İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nde neler oluyor?

10/7/2013 / skopbülten

 

Gezi Parkı bizi rahat koltuklarımızdan aşağı indirdi. Ve yaşama yönelik her tehdidin yapacağı gibi bizi önce sarstı, sonra kendimize getirdi.  Elbette hayati ve insani hakların savunulması öncelik taşıdı. Ama durumun en kritik olduğu zamanlarda bile sanat Gezi'nin içindeydi. Hayata yönelik bu tehdide, Türkiye'den beklenmeyecek bir biçimde hayatın kendisine dönüşmüş sanat ile karşı konuldu.Gezi'de şöhretli küratörler, muktedir sponsorlar, "dünya çapında isim olmuş"lar, satış rekorlarına koşanlar, eleştiri-kimlik-siyaset üzerinden sanatı  pazarlayanlar, "İstanbul'u dünya sanatının merkezine yerleştiren"ler yoktu. Sadece hayatı ve kavgasını elinden gelen imkânlarla ifade etmeye çalışan, tam anlamıyla Agamben'in tarif ettiği haliyle "çağdaş" sanatçılar vardı. Türkiye'nin her yerinde "duran"lar, polislere kitap okuyanlar, parklarda toplanıp saatlerce konuşanlar, gazdan adamlar, su savaşçıları, duvar yazıları, sloganlar, fotoğraflar...

Gezi Parkı zorla geri alınana kadar Türkiye'nin tek gerçek kamusal müzesiydi... Sonrasında ise ilk defa bütün Türkiye sokakları sanatın  kendisi oldu... Bu nedenle de sanat gibi, çözülemedi, akıl sır erdirilemedi ve en önemlisi de önüne geçilemedi.

Durum böyle olunca, aslında daha önce sessiz kalınan pek çok konunun yeniden tartışılması önemli. Özellikle de finansla kol kola gezen sanat dünyamızın tepe taklak olduğu bu dönemde... Bunların başında, aslında tıpkı Gezi Parkı'nda olduğu gibi sessiz sedasız yerinden yurdundan edilen ve akıbeti belli olmayan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi geliyor. Bilindiği gibi, Resim ve Heykel Müzesi 1937 yılında açılan ilk kamusal sanat müzemiz. Halen Mimar Sinan Üniversitesi'ne bağlı...1970'lere kadar Türkiye'deki tek sanat müzesi olduğu için, devlet o tarihe kadar aldığı her eseri buraya gönderiyor. Buna bir de ölen sanatçıların varislerinin bağışları ekleniyor. Böylelikle halen Türkiye'deki en önemli modern Türk resmi koleksiyonu bu müzede.

Müze kurulduğu günden beri hep sorunlu. Bütçe ve idari nedenlerden sıklıkla kapanıyor. Atanan her yeni müdür, ki  genellikle Akademi'nin resim ya da heykel bölümünden seçilen bir kişi oluyor, kendi beceri ve bilgisine göre müzeyi yönetmeye çalışıyor. Durum böyle olunca, her yeni dönemde müze başka bir yöne evriliyor ve elbette bir istikrar olmuyor. Bunun üzerine bir de müzenin bulunduğu Veliahd Dairesi'nin sorunları ekleniyor. 19. yüzyılda yapılan bina, müze olarak yeniden düzenlenmesi bir yana, yıllar boyunca doğru bir restorasyondan geçmediği için sürekli sorun çıkarıyor. Var olan kısıtlı bütçe, onarım ve tadilatlar için harcanıyor. Elde avuçta kalan zaman, gayret ve bütçe ile müze, müze olmaya çalışıyor.

 

                                       Atatürk Resim ve Heykel Müzesi'nin merdivenlerinde

 

Bu tabloya rağmen, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi 1990'lara kadar var olmayı ve hatta sanat ortamının içinde kalmayı başarıyor. 1990 sonrası ise, sanat dünyamızdaki kırılmanın etkilerini elbette İstanbul Resim ve Heykel Müzesi de hissediyor. Buna rağmen, müzeye uzun bir dönem dokunulmuyor. Hatta takip edenlerin bildiği gibi, İstanbul Modern ve şimdi tarihe karışan SantralIstanbul'un ilk sergileri için  müzeden ödünç eserler alınıyor. Bu ilk müzecilik furyasında, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi nasıl kurtulur temalı toplantılar yapılıyor. Bakanlıklardan binanın restorasyonu için sözler alınıyor, bütçeler veriliyor. 2007 yılında restorasyona giriyor ve açılışı beklenirken Müze geçen sene 75 yıldır kaldığı Veliahd Dairesi'nden atılıyor.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, 2009 ile başlayan, bugünün Gezi olaylarının fitilini ateşleyen İstanbul'u küresel rant için buldozerle ezme projesinin bir diğer mağduru. Her şeyden evvel pahalı bir otel olma potansiyelini barındıran müthiş bir tarihi yapıyı "işgal" ediyor müze. Üstelik sayın Başbakanımız'ın İstanbul rezidansını kapsayan bölgenin  içinde... Şu anda Beşiktaş vapurundan indiğinizde sizi karşılayan polis sitesinin yanı başında... Sınırdan geçer gibi Beşiktaş'a adım atılan bir bölgede elbette kamuya açık bir müzenin yeri yok. Hal böyle olunca, 2012'de bazı gazetelerde müzede başlamış olan restorasyonun yürütülemediğine, binanın kendine özgü özelliklerinin yok edildiğine ve Akademi'nin Osmanlı mirasına saygı göstermediğine dair bol fotoğraflı haberler okuyoruz. Halbuki, o tarihte (ve halen) Veliahd Dairesi'nin bu kapsamlı restorasyonunu Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bağlı olan Milli Saraylar Daire Başkanlığı yürütüyor!

Sonrasında, müze eşinin bir sanat meraklısı olduğunu bildiğimiz sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ziyaretine nail oluyor. Yine Milliyet Gazetesi haberine göre Abdullah Gül eserlerin iyi korunmadığından duyduğu endişeyi dile getiriyor ve çare bulunması hususunda çaba göstereceğini söylüyor. Bu ziyaretin olduğu sırada, müze halen Milli Saraylar tarafından restorasyonda! Akademi'nin restorasyon sırasında eserleri saklamak için bir mekân talep ettiği elbette gazete haberinde yer almıyor. Bu durumda Akademi'nin Milli Saraylar'a sunduğu restorasyonun kademeli tamamlanması ve biten mekânlara eserlerin taşınması çözümünden de bahsedilmiyor.

Bu haberlerin "yapılmasından" çok kısa bir süre sonra İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nin Veliahd Dairesi'den atıldığını öğreniyoruz. Müze, apar topar İstanbul Modern'in de bulunduğu alandaki Antrepo'lardan birine yerleştiriliyor. Sadece İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nin değil sanat tarihinin ve elbette kaçınılmaz olarak Türkiye'nin belleği de siliniyor. Üstelik Antrepo sözünü kimin verdiği, ne süreliğine verdiği, hangi şartlarda verdiği de bilinmiyor, açıklanmıyor. Türkiye tarihinin ilk modern sanat müzesi, tarihsiz ve geleceği belirsiz bir mekâna yollanıyor. O tarihten sonra Veliahd Dairesi restorasyonuna dair haberlerin arkası kesiliyor. Ancak Galataport projesi nedeniyle Antrepo'ların boşaltılacağı yayılıyor. Bu durum elbette, müze koleksiyonunun ne olacağına dair "endişe" duyan hükümet yetkililerince hemen dile getiriliyor. Gel gör ki, aynı bölgede İstanbul Modern de bulunduğu için Antrepo'ların alınması endişesi ortadan kalkıyor. Çözümler tükenmez! Bu kez de Emre Arolat tarafından restore edileceği duyurulan Antrepo'daki eserlerin nasıl saklandığı endişesi sarıyor. Amma velakin, Akademi'nin de ilk işi Antrepo'ya eski eserleri korumak üzere tasarlanmış depoyu bitirmek ve koleksiyonu bu mekânda saklamak oluyor. Bu durum, ziyaretler ve fotoğraflı belgelerle gösterilince "kültür mirasını korumak" görevinden bir dönem vazgeçiliyor.

 

     Emre Arolat ve Antrepo Projesi

 

Son kertede ise, yine TBMM'ye bağlı olarak açılması planlanan ve şaşırtıcı bir biçimde Veliahd Dairesi'nde açılacak bir müze için Resim ve Heykel Müzesi koleksiyonunda bulunan Osmanlı dönemine ait resimlerin talep edildiği haberleri geliyor. Akademi bu talebi,  üniversiteye ait olduğu ve çok haklı olarak koleksiyonun bütünlüğünün bozulacağı gerekçesiyle reddediyor. Ancak anlaşılan Akademi bundan böyle koleksiyonunu elinde tutma savaşına girişecek gibi görünüyor.

İstanbul'da sayısı belirsiz müze projesine girişilirken, ülke tarihinin ilk modern sanat müzesini kurulduğu binadan çıkarılmasını,  başka bir müze için koleksiyonunun bozulmasını ve belli bir döneme kadar olan kültürü miras kabul edip bütüncül bir sanat tarihi okumasını ortadan kaldırılmasını, herhalde sadece bu "an"da, bu dönemde anlamlandırabiliriz.  Nasıl ki Gezi Parkı baştan aşağı yıkılıp AVM yapılacak idiyse, bunun için buldozerlerle gelip ağaçlar köklerinden sökülmeye çalışıldıysa, sonrasında "ağaçları başka yere taşıyorduk" ve bunu da "kamu yararı için yaptık" masalı anlatıldıysa, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nin de hikâyesine ancak o kadar inanılır...

Ağaçlar çok şey başardı...Yaşayan sanat çok şey başardı...İyisiyle kötüsüyle sanat tarihimiz de bunu yapabilecek mi göreceğiz...

 

 

 

İstanbul Resim Heykel Müzesi, müze