Sanatçılar arasında girişimcilik yayıldıkça, bu kesimden birçok sanatçı başka sanatçıların emekleri üzerinden büyük paralar kazanmaya başladı. "Sanat ve Emek" dizisi hem bu konuda örnekler sunuyor, hem de bu gelişmenin kaynaklarını inceleyen yazılara yer veriyor.
Dizi, Sean O'Hagan'ın pazarlama konusunda en başarılı olan şöhretlerden beşinin atölyelerine yaptığı ziyaretlerden izlenimlerle başlıyor. Bu beş sanatçı, Damien Hirst, Jeff Koons, Tracey Emin, Gavin Turk, ve Takashi Murakami. O'Hagan'ın aşağıdaki yazısı, Gavin Turk'ün stüdyosundan izlenimlerini aktarıyor. Bundan önceki bölümler için bkz. Sanat ve Emek Yazı Dizisi
Gavin Turk, Londra'daki stüdyosunda büyük bir serigrafinin önünde. Fotoğraf: Karen Robinson
Gavin Turk'ün Hackney'deki stüdyosu, bir üstgeçitin yanında bulunan ve bugünlerde Olimpiyat Stadyumu'yla ilgili hummalı çalışmaların sürdüğü inşaat alanının yakınlarındaki eski bir hapishane. İçeri girdiğinizde ilk gördüğünüz, Turk'ün kendini Joseph Beuys olarak resmettiği, Warhol tarzı bir serigrafi. Kimlik, muğlaklık, benlik algısı… bunlar Turk'ün işlerinde sürekli oynadığı değişken temalar.
In Memory of Joseph Beuys, 2004. Che on Yellow Background, 2009
"Klişeyle ve sanatın ne olabileceği sorusuyla çok ilgileniyorum, o yüzden de Warhol hep var. Şuradaki Pop [Turk'ün kendisini Sid Vicious ile silah çeken bir Elvis Presley karışımı olarak temsil ettiği balmumu heykeli] parçasında var mesela, serigrafi otoportrelerimde de."
Turk kalkıyor ve kendisini, başında peruğuyla Warhol olarak temsil ettiği serigrafisini uzatıyor. "Ne zaman bilgisayarın başına otursam aklıma bir şekilde Warhol geliyor. Her bilgisayarda, aile fotoğraflarınızı ve portrelerinizi bile tek tıkla Warhol’laştırabileceğiniz bir sanat düğmesi var. Biz fark etmesek de, Warhol her zaman her yerde."
Fright Wig X, 2008
Turk, işlerine yardım etmeleri için altı asistan çalıştırıyor. "Aslında mesele zamanı yönetmekle ilgili,” diyor. “Benim yapmaya zamanım olmayan işleri onlar yapıyorlar."
Garaja benzeyen bitişik bir odada, sanayi tipi bir boya püskürtücüsü var. Boya ve kâğıtla kaplı uzunca bir masa, serigrafi yatağı işlevi görüyor. "O kadar da iyi değiliz, ama bu sorun değil çünkü ben imajları biraz kusurlu bırakmak istiyorum. Profesyonel serigraflar hep mükemmel işler çıkarıyor."
Turk, Tate Modern’daki Pop Life sergisine Pop ve Cave adlı işleriyle katılıyor; bu ikincisi, kendi adının yazılı olduğu meşhur mavi plaka.
"Sergiye Sold Out başlığı verileceğini duydum, çok hoşuma gitti bu. Sanatı kamuya açmak hangi noktada kendini satmaya dönüşüyor? Şu veya bu biçimde kendini satmadan, kendinden taviz vermeden, piyasaya girmek mümkün mü? Bu sorular artık eski moda oldu, ama hâlâ geçerliliğini koruyor."
Sonra bana bu konuyla ilgili düşündürücü bir hikâye anlatıyor; daha kışkırtıcı olan ilk işlerinden biriyle, imzasına ait bir çizimle ilgili bir hikâye. "İşi bir koleksiyonere satmıştım, ama hâlâ stüdyoda duruyordu ve bir arkadaşım yanlışlıkla ona çarptı. 'Dikkat et dostum,’ dedim, ‘birileri bu işi 600 sterline satın aldı.' Arkadaşım bana deliymişim gibi baktı, sonra eseri eline alıp on dakika boyunca inceledi. 600 sterlinlik ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. İşin içine para girince, esere daha dikkatli bakma gereği duymuştu. Bu gerçekten de çok tuhaftı. Bu olay, paranın sanata, genel olarak dünyaya bakışımızı nasıl etkilediğini fark etmeme sebep oldu."
Yumurta, Turk'ün en sık kullandığı formlardan biri; hem felsefi bir sorunsala (Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan?) gönderme yapıyor, hem de yumurta formu bir fikir adamı olarak sanatçının zihninde canlanan fikirleri temsil ediyor: Ouvre (Speckled Hen), 2001.