Samia Halaby, “Adım Adım”, afiş, 1970.[1]
Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki beklenmedik saldırısının ardından İsrail devletinin Filistin halkına karşı başlattığı soykırım, Batılı kültür kurumlarının ayrımcılıklarını ve ifade özgürlüğüyle ilgili ikiyüzlü tutumlarını tüm dünyaya göstermelerine de vesile oldu. ABD ve Avrupa kurumlarının, özelde İsrail-Filistin çatışması genel olarak da Ortadoğu ve Arap ülkeleri söz konusu olduğunda oryantalizmden apaçık ırkçılığa kadar varan yaklaşımlar sergilemeleri yeni bir olgu değil şüphesiz. Batı menşeli çağdaş İsrail imgesi de, tıpkı kadim İsrail kurgusu gibi, Hıristiyan misyonerliğinden sömürgeci politikalara kadar uzanan asırlık kaynaklara dayanıyor.[2]
Söz konusu politikalar, belli zamanlarda dönemin gerekliliklerine göre hızla güncelleniyor ve 1948’den beri aralıklarla devam eden saldırılara ve aralıksız sürüp giden işgale karşı çıkan sesleri bastırıyor. Eleştiride bulunan aydınların, yazarların, sanatçıların ve diğer kültür insanlarının görünürlüğü engelleniyor; organize karalama ve itibarsızlaştırma faaliyetleri, sessizleştirme kampanyaları yürütülüyor. Almanya başta olmak üzere çeşitli Avrupa devletleri de, bu alanda uyguladıkları taktikler bakımından ABD’den asla geri kalmıyorlar.[3] Sanatçıların, eleştirmenlerin, yazarların, oyuncuların, akademisyenlerin ifade olanakları kısıtlanıyor; türlü tehditlere ve cezalandırmalara maruz kalıyorlar.
Bu politikaların en son hedeflerinden birisi de Samia Halaby. Yaşayan en önemli Filistinli sanatçılardan biri olan Halaby, 1936’da Kudüs’te dünyaya geliyor – henüz İsrail’in kurulmadığı, bölgenin İngiliz denetimindeki Filistin Mandası tarafından idare edildiği dönemde. Filistin’in bilinen Hıristiyan ailelerinden olan Halaby’ler 1938’de Yafa’ya yerleşiyor. Samia Halaby, Yafa’daki evlerinin hatırasını daima belleğinde saklıyor, fakat seneler sonra, 1996’da yeniden buraya gittiğinde hatıraları paramparça oluyor. Çocukluğunun geçtiği sokakta “The Israeli Experience” adında bir lokanta açıldığını görüyor; Filistinlilerin inşa ettiği evlerin önünden geçerken, Amerikalı turistlere kenti gezdiren İsrailli rehberin, bu evlerin tamamen Yahudi geleneklerine göre inşa edildiğini anlattığını duyuyor.[4] Çocukluk kentinin sokaklarının, çocukluk evinin odalarının İsrailliler tarafından işgal edildiğini görmekle kalmıyor, mimari geleneklerinin de çalındığına da tanıklık ediyor. Bu kasıtlı kültür hırsızlığı, toprağı işgal ederken orada büyütülmüş gelenekleri, dili, âdetleri ve usulleri de kendine mal ediyor.
Samia Halaby, 1962’de Indiana’daki atölyesinde.
Samia Halaby, 1948’in büyük sürgün felaketinin, Filistinlilerin verdiği isimle Nekbe’nin ardından evsiz kalan yüz binlerce Filistinli’den biri. Ailesi, tüm yaşantısını Yafa’da bırakarak Filistin’den kaçmak zorunda kalıyor – zira kaçmayanın başına neler geldiğini, Deyr Yassin başta olmak üzere Haganah, Irgun ve Lehi gibi Yahudi paramiliter örgütlerinin giriştiği pek çok katliamdan biliyoruz. Halaby ailesi, Beyrut’a giderek burada yeni bir hayat kurmaya çalışıyor. Beyrut’ta sadece üç sene kaldıktan sonra ABD’ye göç ediyor ve Ohio’nun Cincinnati kentine yerleşiyorlar; Samia Halaby gençliğini ABD’de geçiriyor. Cincinnati Üniversitesi, Michigan ve Indiana üniversitelerinde eğitim alıyor. Konstrüktivizm, Bauhaus ve Josef Albers kadar, Arap ve İslam sanatı geleneğinden de etkileniyor. Mezuniyetinin ardından Kansas Sanat Enstitüsü’nde ve on yıl boyunca Yale Sanat Okulu’nda eğitim veriyor (aynı zamanda bu okulun ilk kadın öğretim üyesi). 1970’lerde New York’un önemli sanatçılarından biri olarak, sanatının yanında çeşitli toplumsal mücadelelere verdiği destekle de biliniyor. 1980’lerden sonra satın aldığı bir Amiga bilgisayarı kullanarak “kinetik resimler” adını verdiği bir dijital sanat projesini başlatıyor. Suriye ve Lübnan gibi ülkeleri de gezerek genç sanatçılara tecrübelerini anlatıyor; genç Arap sanatçıları için örnek alınan bir figüre dönüşüyor. 1970’lerden itibaren Batı’da gözle görülür bir topluluk oluşturan Filistinli sanatçıların arasında kendine özgü, önemli bir yer ediniyor. Kendisinden sonraki kuşağa mensup Mona Hatoum ve Emily Jacir gibi isimlerle birlikte Filistinli sanatçı kadınların öncülüğünü yapıyor. Eserleri New York Guggenheim Müzesi, Paris Institut du Monde Arabe gibi, Batı’nın önemli sanat kurumlarında gösteriliyor. Başta Filistin kurtuluşu ve feminist mücadele olmak üzere, birçok toplumsal mücadelede ön saflarda yer almaya gayret ediyor.
Halaby’nin 1963’te Indiana Üniversitesi'nden mezun olurken açtığı sergiden bir fotoğraf.
Halaby’nin atölyesinde çekilmiş yakın tarihli bir fotoğrafı.
7 Ekim’den beri Filistin’de devam eden kıyım, politik konularda sözünü hiç sakınmamasıyla bilinen Halaby’nin karşısına bugüne kadar gördüğü en büyük engeli çıkardı: mezunlarından olduğu Indiana Üniversitesi’nin bünyesinde bulunan Eskenazi Müzesi, Halaby’nin 10 Şubat 2024’te açacağı “Centers of Energy” adlı retrospektif sergiyi iptal etti. Bu bilgi de sanatçıya kısacık bir e-postayla duyuruldu. E-postayı yazan kişi, müzenin yöneticisi David Brenneman’dı. Brenneman, sergiyle ilgili tanıtım malzemesinin hazırlandığı dönemde, Halaby’nin “sanat icrasına yönelik dinamik ve yenilikçi” yaklaşımına övgüler yağdırmış, birlikte hazırladıkları serginin de “üniversitelerin sanatsal deneylere verdiği değeri” göstereceğinin altını çizmişti.[5] Hazırlıkları üç seneden beri devam eden sergi, Halaby’nin zamanında öğrencisi olduğu okulda düzenleneceği için ayrı bir önem taşıyordu. Küratörlük görevini de Halaby’nin çok beğendiği ve desteklediği genç sanat eleştirmeni Elliot Josephine Leila Reichert üstlenmişti. Şimdiyse Brenneman, Halaby’ye yazdığı 20 Aralık tarihli kısacık e-postada şunu söylemekle yetiniyordu: “Size, Eskenazi Müzesi’nde açılması planlanan serginizin gerçekleşmeyeceğini haber vermek için yazıyorum”.[6]
Ancak bu bilgi, kamudan saklandı. Indiana Müzesi’nin resmen yayınladığı bildiride, iptal kararının Halaby’nin eserlerinin güvenliğiyle ilgili ciddi sorunlardan kaynaklandığı belirtiliyordu – oysa Halaby’ye göre Brenneman, iptal kararının sebebinin, Halaby’nin Instagram hesabından açıkça Filistin yanlısı içerikleri paylaşması olduğunu kabul ediyordu.[7] Üniversitenin tam da bu dönemde aldığı bir başka önemli kararın da, Halaby’nin sergisiyle dolaylı bile olsa bağlantısı var ve her iki karar da, aynı politik bakışı yansıtıyor: Filistin Dayanışma Komitesi’nin misafiri olan İsrailli barış eylemcisi Miko Peled’in üniversitede yapacağı konuşma için salon isteyen öğretim üyesi Abdelkader Sinno’nun anlaşması askıya alındı. Dekan Rahul Shrivastav, tıpkı Halaby’nin sergisinin iptal edilmesini savunduğu gibi, bu kararın da doğru olduğunu savundu.[8] Üniversite dekanının veya müze yöneticisinin dedikleri bir yana, Halaby’nin sergisinin iptali veya Sinno’nun anlaşmasının askıya alınmasının arkasındaki amaç gayet açık: İsrail’e yönelik eleştirileri engellemek.
Bu, ABD’de İsrail söz konusu olduğunda izlenen politikanın en temel kuralı. Ancak 7 Ekim sonrasındaki durum, öncekilerden daha farklı. Zira İsrail’in Gazze Şeridi’nin sivil nüfusuna, Filistinli Hıristiyan ve Müslümanlara yönelik olarak yürüttüğü kırım harekatının başlangıcından itibaren, Amerikan üniversiteleri benzeri görülmemiş bir protesto dalgasına tanık oldu. Bu protestolara katılanlar da sadece veya ağırlıklı olarak Arap ve Müslümanlardan oluşmuyordu; aralarında Yahudiler, siyahlar, Hispanikler, anarşistler ve farklı sol grupların temsilcileri vardı. LGBTİQA+ bireyler de, tüm kampüs protestolarında neredeyse kitlesel olarak Filistin’e destek verdiler. İsrail’in şiddet politikaları, tarihin doğru tarafında durmak isteyen çok geniş bir kitleyi birleştirmişti.
Açıktır ki, Ekim ayından beri kararlılıkla devam eden bu protestolar, üniversite yöneticilerini zor durumda bırakıyor – zira Amerikan siyaseti, İsrail’e karşı olmak bir yana, düşük seviyede bir eleştirelliğin dile getirilmesine dahi tahammül göstermiyor. Ancak köktenci Hıristiyanlar tarafından idare edilen belirli okullar hariç, ABD’deki üniversitelerin çoğunda Amerikan siyasetinin genel çizgisine karşı koyan öğrenci ve akademisyenlerin olduğunu, bunların da sesini şu veya bu şekilde duyurduğunu söylemek mümkün. Savaş, işgal ve kıyımlar bu sesin giderek daha gür çıkmasına sebep oldu ve kampüs eylemliliğinin, ciddiye alınması gereken bir etken olduğunu gösterdi. Amerikan devletinin bu eylemlere yönelik tavrı da buna göre değişti.
Columbia Üniversitesi’ndeki Filistin yanlısı gösterilerden
Indiana Üniversitesi’nin Samia Halaby konusundaki tavrının özel bir sebebi de var: Kongre üyesi, Indiana temsilcisi, Cumhuriyetçi Jim Banks’in üniversitenin rektörü Pamela Whitten’a yönelik 15 Kasım tarihli mektubu. Kendisi de bu üniversiteden mezun bir avukat olan Banks’e ait internet sitesinde yayınlanan bu mektup, İsrail ve Filistin destekçilerinin karşılıklı olarak düzenlendiği protestoları değerlendiriyor ve İsrail’in, Gazze’de giriştiği kıyımlara hiç değinmeden, Hamas’ın İsrailli sivillere yönelik saldırısının altını çiziyordu. Üniversitede bulunan Filistin Dayanışma Komitesi’nin 28 Ekim tarihli bir protestosunda, göstericilerden birinin “Kolonyalizm, Apartheid, Soykırım” yazılı bir pankart taşıması da Banks’i ayrıca rahatsız etmişti. Mektubun sonlarında Banks, kampüslerde “anti-semitizme müsaade etme”nin Amerikan üniversitelerinin “federal fonlara erişimini kaybetmesi”yle sonuçlanabileceğini de açıkça hatırlatarak aba altından sopa gösteriyordu.[9]
Oysa Indiana Üniversitesi’nde siyasal bilgiler alanında çalışan (ve New York kökenli bir Yahudi olduğunu belirterek kendi tecrübesinden bahseden) öğretim üyesi Jeffrey C. Isaac, Banks’in mektubunu incelediği yazısında, Indiana’da antisemitik faaliyetlerin varlığı yadsınamaz olsa da bunların genel olarak cehaletten kaynaklandığını, arkasında da Traditionalist Workers’ Party gibi aşırı sağ formasyonların veya neo-Nazi örgütlerinin olduğu belirtiyor ve ekliyordu: “Anti-semitizm acıklı bir şeydir. Banks’in de bahsettiği gibi yakın zamanda, Cornell’deki Yahudi öğrencilere yönelik ürkütücü tehditler kınanmalı ve cezalandırılmalıdır. Ancak aynı tutumu, Müslüman veya Arap öğrencilere yönelik tehditlerin karşısında da göstermek gerekir – bu ise Banks’in sessiz kaldığı bir husus. Belirtmek gerekir ki, 7 Ekim’in ardından Bloomington Kampüsü’nde anti-semitik tehdit görülmedi. Şu anda anti-semitizm olarak mahkûm edilen şeylerin çoğu Yahudilere yönelik ayrımcılık değil, İsrail hükümetine karşı çıkış ve Filistin’le dayanışma anlamı taşıyor – bunlar da hem Anayasa’nın birinci ek maddesi hem de akademik özgürlüğün temel prensipleriyle korunuyor.”[10]
Harvard Üniversitesi’ndeki Filistin destek gösterilerinden. Arkadaki büyük pankartın üzerinde “Harvard, Out of Occupied Palestine” (Harvard, işgal altındaki Filistin’den defol) yazılı.
Halaby, üniversitenin aldığı bu iptal kararı karşısında anlaşılabilir bir biçimde sarsılıyor – ancak şaşırmadığını da söylemek mümkün. Zira kendisinin de belirttiği gibi, Filistinli ve sanatçı bir kadın olarak, sanat dünyasının ırkçılığına ve cinsiyetçiliğine zaten uzun zamandır alışkın.[11] Kendisiyle yapılan bir söyleşide, kendisini en çok heyecanlandıran şeyin genç Filistinliler ile genç Yahudiler arasındaki yeni işbirliği olduğunu belirterek “çok disiplinli, azimli ve açık fikirli” bulduğu bu genç insanlara hayranlığını dile getiriyor ve sergisinin iptalinin sadece kendisine ve serginin küratörü Elliot Josephine Leila Reichert’a değil, bahsettiği genç insanlara karşı da yapılmış bir hareket olduğunu düşünüyor.[12] Bu süreçte Halaby’nin üniversitenin rektörü Whitten’a iki mektup yazdığını ve yolladığını, sergisinin açılmasını talep ettiği biliniyor.[13] Bu mektuplara Whitten’dan herhangi bir cevap gelmedi.
Bu arada hem üniversite kampüsü içinde hem de dışında Halaby’ye güçlü bir destek verilmekte. İptal kararını protesto etmek üzere Halaby’nin yeğenlerinden Madison Gordon tarafından başlatılan imza kampanyası, Indiana’da epey ses getirdi ve üniversite öğrencilerinin desteğini topladı.[14] National Coalition Against Censorship (NCAC), 11 Ocak’ta yayınladığı bildiride üniversiteyi ve Whitten’ı, iptal kararını gözden geçirmesi yönünde uyardı.[15] Bu mektuba da cevap verilmedi.[16] Eskenazi Müzesi’nde daha önce düzenlenmiş olan “The Holocaust and American Art” isimli sergiye, William Gropper’ın koleksiyonlarında bulunan De Profundis adlı resmini veren koleksiyoner çift Sandra ve Bram Dijkstra tarafından, müze yöneticisi Brenneman’a yazılan mektup da cevapsız kaldı. Bu mektupta, kendini ifade özgürlüğüne ve sosyal adalete adamış bir Yahudi sanatçı olan Gropper’ın böylesi bir sansür girişimine nasıl tepki vereceğiyle ilgili bazı düşünceler sıralanıyor ve eğer şimdi yaşıyor olsaydı, Groper’ın Gazze’de ölen binlerce insanı da De Profundis’teki haham figürünün yanına iliştirmekten çekinmeyeceğinden bahsediliyordu.[17] PEN America ise Halaby’nin sergisinin iptalinin ifade özgürlüğü açısından endişe verici olduğunu, sanatçıların görüşlerini bildirmekte serbest olması gerektiğini dile getiren bir bildiri yayınladı – PEN America’nın yöneticilerinden Julie Trébault sanatçının kişisel fikirleri infial uyandıracak nitelikte olsa bile, sanatın kamusal katılım için yaşamsal olduğu, Halaby’nin iptal edilen sergisinin diyaloğu teşvik eden paha biçilmez bir fırsat olduğu ve üniversitenin kararını geri alması gerektiği hususlarının altını çiziyor.[18]
Halaby’nin Suriye’nin Humus kentinde bulunan Mona Atassi Galerisi’nde genç sanatçılarla birlikte bir kinetik resim performansı gerçekleştirirken çekilmiş bir fotoğrafı.
Halaby’nin iptal edilen sergisi, Haziran ayında Michigan Üniversitesi’nde gösterilecek – burası, Halaby’nin yüksek lisans derecesini aldığı kurum. Üniversiteye bağlı olarak sergiye ev sahipliği yapması beklenen Broad Art Museum’un yöneticileri, en azından şimdilik bu bilgiyi verebiliyor.[19] Ancak İsrail yanlısı sessizleştirmenin saldırganlığının artacağını ve Filistin kültürüyle ilgili her türlü etkinliği engellemeye çalışacaklarını tahmin de edebiliriz.
Samia Halaby, yarım asırdan fazla zamandır sanat icra ediyor. Filistinli bir kadın olması, sanatçılığında önemli izler bırakmış ama sanatında doğrudan politik mücadelenin izlerine rastlamak zor, zira resim dilinin politikleştirilmesine inanmıyor. New York’ta politik resim adı altında gördüğü eserlerden sonra şu sonuca vardığını söylüyor: “[İşlenen] politik konu kapitalist normların idari katmanları nezdinde kabul edilebilir değilse, eser ilelebet sanatçının atölyesinde saklı kalır.”[20] Halaby bu nedenle sanatını büyük ölçüde soyutlama üzerine inşa ediyor ve resim dilinde doğrudan politik bildirilerden kaçınıyor – ona göre politik sanat, ancak hakkı verildiğinde, yani en açık ve sert biçimiyle, sokaklarda ve akla gelecek her yerde sergilendiği zaman anlamlı.[21] Nitekim 1970’lerden itibaren Filistin kurtuluşu için tasarladığı afişlere hâlâ devam ediyor. İsrail askerlerinin 1956’da Kefr Kasım’da gerçekleştirdiği katliamı, sağ kurtulanların tanıklıklarına dayanarak tasvir ettiği Drawing the Kafr Qasem Massacre kitabını da eklemek gerek. Aklımızdan belki de çıkarmamalıyız ama Filistinli bir sanatçı kadın olmak zaten başlı başına politik olmak anlamına geliyor – bu, politik bir sanat icra etmekten daha politik sayılabilir.
Drawing the Kafr Qasem Massacre’dan bir sayfa.