiliğe, homofobiye, ırkçılığa karşı mücadele veren bireyler olarak, halkının en temel demokratik haklarını görmezden gelerek protestoları şiddetle bastıran ve uyguladığı polis şiddeti ile ağır yaralanmalara ve ölümlere sebebiyet veren bir hükümetin yapacağı demokratik bir açılımdan söz etmenin mümkün olmadığına inanıyoruz. Eğitim tarihimizde önemli bir yer tutan Sabancı Üniversitesi’nin, Kutluğ Ataman’la -tüm bunlara rağmen- beraber çalışmayı tercih etmiş olması bizler için oldukça düşündürücü ve üzücüdür. Katılmayı reddettiğimiz, içeriğini sorguladığımız ve malzeme araştırması kanalını ise profesyonel bulmadığımız bu projenin yeniden değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Zira, üniversitenin kurucusu Sakıp Sabancı’nın eğitim destekçisi olarak portresinin anıtsallaştırılması, bürokrasi üzerinden bir araya getirilen üniversiteli ya da mezunların vesikalık fotoğraflarından değil, beraber ürettikleri ve ortaya koydukları tavırdan yola çıkmalıdır.”[1]
Ataman’ın Gezi Direnişi’ne dair açıklamaları daha önce de tepki çekmişti. Ataman’ın nasıl bir konum aldığını, bazı demeçlerine bakarak tekrar hatırlayalım:
Ataman, Star Gazetesi’nden Gülcan Tezcan’a verdiği bir röportajda[2] “‘Gezi ruhu’ diye aslında olmayan bir ruh hali üzerinden sivil bir eylem gelişti. Ancak bu Türkiye’ye has değildi. Orijinal değildi. Hatta Türkiye’de bir ilk diyenlere de katılmıyorum: Beyaz Türklerin korku ve hezeyanları fazlasıyla ortaya çıktı. Küskün olduklarını, ‘memnun ve mes’ut’ olamadıklarını gördük. Türkiye artık Nişantaşı ve Kadıköy değil. Haliyle birikmiş kızgınlıklar ve kendi özelimde bana yaşatılan profesyonel kıskançlıklar varmış. Gezi’nin getirmiş olduğu özgürlük illüzyonunda bunlar açığa çıktı. Bu acınası faşist uygulamalar sadece benim hayatımda değil hemen herkesin hayatında etkili oldu” demiş ve ayrıca, “Gezi’deki barışçı ve demokratik protestonun paralelinde bugün artık daha da net görebildiğimiz kirli senaryolar tezgâhlanmaya başladı” sözleriyle Gezi Direnişi'ni karalayan bir üslup sergilemişti.
Ve aynı röportajda Gezi Direnişi’ni Ergenekon’la ilişkilendiren şu sözleri, adeta bir ihbar niteliğinde: “Ancak şunu da unutmayalım, ki son iki yıldır sürekli uyarıyoruz hükümeti, ‘Sanat camiası içindeki Ergenekon uzantılarına artık uyanın’ diye... Sadece askerler mi? Ergenekon’un sivil uzantıları var. Sanat ve kültür dünyasında da yok mu...”
Kutluğ Ataman
Son olarak Ataman, 6 Ekim 2013’te Sabah gazetesine yaptığı ve Demokratikleşme Paketi’nden övgüyle söz ettiği açıklamasında[3] kendince “hakiki” olmayan birey veya oluşumlara üstü kapalı bir biçimde göz dağı veriyor: “Özellikle sanat ve kültür kurumlarımızda, hâlâ Çevik Bir döneminde yapılan baskılara paralel söylemler, çabalar içerisinde olanlar var. Bunların en kısa zamanda hayatımızdan çıkmaları gerekiyor. Güzellikle çıkıp gitmezlerse kanun yoluyla, adalet yoluyla er veya geç gidecekler. İfade özgürlüğünün olmadığı bir sanat ve kültür dünyası düşünülemez. Bu şaklabanlarla yola devam edemeyiz.”
Ayrıca “Sanatçılar ve entelektüeller, ölümler yaşanmadan 'Eve dönün ve siyasi mücadeleye devam edin' demeliydi” sözleriyle Gezi Direnişi’ni ve onu destekleyenleri karalamaktan da yine geri durmuyor; ölüm ve yaralanmaların “esas” nedenini de gösteriyor bize: Evde oturmamak!
Röportajın devamında ise AK Parti hükümetine ve Başbakana verdiği desteğin altını şu sözlerle bir kez daha çiziyor: “Bugün muhalefet olduğunu iddia eden, sanatçısından medyasına geniş bir kesim, esasen derin devlete karşı mücadele eden kesimlere muhalefet ederek iktidardan, yani derin devletten yana tavır koyuyorlar. Umarım bunun vebali altında ezilmezler, hatalarından kısa zamanda dönerler. AK Parti'li değilim. Ama bugün bu mücadeleyi en efektif, en cesur şekliyle AK Parti verdiği için, evet, AK Parti'yi ve Başbakan'ı destekliyorum. Onlar bir devrimi gerçekleştiriyor.” [NÖ]