Güney Pasifik’teki çöp girdabına [garbage patch] ilişkin yeni bir kanıt daha bulundu. Okyanuslardaki plastik atıklar konusunda yıllardır mücadele eden Charles Moore,[1] plastik atıkların okyanuslardaki yaşamı yok etmesine karşı çözüm üretmeye çalışan sivil toplum örgütü Algalita’yla birlikte, Şili ve Peru yakınındaki Güney Pasifik çöp girdabına ilişkin yeni ve detaylı bulgular yayınladı. Güney Pasifik çöp girdabının yüzölçümünün artık Meksika’dan daha büyük olduğu tahmin ediliyor.
İnsanlar dakikada ortalama bir milyon plastik şişe tüketiyor ve bunların yüzde 91 gibi ciddi bir kısmı geri dönüştürülebilir nitelikte değil. Kullanıldıktan sonra hemen çöpe atılıyor, oradan nehirlere ve ardından denizlere karışıyorlar. Sonuç, okyanuslarda biriken devasa bir mikroplastik ve çerçöp yığını. Akıntılarla sürüklenen bu çöpler, yavaş yavaş okyanuslarımızdaki beş girdaptan[2] birinde birikiyor ve yüzeyin altında, sarmal hareketle, neredeyse görünmeden dönüyor. Gelecek yüzyıllarda da bu aynen devam edecek. Böyle giderse, 2050’ye gelindiğinde okyanuslarda balıktan fazla plastik olacağı tahmin ediliyor.
Bu tür haberlerle karşılaştıkça, kaçınılmaz olarak dünyadaki yerimi sorguluyorum. Hem bir sanat yazarı hem de biyoçeşitliliği savunan biri olarak, ikisi arasında anlamlı bir ilişki kurmak zor. ABD Çevre Koruma Ajansı’nın halihazırda iklim değişikliği iddiasını çürütmekle uğraştığını bilmek, tümden çaresiz hissettirmeye yetiyor. Yine de, sanatın ve sanat eleştirisinin araçlarını, doğru yapıldığı sürece, çevre meselesinde kullanmanın önemli olduğunu düşünüyorum.
Mary Mattingly, Swale Yüzer Çiftlik Projesi, 2016-devam ediyor.
Eleştirmenler, en iyi ihtimalle, insanların soyut ve karmaşık kültürel ürünlere bakmasına, eleştirel yaklaşmalarına, onları kavramalarına ve değerlerini anlamalarına yardımcı olur. Neden bakışlarımızı etrafımızdaki dünyaya, bilhassa da yüzölçümü Teksas’ı aşmış bir çöp girdabı gibi yakıcı bir kültürel manzaraya çevirmeyelim? Donna Haraway, Lucy Lippard ve Heather Davis gibi yazarlar ve düşünürler bu anlamda sıradışı örnekler. Sanat, toplum kuramı, kültür eleştirisi gibi beşeri bilim alanlarının merceğinden çevre meselesine odaklandılar ve böylece benim gibi insanların bu meselelerle ilgilenmesini sağladılar.
Davis’in, bilhassa plastik ve petro-kapitalizm[3] üzerine yazıları, her yere yayılan bu maddelerle ilgili düşüncelerimi tamamen değiştirdi. Haraway’in Staying with the Trouble adlı olağanüstü kitabı, bambaşka canlılarla dolu bu gezegende insan olmanın anlamıyla ilgili kendimize anlattığımız hikâyeleri keşfetmeye ve deşmeye dair derinlikli çalışmaların son örneklerinden. Lippard’ın Undermining adlı kitabı ise, sanat eleştirisi, deneme ve kültür kuramını iç içe geçiren yaratıcı tarzıyla, Batı ABD’deki arazi kullanımlarının yeniden gündeme gelmesini sağladı.
Arazi sanatının, yani arazi unsurlarının içerisinde ve onlardan faydalanarak icra edilen sanatın en bilinen örneklerinden biri, Robert Smithson’ın, dev çöp girdaplarıyla aşikâr benzerlikler taşıyan Spiral Jetty (1970) adlı eseridir. Bu spiral de, okyanustaki çöp girdabı gibi devasa boyutlardadır, insan eliyle yaratılmıştır ve gerek ebatları gerekse de uzaklığı nedeniyle doğrudan izlenmesi mümkün değildir. Bu devasa çöp burgaçlarıyla ilgili inceleme ve değerlendirmelerde, belki Smithson’ın eserleri hakkında konuşurken kullandığımız kavramlar işimize yarayabilir, ki bunların bazılarını bizzat Smithson geliştirmiştir. Fakat tabii ki çöp girdaplarını sanat eseri olarak tarif etmeyi ya da sanat tarihinin bağlamına yerleştirmeyi önermiyorum. Bu, onlara ilişkin okumamızı saptıracak ve bu çevresel fenomenlere karşı alınması gereken önlemleri çetrefilleştirecektir.
Mel Chin, Revival Field, 1991
Çevreyi de, tıpkı sanatçıların uzun yıllar boyayla uğraştıkları (hatta boyayı başlı başına bir konu olarak ele aldıkları) gibi karmaşık biçimde kullanan arazi sanatı örnekleri bulmak için çok uğraştım. Yıllar süren bu arayışım, büyük oranda hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Arazi sanatı kapsamındaki çalışmalar genelde, sanatçıların kullandıkları malzemelere ilişkin derinlemesine (jeolojik, ekolojik, botanik vs.) bir anlayışları olmaksızın çevreye yaptıkları zoraki estetik müdahalelerden oluşuyor. Bu sanatçılar, arazi eserleri bir galeri veya şık bir kitap aracılığıyla sanat dünyasına ait ortamlara geri döndüğünde sergilenmeye veya satılmaya müsait belgeler sağlayacak estetik, yüzeysel müdahaleleri tercih ediyorlar.
Arazinin karmaşıklığıyla kurulan bağ nerede? Toprağın, renginin ötesinde, olağanüstü karmaşık niteliklerini keşfetmeye yönelik incelikli müdahaleler nerede? Arazi sanatındaki en büyük yanlış, bana göre, hiçbir zaman sanat tarihi bağlamının ötesine geçemeyişi, dolayısıyla çevreyi nesneye dönüştürmesi.
Smithson, arazi sanatı üzerine çok yazdı, ama arazi üzerine hiç yazmadı; toprak, jeolojik örtü, flora, fauna, havzalar vs., onun çalıştığı sahaları ve malzemeleri bunlar oluşturuyordu. İnsanın mekânı deneyimleyişindeki nüansları kavramak ve çözümlemek (fenomenoloji), çevre deneyimimiz üzerine düşünmek için eşsiz bir yoldur, ama ancak bu düşünceleri sanat bağlamının ötesine taşıyabilirsek. Eğer sanat çevreyle anlamlı bir ilişki kuracaksa, sadece sanatın bağlamıyla yahut sanat tarihiyle diyalog kurmakla sınırlı kalamaz. Batı Amerika’daki arazi sanatına ilişkin yazıların büyük çoğunluğu, estetik, sanat tarihi veya insani ilgi merceğinden bakarak arazi sanatının sanat vasfına odaklanıyor. Jeolojik hareketler nerede? Amerikan yerlileri nerede? Su havzaları nerede? Bugün dünyamızı istila eden –her yeri saran plastikler ya da iklim değişikliği gibi– sorunları anlamlı biçimde ele almak için, bu sanat yapıtlarını, arazinin kendisine ilişkin derinlemesine bir yorumun bağlamına oturtacak yazılara ihtiyacımız var. Lucy Lippard’un Undermining’i, bu berbat trendin karşısında konumlanan çarpıcı örneklerden biri. Undermining bir sanat kitabı olduğu kadar, Batı Amerika’yı anlamak, onun hakkında düşünmek ve onun içinde çalışmakla ilgili bir kitap.
Bir doğal alan üzerine estetik müdahalelenin kavramsal sorgulamayı beraberinde getirmesi nadir karşılaştığımız bir durum. Görünen o ki, sanat, doğal alanları hazır bir arka plan, doğal malzemeleri de düşündüğü estetik manipülasyonları gerçekleştirmesine yarayan edilgin nesneler olarak kullanmakta çok daha iyi. Bu yeni bir durum değil elbette. Hem doğal malzemeler hem de doğal alanlar uzun zamandır ekonomik kazanç uğruna edilginleştiriliyor. Mesele de bu zaten.
Ancak bu tür içi boş estetik jestlerin ötesinde bir ekolojinin karmaşık yapısı üzerine düşünen sanatçılar da mevcut. Belki bu sanatçılar için çevreye duyarlı sanatçılar demek daha yerinde olabilir. Çevre alanındaki sanatçılar ve performansçılara, yıllarca korunmaya devam edip yaşlı ormanlara evrilmesini öngören ağaç ekme projeleriyle Agnes Denes; heykele ilişkin unsurları toprağı zehirli maddelerden arındırmaya yarayacak bir tarlayı oluşturmak için kullandığı Revival Field (1991) işiyle Mel Chin; bitkiler üzerinden gerçekleştirilen kültürel inşaları, özellikle de “yabani otları” sorgulamamızı sağlayan Ellie Irons ve en son New York City’de gerçekleştirdiği yüzen ada işiyle tartışma yaratan ve bu işiyle, ABD’nin en büyük şehrinin bağlamıyla sınırlı olsa dahi, toprak kullanımı, taze gıdaya erişim ve sürdürülebilirliğe dair radikal ve kurgusal bir alternatif öneren Mary Mattingly örnek verilebilir.
Agnes Denes, Üç Dağ – Canlı Zaman Kapsülü – 11 Bin Ağaç, 11 Bin İnsan, 400 Yıl, Triptik, 1992-96, 2013.
Bu sanatçıların alışılageldik arazi sanatçılarından farkı, üzerinde çalıştıkları sahayı, doğal ortamı gözeten ve birbirinden farklı kavramsal yaklaşımlarla ele almaları. Ekolojik, sürdürülebilir ve uzun vadedeki sonuçları gözeten düşünme tarzlarıyla, faydalandıkları araziyle çok daha mütevazı bir diyalog kuruyorlar.
Denes’in canlı sanat yapıtlarını ele alalım. Örneğin Üç Dağ – Canlı Zaman Kapsülü – 11 Bin Ağaç, 11 Bin İnsan, 400 Yıl (1992-1996). 11 bin ağacın dikildiği bir tepe, her birini farklı bir kişi dikmiş ve bu ağaçlar 400 yıl boyunca korunacak. Sonrasında el değmemiş bir ormana evrilmesi öngörülen bu iş, sonuçları gelecek yıllarda görülecek ve muhafaza edilecek bir kavramsal ve meşru çerçeveye sahip. Bu açıdan “Üç Dağ”; iklim değişikliğine, çölleştirmeye, ormansızlaştırmaya, arazi ıslahının meşrulaşmış düzenine ve daha nicelerine karşı somut ve kavramsal bir duruş.
Denes’in işi bir propaganda olmadığı gibi yerel bir park projesi de değil. “Üç Dağ”ı sadece yapısal olarak da irdelemek mümkün olabilir, ancak bu iş, toprak koruma ve ıslah etme yöntemlerinden ve jargonundan da yararlanıyor. Bunu sadece bir öneri olarak yapmıyor, aynı zamanda fiziki ortamımız için bir gelecek, gerçekten daha temiz bir havada yaşamayı öngörüyor. Belirttiğim diğer çevreye duyarlı sanatçılar gibi Denes de –gerçekten bir adım atarak– felaket merkezli, makbul ekolojik söylemimize karşı alternatifler araştırıyor.
Bu işleri okumak, tıpkı anlaşılması son derece karmaşık ve güç olan malum çöp adası gibi, mekâna dair fenomenolojik bir okumayı, sanat yapıtlarının çevreyle nasıl kesiştiğine ilişkin ekolojik bir kavrayışı gerektiriyor, dahası yaratıcı ve çizgisel olmayan yaklaşımları ciddiye alıyor (bu ister bir sanat yapıtı isterse çöp adası olsun). Böyle bir yaklaşımla –ki bu bir eleştirmenin yaklaşımı– insanlığın tortusunun yarattığı bu girdaplaşmış yığını tarif edecek sözcükleri bulabilir, dolayısıyla da durumu idrak etmeye başlayabiliriz. Onu bir fenomen olarak ele aldığımızda, dünya yüzeyindeki çöp kitlelerinin soyut ve görünmez kollarının nerelere dek uzandığını, su yollarımızdan geçip şehirlerimize, oradan sofralarımıza ve yerel politikalarımıza nüfuz ettiğini vs. anlayabiliriz.
Seyirci kaldığımız çevre felaketleri için net, gerçekçi, tarihsel ama ısrarcı bir anlatıya ihtiyacımız var. Bu anlatı, şüphesiz sıkı bir yaratıcılık ve tespit gücü kadar, ileri görüşlülüğü ve soyut düşünmeyi gerektiriyor. Anlamlı bir etki yaratabilmesi için de, rahatsız edici, hedef saptırmayan ve elbette tetikleyici olması gerekiyor. Sanat eleştirisinin de bu amaca katkı sağlayabileceğine ve sağlaması gerektiğine inanıyorum.
“How Can Ecologial Artists Move Beyond Aesthetic Gestures?”, Hyperallergic, 28 Ağustos 2017.
[1] Oşinograf ve kaptan – ç.n.
[2] Kuzey Atlantik, Güney Atlantik, Kuzey Pasifik, Güney Pasifik ve Hint Okyanusu girdapları – e.n.
[3] Petrolün çıkarılması, dağıtımı ve tüketimi üzerine kurulu sermaye birikimi biçimi – ç.n.