Kamusal alan kuramını mevcut koşullar dahilinde yeniden tahayyül etme stratejilerinden biri de neo-anarşizmdir. Küresel idare anlayışları ve bunlarla iç içe geçmiş uzmanlık ağlarına kuşkuyla yaklaşan neo-anarşizm, sistem karşıtı hareketlere dönüşümün faili olarak bakar. Occupy, WikiLeaks ve Dünya Sosyal Forumu'nun bağımsız militanlığını değerlendirirken, kurumsallaşmış iktidar devrelerinden uzak duran, karşı-hegemonik fikir merkezleri ve irade oluşumları tesis etme girişimlerini olumlar. Yönetimselliğin hiyerarşik mantığını kırmak amacıyla kamusal alan kuramını yeniden inşa eder; sivil toplumdaki madun [subaltern] karşı-kamuların ve “güçlü” (karar alabilen) kamuların özerk doğrudan eylemlerine ayrıcalıklı bir yer kazandırmayı amaçlar. Kaldı ki kuramın ideallerini geliştirecek demokratikleştirici kuvvetleri, günümüz şartlarında başka bir yerde görmek de pek olası değil.
Bu yaklaşımın taraftarları, ulusaşır kamulara ve kesimlere hesap verme yükümlülüğü olan, özel iktidarı dizginlemek ve müşterek meseleleri küresel ölçekte düzenlemekle görevli ulusaşırı meclislere haydut kurumların iktidarını aktararak küresel yönetişimi demokratikleştirecek planları reddederler. Neo-anarşistler açısından bu strateji, özerk bir kamuoyu oluşturulması önünde engeldir. Zira ister ulusal, ister ulusaşırı veya küresel olsun, sivil toplumun ortaya koyduklarını işlevselleştirmek resmi kurumların doğasında vardır; kurumlar bunu, sivil toplumu otopoetik (kendi kendini üreten ve sürdüren bir sistem, ç.n.) bir süreç içine dahil ederek ve böylece kendi iktidarlarını oluşturup, bu iktidarı geliştirmelerine olanak tanıyarak gerçekleştirirler. Daha büyük bir grup tarafından yutulma olgusunu savuşturabilmenin ise tek yolu, küresel idarenin kurumlarından “topyekûn geri çekilme” ile mümkün olabilir. Heteronomiyi ortadan kaldırabilecek tek bir yol vardır, o da, kendi kendini yöneten kolektifler ile yine kendi kendini idare eden konseylerin muhalif tavırlarının somutlaştırılması olacaktır; bunu yaparken insanlara kendi kaderlerini tayin edebilme yetileri geri kazandırılmalı ve idari iktidarı asıl sahiplerine teslim etme yolu açılmalıdır. Özetle kamusal alan kuramının ideallerinin hayata geçirilebilmesi için, onunla ilişkilendirilmiş olan siyasal projeyi de terk etmeniz gerekir.
Neo-anarşist yaklaşımın kulağa oldukça radikal geldiği aşikâr. Mevcut durumu bile aşan soruları gündeme getirmesiyle –ki bu soruları yaratan da yine bu mevcut durumdur– kamusal alan kuramının gramerini temelinden değiştiriyor. Öte yandan kamusal alan kuramında hep çift taraflı bir siyasal model üzerinden gidilmiştir: Bir yanda sivil toplum içinde olan ve kamuoyu oluşturan özerk kesimlerin bulunduğu resmi olmayan taraf; diğer yanda ise bağlayıcı kararlar alan ve bunları uygulamaya koyan siyasal kurumların bulunduğu resmi taraf. Bu kuramın temel iddiası da elbette bu iki taraf arasındaki ilişki üzerinedir: Aralarında serbest bir iletişim olması koşuluyla resmi olan diğerini demokrasinin gereği uyarınca yönlendirmektedir; bunu da bir söylem olarak üretilen çoğunluğun çıkarı algısını, bağlayıcı kararlar ile meşru eylemlere tercüme ederek oluşturduğu kamuoyu ile yapar. Neo-anarşistler ise bu tarz ayarlara veya düzenlemelere karşıdırlar. Gerekçe olarak da, siyasal sistemlerin idari mantığının, sivil toplumun bağımsız güçlerini sömürgeleştirmek üzerine kurulmasını gösterirler. Tam bir kurtuluş için, resmi kurumların tasfiye edilmeleri gerekir. Ne var ki bu da karşımıza tek-taraflı bir demokrasi anlayışına dayanan bambaşka bir model çıkarır.
Neo-anarşist tartışmayı sağlıklı bir biçimde değerlendirebilmemiz için öncelikle bazı yorumlama sorunlarını çözmemiz gerek. Resmi kurumları ortadan kaldırmak, salt mevcut durumdan kurtulmak ve sivil toplumun isteklerini yerine getiren yönetimlerin olduğu ve yine iki taraflı olarak tasavvur edilen bir dünyaya bir geçiş stratejisi mi? Yoksa, bambaşka bir nihai hedef gözeten bir ilke meselesi mi: kurumsallaşmamış bir halk iktidarının olduğu bir dünya.
Bana göre yaygın kabul gören bu tez, ki nihai hedefi resmi saiyasal kurumların olmadığı bir demokrasidir, kavramsal açıdan tutarlı değil. Tek taraflı bir siyasal modele dayalı bu tez, sivil toplum ile kurumsal aktörler arasındaki ayrımı ortadan kaldırma iddiasını barındırır. Dolayısıyla bu tez, tek bir grubun (kendi kendini idare eden) her iki rolü de oynayabileceğini varsayar. Ancak bu da, herkesin her konuda ve her zaman fikir birliğinde olacağını varsaymak anlamına gelir. Bunun açıkça imkânsız oluşu da, ister istemez bir hesap verilebilirlik sorununu beraberinde getirecektir: bir konsey, alınan kararlara tabi olan veya bunlardan etkilenen insanlara eylemlerini nereye kadar ve nasıl açıklayacak? Bu “ötekiler” sonuç itibariyle o konseyin halkı olduğuna göre, bir halkın gözünde de böylesi bir konsey, bağımsız bir denetime tabi ve şayet gerekirse karşı durulacak kurumlaşmış bir iktidar konumunda olacaktır. Dolayısıyla buradaki kendi kendini düzenleyen kolektifler ve siyasal aktörler, özerk bir kamu gerekliliğinden yine sıyrılamayacaktır. Her iki taraf da birbirine ihtiyaç duyar. Çünkü kamu da isteklerini yürürlüğe sokacak kurumsallaşmış bir iktidara ihityaç duyar. Karşıt güçler tanım gereği, karşısında bir diğeri olmadığında varlık nedenlerini de [raison d’étre] yitireceklerdir.
Şayet anarşizm uygulanabilir bir nihai hedef olmaktan uzaksa, o zaman mevcut durum içinde bir geçiş stratejisi olarak geçerliği olabilir mi? Sistem karşıtı hareketlerin ve madun karşı-kamuların olumlanması, ana-akım ulusal medyaya veya küresel yönetişim kurumlarında toplaşan NGO uzmanlarının "ulusaşırı savunuculuk ağları"na iman edenlerin gözünü açar şüphesiz. En nihayetinde Occupy, WikiLeaks ve Dünya Sosyal Forumu'yla ilişkili bağımsız direnişçilerin doğrudan eylemleri olmasaydı, yaşadığımız dönemde egemen olan ekonomist ve militarist apolojilerin maskesini düşüren radikal bir eleştirellik de doğmazdı. Ne var ki anarşist taktikler, kökten bir yapısal değişim gerçekleştirmek için tek başlarına yeterli değil. Küresel idari kurumlarla çarpışmak yerine kendini bunlardan sıyırmak gibi bir strateji, çıkar grupları ve bunların iktidarına zarar vermek bir yana, daha da pekiştirecektir. Kaldı ki kamu güçlerinin geri çekilmesi, hatta kurumsallıktan arınması, en çok finans kapitalin işine yaramaktadır. Dolayısıyla küreselleşen bir dünyada uluslararası etkileşimi düzenleyen kurumları lağvetmek yerine onları demokratikleştirmek için savaşmak yerinde olacaktır. Ve doğrudan eyleme, toplumsal değişim için hayata geçirilecek yegâne strateji gibi değil, cephaneliğimizdeki silahlardan bir tanesi olarak bakmak da daha yerinde olacaktır.
Bu metin kısaltılarak çevrilmiş ve başlık tarafımızdan değiştirilmiştir. Kaynak: Nancy Fraser, Transnationalizing the Public Sphere: Nancy Fraser debates her Critics, ed. Kate Nash içinde “Publicity, Subjection, Critique: A Reply to My Critics,” başlıklı bölümden alıntı (Polity Press,2014). Metnin tamamı için bkz. Against Anarchism