İkinci Dünya Savaşı öncesi siyasası üzerine derinlemesine bir tahlilde bulunan ve üstelik bunu ilişkisel bir ontolojik bakışla başarıyla yerine getiren Gilles Deleuze ve Félix Guattari, muktedir ve mekân arasında gizil ya da değil, ardışık bir bağ olduğundan dem vururlar.[1] Onlara göre siyasetin kılcal damarlar vasıtasıyla gündelik hayatımızı tahakküm altına almaya çalışan ideolojik vasıtaları, meta-siyasetin görünür, baskıcı ve disipline edici ideolojik vasıtalarından kimi zaman çok daha sinsi ve dolayısıyla etkindir ve bu durum, mikrosiyaset olarak adlandırılabilecek yeni bir kavramsallaştırmaya gereksinim duyar. Mikrosiyaset, gündelik hayatın biteviye örüntüsüne öylesine nüfuz etmiştir ki, kanıksanmış davranış kalıplarının ötesinde, genel geçer ve vasat bir algı inşası ile kitlesel bir tutumun da aracısı konumundadır. Sosyolojik açıdan, kitlenin nasıl davranması gerektiğine ilişkin emredici, gerektiğinde onu hizaya çeken toplumsal kodlar üzerine yaygın araştırmaların var olduğunu biliyoruz; ancak Deleuze ve Guattari'nin kavramsallaştırmaya çalıştıkları yeni siyaset biçimi, sosyolojik olanın yanı sıra, öznenin tek-tipleştirilmesine ilişkin süreçte maruz bırakıldığı çoklu-yanılsamalı-algı dünyasına dikkat çeker. Ancak burada bizim için daha da önemli olan, mikrosiyasetin coğrafi uzamda yer tutması; bir diğer değişle, O'nun maddi bir dünyası olması ve sosyal ya da fiziki bir mekânsal örüntü ile gündelik hayatı birbirine başarıyla eklemlemesidir.
1933'ün bir tür milat kabul edildiği çalışmalarının ana eksenini de, muktedirin kendisini 'mikro siyaset' lerle mekân üzerinden kurma çabası oluşturur. Mikro siyaset, gündelik hayatın/mekânın ayrılmaz bir parçasıdır; gündelik eyleme, dile, bedene, yapmaya ve şüphesiz ki algı inşalarına doğrudan katılır ve bir süre sonra özne, vasatlık üzerine kurulu bir dünyayı meşru olduğu varsayılan bir zeminde yeniden-üretmeye koyulur. Bu tür bir siyasetin içine dikkatle yerleştirilmiş bir ideolojik atfın sürdürülebilirliği, maddi dünyada her an karşılığı olan gündelik hayatın pratikleri olacaktır. Kanıksama ve yeniden yapma fiili, Deleuze ve Guattari için, mikrosiyasetin başarısı anlamına gelir; bizler sorgusuz sualsiz pratiklerimizi sürdürdüğümüz nispette, tahakküm yaygınlaşacak ve muktedir kendi nedenselliğini meşrulaştırabilecektir. Pratiklerin sorgulanarak kanıksanmış olanın reddi ise, muktedir tarafından arzu edilmeyecektir; çünkü bu, iktidara başat yeni pratiklerin ve farklı algı inşasının olasılığı anlamına gelecektir, iş bu sebeple, gündelik hayat sıkı sıkıya mikrosiyasetin kılcal ideolojik vasıtalarıyla denetlenmeli, pratiklerden kopma belirtisi gösteren aykırı özneler hizaya çekilmeli ve yeri geldiğinde de, bir baba şefkatiyle terbiye edilmelidir –tabii, ödüllendirme kadar, yerinde, zamanında ve nispetinde cezalandırma da, iktidar sahiplerince ahlaki geçerliliği olan bir sorumluluk olarak addedilecektir.
Burada bir kez daha, muktedir olma hali ile mekân arasındaki kimi bağlara bakalım: İlk olarak, iktidar soyut düzlemde cereyan eden bir olgu değildir; tam tersine maddi dünya ile kurduğu örtüşüklük nispetinde var olur. İkinci olarak, sosyal bir örüntüyü içermesine karşın mekân, bu somut dünyanın çok-katmanlı/çok-boyutlu tezahürüdür. Üstelik gündelik hayatımızın pratikleri, bu somut dünyayı kuran, sürdüren ya da dönüştüren mekân(lar) aracılığı ile kaimdir. Üçüncü olarak, yukarıda özetleyerek zikrettiğimiz bu yaklaşımın, özelleşmiş bir mekânbilim tartışmasını içerdiğini görmezden gelemeyiz; üstelik bu tartışma siyaset bilimi ile sosyolojinin inceliklerini harmanlayan çoklu bir yapıya/niteliğe sahiptir. Son olarak, "eleştirel gelenek" kaçınılmaz olarak bu analitik yorumun/bakma biçiminin göbeğine yerleşmiştir. İşte tam da bu bağlamda, muktedirin mekân üzerinden izlerini açığa çıkaran biz akademik çevrelerin, eleştirel geleneğin göreve çağırdığı ahlaki kabullerden de hareket etmesi doğal görülmelidir. Örneğin, böylesi bir mantıksal varsayım çerçevesinde, adaletsiz güç edinimi ve kullanımı ile mekân arasında ayrışmaz bir etkileşim olduğu ve aynı zamanda bunun sorgulanması gereken ahlaki bir boyut içerdiği, kesinlikle ve yüksek sesle ve gerekirse direnerek dillendirilmelidir.
Uzun uzadıya bir mekân tartışması, bu kısa değerlendirme metninin kapsamı dışında bırakılmalıdır; bununla birlikte, burada özetleyerek altını çizmemiz gereken konu, özellikle mimarlığın bu tür bir konumlandırma içindeki ayrıcalıklı yerini doğru tanımlamak olmalıdır. Bu noktada denilebilir ki, mikrosiyasetin kılcal damarlarının inşası sürecinde mimarlığın, bir tür "savaş makinası"na dönüşmesi ve iktidar sorunsalına önemli bir unsur olarak katkı koyması kaçınılmazdır. Mimarlığın bir "savaş makinası" olarak addedildiği, sayısız çalışma içerisinde Paul Hirst'in "Mekân ve İktidar" başlıklı eserini, tartışmayı sonlandırmak adına, bir başucu kitabı olarak şiddetle öneririm.[2]
Sonuç olarak, 18 Aralık 2012 günü ODTÜ Yerleşkesi'nde vuku bulan yüzleşme, kurumun kuruluş felsefesi ve yaklaşık 60 yıllık geçmişine denk düşen, bir başka tarihsel kırılmayı içermektedir –rastlantısal olarak devletin haber ajanslarına dahi düşen şiddet görüntülerinin, önlenemez bir karşı-iktidar ittifakına ve kitlesel bir tepkiye yol açtığını savlamak yanıltıcı olmayacaktır. İktidar sahiplerinin, devletin aygıtlarını da arkalarına alarak, mekân üzerinden bir tür görünürlük sevdasıyla yerleşke içerisindeki çatışma zeminini nasıl kurguladıklarına dair, bugüne değin sayısız akademik ya da popüler nitelikli tahlil yapıldı; dolayısıyla bu kısa değerlendirmede amacımız, neyin nasıl vuku bulduğunun nostaljik bir yinelemesi olmamalıdır. Baskılanmış muhalefetin kendi sesini bu tür bir ibret-i vaka üzerinden duyurmasını hoş görmekle birlikte, yerleşkede cereyan eden şiddete dair tahlilin, kalıplaşmış okuma biçimleri ve siyasi söylemlerin ötesine taşınması büyük bir zarurettir.
Kaynak:
ODTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölüm Başkanı Güven Arif Sargın'ın, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi Bülteni no: 103, Ocak 2013 sayısında aynı başlıkla yayımlanan makalesi
[1] Gilles Deleuze ve Félix Guattari, AThousand Plateaus; Capitalism and Schizophrenia, University of Minnesota Press: Minneapolis, Londra, 2011, s. 208-231.
[2] Paul Hirst, Space and Power: Politics, Warand Architecture, Polity Press: Cambridge, UK, 2005