Mikrodalgalar milyarlarca cep telefonu arasında mekik dokur. Bilgisayarlar senkronize olur. Sevkiyat konteynerleri küresel düzeyde üretilen ve nakledilen malları istifler, kilit altına alıp korur, ve kalibre eder. Hepsi 0,76 mm kalınlığında olan kredi kartları dünyanın her yerinde ATM’lerin kart yuvalarına girer. Dünyamızın tüm bu çok yaygın ve görünüşe göre zararsız nitelikleri küresel altyapının kanıtlarıdır.
“Altyapı” kelimesi genelde ulaşım, iletişim ya da kamu hizmetlerinin fiziksel ağlarını akla getirir. Altyapı, gizli bir altkatman olarak düşünülür – kesin sonucu, biçimi ve kuralı olan nesneler arasındaki bağlayıcı mecra ya da akım olarak. Ne var ki günümüzde altyapı, boru ve kablo şebekelerinden çok uydulardan yayılan mikrodalga havuzlarından ve elimizde tuttuğumuz atomize edilmiş elektronik aletler popülasyonundan oluşmaktadır. Teknik nesnelerden işletme biçimlerine dek her şeyi denetleyen ortak standartlar ve fikirler de bir altyapı oluşturur. Altyapı, gizli olmak şöyle dursun, artık hepimizin arasındaki açık temas ve erişim noktasıdır – gündelik hayatın tüm mekânını yöneten kurallardır.
Yaşam alanlarınızı gözünüzün önüne getirin: otoparklar, gökdelenler, döner kavşaklar, garajlar, sokak lambaları, özel araba yolları, havalimanı bekleme salonları, otoban sapakları, büyük mağazalar, yan yana dizili mağazalardan oluşan alışveriş alanları, alışveriş merkezleri, küçük dükkânlar, serbest bölgeler, kumarhaneler, perakende satış yerleri, hızlı yiyecek restoranları, oteller, ATM’ler, siteler, konteyner limanları, endüstriyel parklar, çağrı merkezleri, golf sahaları, banliyöler, ofis binaları, iş merkezleri, tatil yerleri. Retinadaki görüntüde dünyadaki mekânın çoğunu oluşturan çorba gibi bir ayrıntılar ve tekrarlanabilir formüller matrisi kalır – buna altyapı mekânı diyebiliriz.
Binalar artık genelde bir mimarın emsalsiz bir yapı olarak tasarladığı, tek tek yapılan kapalı yerler değil, benzer kentsel planlara yerleştirilen tekrar üretilebilen ürünlerdir. Lojistiğe göre ve sonuç alacak biçimde tasarlanmış tekrarlanabilir fenomenlerdir ve en önemlisi, tüketimi örgütlemek için kapsamlı rutinleri ve programları olan bir altyapı teknolojisi oluştururlar. Ne tuhaftır ki bu mekânsal ürünler ne kadar rasyonel hale getirilirse kostümlü ve işletme jargonlu irrasyonel markalaştırma kurgularına o kadar iyi uyum sağlıyorlar. Siyah asfalta ve yemyeşil çimlere kurulmuş bu tanıdık parlak renkli kutular konfetisi (Teksas’ta da Tayvan’da da aynıdır) Starbucks kahvesi, Beard Papa profiterolleri ve Arnold Palmer golf kulüpleri hakkında kapsamlı, duygusal hikâyeler dokurlar.
Günümüzde sadece binalar ve iş merkezleri değil tüm dünya şehirleri bir formüle, bir altyapı teknolojisine göre inşa edilmektedir. Artık şehirler münferit şaheser binaların birikimiyle inşa edilmiyor. Bunun yerine en yaygın formül birörnek gökdelenlerin şiddetli sözcülüğünü yaparak dünyanın her yerinde Shenzhen ya da Dubai’yi kopyalıyor. Işık saçan siluetlerin üzerinden uçan bilgisayar yapımı filmler, küresel pazara girme arzusunun standart göstergesi haline geldi. Burada bu basmakalıp tespitlerde bile açıkça görüldüğü gibi altyapı (infrastructure) bu durumda kentsel temel yapı (substructure) değil, kentsel yapının kendisidir – küresel şehircilik parametrelerinin ta kendisi.
İşletim Sistemi
Victor Hugo’nun Notre Dame’ın Kamburu’nda şöyle dediği iyi bilinir: “Mimari [örneğin katedralinki] insan düşüncesiyle orantılı olarak gelişti; bin başlı ve bin kollu bir dev oldu. Bütün şu yüzergezer simgeciliği ebedi, gözle görülür, elle tutulur bir biçime dönüştürdü.” Roman, Gutenberg’in yeni teknolojisinin bu devi tehdit ettiğini ileri sürer; matbu sözcükler kültürel hayal gücünün damarı olan mimariyi gasp etmiş ve doğaüstü gücünü çalmıştır. Hugo şu kehanette bulunur: “Bu, onu öldürecek. Kitap, yapıyı öldürecek.”
Çağdaş şehirde altyapı mekânının dışavurumu, mimarinin ölümünü onaylıyor gibi görünebilirse de belki aslında sadece bu devin yine canlandığını göstermektedir. Mimari, suyun içindeki taşlar gibi benzersiz nesneler yapar, tekrarlanabilir mekânsal formüllerin sürekli akışı ise bir kentsel mekânlar denizi inşa eder. Mimarlar ve şehir planlamacıları bu gidişatı genelde güçsüzleştirici diye niteler, ama eğer kitap mimariyi gerçekten öldürdüyse belki de mimari başka bir bedende daha güçlü bir şey olarak yeniden doğmuştur – yani bilgi olarak. Altyapı mekânı bir bilgi mecrası olmuştur. Bilgi, nesnelerin ve içeriğin nasıl örgütlenip dolaşıma gireceğini belirleyen görünmez, güçlü etkinliklerin bünyesinde yaşar. Yazılımın gücüne ve geçerliliğine sahip olan altyapı mekânı, şehri biçimlendirmeye yarayan bir işletim sistemidir.
Bu işletim sistemi Marshall McLuhan’ın meşhur “Mecra mesajdır” sözündeki “mecra”ya benzer. McLuhan, mecranın ilan edilen içeriği (radyodaki müzik ya da internetteki videolar) ile bu içeriğin iletildiği araç arasındaki ayrımı vurgular. İçeriğin “hırsızın, zihindeki bekçi köpeklerinin dikkatini dağıtmak için taşıdığı et parçası” na benzediğini ileri sürer. Diğer bir deyişle, mecranın ne söylediği bazen o mecranın ne yaptığını görmemize engel olur. Kent bağlamında –sudaki taş gibi– tek başına büyük bir beceri ve özenle yapılan binayı, beyan edilen içerik olarak tanımlayabiliriz. Ne var ki mecranın etkinliğini ya da altyapı matrisini –ne söylediğinden ziyade ne yaptığını– saptamak bazen zordur.
Kentsel düzenlemeleri üretip analiz etmek için dijital yazılımlar olmasa, sensörler ve dijital mecralar içermediği sürece mekânı bir bilgi teknolojisi olarak düşünmeyebiliriz. Fakat altyapı mekânı, mecraların desteği olmadan bile mekânsal yazılım gibi davranır. Genelde kentsel mekânda statik nesnelerin ve hacimlerin bir eylemliliği olduğunu düşünmesek de altyapı mekânı bir şey yapmaktadır. Bir işletim sistemi gibi, altyapı mekânı mecrası da belli şeyleri olanaklı, belli şeyleri de olanaksız kılar. Kent ortamında oyunun kurallarını dikte eden beyan edilmiş içerik değil içerik yöneticisidir.
Altyapı mekânı bir biçimdir, ama binanın bir biçim olması gibi değil, yeni koşulların üstesinden gelmek için kendisini zaman içinde açan, güncellenen bir platformdur; yapılar arasındaki ilişkileri kodlar ya da lojistiği dikte eder. Binalar gibi nesne biçimleri ve binaları düzenleyen yazılımdaki kodların en küçük birimi bitler gibi aktif biçimler vardır. Bilgi, bu yazılımın –çoğu zaman beyan edilmemiş– etkinliklerinde bulunur: protokoller, rutinler, çizelgeler ve bu yazılımın mekânda açığa vurduğu tercihler. McLuhan’ın fikri, altyapı mekânına şöyle aktarılabilir: Eylem biçimdir.
Devletdışı Güç
Çağdaş altyapı mekânı dünyadaki en güçlü insanların gizli silahıdır, çünkü açıklanmayan ama yine de belirleyici sonuçları olan etkinlikleri düzenler. Küreselleşen dünyadaki en radikal değişikliklerin bir kısmı hukuk ve diplomasi dilinde değil, bu mekânsal altyapı teknolojileriyle yazılmaktadır – bunun nedeni genelde pazar tanıtımlarının ya da hâkim siyasal ideolojilerin dünyada bu teknolojilerin hareketini kolaylaştırmasıdır. Bu hikâyeler, söz konusu düzenin gerçekte ne yaptığını gizlemek ya da dikkatleri başka yöne çekmek için içeriği ön plana çıkarırlar.
Bilindik yasama süreçlerine çok uzak olan bu dinamik mekân, bilgi ve iktidar sistemleri, yarı resmi yönetişim biçimlerinin bile yasalaştırabileceğinden daha süratle de facto idare biçimleri yaratabilirler. Altyapı projeleri gibi büyük ölçekli mekânsal şebekeler (örneğin 19. yüzyılda ABD’deki demiryolu ya da küresel denizaltı kablo ağları) devlete benzer bir idari otorite ihtiyacını uzun süre önce yaratmıştır ve yeni uluslararası, hükümetlerarası ve hükümetdışı oyuncu kümelerinden direktif almaya hâlâ ihtiyaç duyarlar. Altyapı mekânı, ülke içi ve ulus aşırı yetki alanlarının çarpıştığı çoklu, örtüşen ya da iç içe egemenlik türlerinin bir sahası olarak devletdışı güç (extrastatecraft) denebilecek şeyin bir mecrası haline gelir. Devletdışı güç, devlet aygıtının dışında, ona ilaveten ve bazen de onunla ortaklık içindeki, çoğu zaman açığa vurulmayan etkinlikleri tanımlayan bir ifadedir.
Örneğin dünyada kent mekânının yapımı için yaygınlıkla kullanılan bir yazılım vardır: serbest bölge – bütün dünyada Shenzhen’leri ve Dubai’leri üreten formül. Bu formülün çeşitli versiyonları Suudi Arabistan’daki Kral Abdullah Ekonomi Şehri’nde, Güney Kore’deki New Songdo City’de, Malezya’daki Cyberjaya’da, Haydarabad’ daki HITEC Şehri’nde ve bu şehirler arasındaki her yerde görülebilir. Ev sahibi ülkenin iç hukukundan bağımsız otoritelerin idaresinde faaliyet gösteren serbest bölge, genelde ticari faaliyeti cezbetmeyi amaçlayan ayrıcalıklı olanaklar ve bir dizi teşvik sunar: vergi muafiyetleri, yabancılara mülkiyet hakkı, gümrük avantajları, ucuz işgücü ve emek piyasasında ya da çevre kanunlarında serbestlik. Dünya bu teşvikli şehirciliğe bağımlı hale geldi; serbest bölge çoğu büyük küresel oyuncunun merkez olarak seçtiği ve barındığı bir sahadır. Bu mekânsal teknoloji öyle bulaşıcıdır ki dünyadaki tüm ülkeler kendisi için bir serbest bölge silueti arzular hale geldi.
Verimsiz devlet bürokrasisinden bağımsız, rahat ve açık olarak tanıtılsa da serbest bölgenin mekânlarına ve etkinliklerine eklenen uygulamalar çoğu zaman beyan edilen niyetten sapar. Serbest bölge genelde şehir dışında kurulan eşbiçimli bir kapalı bölgedir, hukuktan muafiyetiyle daha zengin kentlilik biçimlerinde yaygın olan koşullardan ve koruma kurallarından kolayca kurtulabilir. Emek ve çevre istismarı siyasal sürecin denetimine takılmadan sürebilir. Üstelik popülerliğine bakılırsa serbest bölge, devletdışı kentsel mekânın (devletin yetki alanının ötesindeki mekân) gelişiminde kendi kendini idame ettirebilen bir araç oluvermiştir. Ancak aynı zamanda gölge ekonomilerini idare etme ve bu ekonomilerden faydalanma çabalarında devletin vazgeçilmez bir ortağı haline gelmiştir. Bu devletdışı güç türünde, serbest bölge, devlet gücünü bastırmak şöyle dursun devletin bir vekili ya da kamuflajı gibi iş görerek onun gücünü pekiştiren yeni bir ortaktır.
Serbest bölgenin yanı sıra, küresel geniş-bant (broadband) bilgisayar ağları ve mobil telefon hizmeti, altyapı mekânındaki diğer yaygın ve belirleyici alandır. Mobil telefon hizmeti “dünyanın en büyük dağıtım platformudur” ve onu destekleyen geniş-bant altyapısı su kadar önemli bir kaynak diye methedilir. 2000 ile 2013 arasında tüm dünyadaki cep telefonu abonelikleri 740 milyondan 6,8 milyara çıktı, telefonların üçte birinden fazlası da gelişmekte olan ülkelerdeydi. [3] Kenya gibi Doğu Afrika ülkeleri uluslararası fiber optik denizaltı kablosuna daha yeni kavuştu. Yine de büyük cep telefonu popülasyonlarını dünyanın en yeni iş modellerini geliştirmek için kullanıyorlar. Kenya’da geliştirilen bir uygulama olan ve cep telefonundan para transferi yapılmasını sağlayan M-PESA, küresel bir bankacılık fenomeni haline geldi. Safaricom ve bölgedeki diğer telekom şirketlerinin reklamlarında genelde tepeden tırnağa kabile kıyafetleri içindeki Masai savaşçıları görülür. Savanın ortasında duran bu savaşçıların bir ellerinde mızrak, öteki ellerinde cep telefonu vardır, atmosferde-taşıma teknolojisi sayesinde dünyanın her yanına uzaktan erişebilmektedirler.
Yine de teknolojiyle ilgili hikâye ve vaatler ile kentsel mekânın gerçekte ne yaptığı arasında bir bağlantısızlık var. Hem kentsel mekân hem de telekomünikasyon birer bilgi teknolojisi ve mecrasıdır. Toprağa gömülü fiber optik kablo, tıpkı otoban ya da demiryolu gibi toprağa yeni bir değer kazandırmaktadır. Mobil telefon hizmeti, atomize edilmiş ve atmosferde taşınıyor olsa da bu fiziksel geniş-bant ağından faydalanmak zorundadır ve bu ya da diğer herhangi bir hizmet anahtarlama noktasında bir darboğaz ya da tekel gelişebilir. Fiberin kentsel ve kırsal bölgelerdeki konumu ya da yeni kapalı bölgelerin ve yolların niteliği hep bilgiye erişimi güçlendirecek ya da zayıflatacak mekânsal faktörlerdir.
Kenya küresel telekom şirketleri için bir yatırım sahası halini alırken devlet aynı zamanda sayısı hızla artan diğer devletdışı aktörlerle (hükümetlerarası kurumlar, danışmanlık şirketleri ve hükümetdışı kuruluşlar) bir araya gelmek zorundadır. Bunların hepsi etrafta dolaşıp duruyor, tavsiyeler veriyor, finansman sağlıyor, araştırıyor, yatırım yapıyor ve kent mekânını denetleme potansiyeli taşıyordu – uzmanlığın yanı sıra geniş-bant şehirciliğinde gerçek bir yenileştirmeyi engelleyebilecek modası geçmiş modeller de önerebiliyordu. Kenya bu yenileştirmeleri gerçekleştirmeye olağanüstü hazırken, ülkenin devletdışı güç versiyonunun bilgiyi engellemekten ziyade her iki alanda da zenginleştirmek için mekânsal ve dijital yazılımların beraber işlemesini sağlaması gerekir.
Altyapı mekânının hem o kadar maddi olmayan hem de daha yaygın olan bir başka alanı dünyanın her yerindeki her tür altyapı mekânına erişebilecek durumdadır. Hükümetler arasında geçer akçe yasaysa uluslararası örgütler ve çokuluslu şirketler arasında geçer akçe standartlardır. ISO (Uluslararası Standartlar Örgütü), bu küresel standart oluşturma etkinliğinin devletdışı parlamentosudur. Hem özel şirketleri hem de ulusal temsilcileri bünyesinde toplayan hükümetdışı özel bir kurum olan ISO, kredi kartı kalınlığından araç gösterge panellerindeki piktogramlara, bilgisayar protokollerine ve vida dişlerinin açıklığına değin her şeyin küresel teknik standartlarını denetler. Çok sayıda örgütün (örneğin, ITU-Uluslararası Telekomünikasyon Birliği, IEC-Uluslararası Elektroteknik Komisyonu, ICAO -Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü, NATO, Dünya Bankası, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü) etkisini artıran standartlar, küresel mübadelelerin “esnek hukuku”nu (soft law) yaratır.
ISO’nun görünüşte zararsız olan teknik özellikleri, dünyanın çok önemli ölçülerini dikte eder; bu arada en popüler standardı ISO 9000 de “kalite” denen şeyin ritüelleştirilmiş formüllerini teşvik eden bir yönetim standardıdır. Kalite standartları ürünlerin özel niteliklerini dikte etmez, daha ziyade bir süreç ya da kalite sistemi için çevreden yönetişimin kendisine dek her şeye değinebilen yönetim ilkelerini sunar. ISO 9000, dünyanın çoğu ülkesinde temel bir yeterlilik belgesi olarak benimsenmiştir. Hatta ISO’ya uygunluk AB’nin ticari ortaklarında aranan bir koşuldur. Şimdi bütün dünya ISO Esperantosu’nun –çoğu zaman kişisel gelişim gurularının şen, iyimser dilini andıran– bir lehçesini konuşuyor.
Hiçbir belirli içeriği ya da bağlayıcılığı olmayan ISO, tehlikeli sonuçlar doğurabilecek beyan edilmemiş etkinlikler ve niyetler için kusursuz bir kanaldır. Şirketler örneğin işçi güvenliği ya da tehlikeli emisyonlarla ilgili hiçbir küresel sözleşmeye uymak zorunda kalmadan işgücü ya da çevre konusunda güvenilir oyuncular olduklarını tasdik ettirebilirler. ISO’nun ele aldığı onca şey arasında altyapı mekânının çatışmalı küresel sınırlarına doğrudan değinen neredeyse hiçbir standardın sunulmaması çarpıcıdır – basmakalıp kent mekânı burada hassas alanlarla, başarısız ekonomiler ve karmaşık siyasal durumlarla karşı karşıya kalır. Ancak ISO’nun hem daha belirleyici standartlar yaratmaktaki başarısızlığı hem de küresel alışkanlıkları şekillendirmekteki başarısı, çağdaş küresel yönetişimin pazarlıklarına ve bedellerine eklenen mekânsal protokollerin tekrarına esin kaynağı olur.
Mekân
Mekân bu altyapı gelişmelerinde muazzam derecede belirleyici olabilecekken özel teşebbüs ve devletdışı gücün diğer unsurları çoğu zaman başka teknik dillerle konuşurlar. Mali sektör uzmanları konut bölgelerini biçimlendirir, karbon piyasası yağmur ormanı alanlarını düzenler, bilişim uzmanları mobil telefon hizmetinin teknoloji alanını şekillendirir, McKinsey danışmanları ekonometrik veriler sunarken ISO da monoton bir sesle işletme jargonuna başvurur. Siyasal ve ekonomik veriler, aslında yanlış bir mantık ya da yanlış düşünce sistemlerini sunabiliyor olsa da bilimin rasyonelliği kisvesine bürünür. Görece fiziksel dayanıklılığına rağmen altyapı mekânı çoğu zaman sadece daha oynak piyasaların ve siyasal oyunların bir yan ürünü gibi algılanır. Kim mekâna bilgi muamelesi yapıyor? Mekânsal değişkenlerin başı çektiği bu yazılımı ya da protokolleri kim yazıyor?
Altyapı gibi sosyal/teknik ağların gelişiminde insanlarla teknolojinin etkileşimi şimdiden çeşitli kuram ve bilimsel çalışma alanlarından yararlanmaktadır: sosyal bilimler, güzel sanatlar, ticaret tarihi, bilim ve teknoloji çalışmaları, bilim tarihi, örgüt çalışmaları, bilişim, medya ve iletişim çalışmaları, mimari ve şehircilik. Bu disiplinlerdeki en yenilikçi düşünürlerin bazıları şimdi bilimlerinin otoritesini ya da temel anlatılarının saflığını sorgulamak için bilim dallarındaki alışkanlıklarını esnetmekte ısrar ediyorlar. Kuramın varsayımlarını güçlendirmek yerine fiilen neler olduğunu keşfetmek istiyorlar. Bu kavşakta sadece bilim dalları değil mimari ve şehircilik sanatları da tartışmaya katkıda bulunmaktadır. Daha karmaşık bir bağlam arayışında altyapı mekânı taze ve etkili bir kanıt alanı olabilir.
Bu kitap altyapı mekânının üç farklı katmanını ele almaktadır: serbest bölge olgusu; Kenya’daki geniş-bant mobil telefon hizmeti; ve ISO’nun küresel yönetim standartları. Bunların her biri ulaşım, iletişim, işletme, ticaret ve kalkınma ağları konusunda bir dönüm noktasıdır. Her biri altyapı mekânındaki acil bir çağdaş meseleye değinir, aynı zamanda da uluslararası altyapının, örgütlerin ve şirketlerin büyümelerinin hız kazandığı, bütün dünyadaki seyahat ve iletişim sürelerinin azalmaya başladığı (hem Süveyş Kanalı hem de ABD’nin kıtalararası demiryolu 1869’da tamamlandı) 19. yüzyılın sonlarını akla getirir. Her biri altyapı tarihinin bu ilk zamanlarında madalyonun öteki yüzünde yeni bilgiler bulabilmek amacıyla gelişmekte olan ülkelerdeki altyapı mekânını ziyaret etmektedir. Ayrıca her biri mekânsal yazılım için potansiyel bir sınama ortamıdır.
Altyapı işletim sisteminin kanıtlarını ortaya çıkarmak, bu sisteme izinsiz girmek için bazı özel beceriler edinmek kadar önemlidir. Bu kitapta kanıtlara dayalı bölümler arasına daha düşünceye dayalı bölümler serpiştirilmiştir. Ray, internet ve toplu üretilmiş dış mahalleler gibi diğer altyapı örneklerini daha serbestçe kapsayan bu bölümler geniş bir biçim yapımını, tarih aktarımını ve aktivizm dağarcığını incelemektedir. Hepsi birlikte mekânsal değişkenler arasında bir etkileşim tasarlama sanatını ele almaktadır – devletdışı gücün siyasetini geliştirecek kadar güçlü bir etkileşim.
Bir zamanlar Mississipi’de bir buharlı gemi kaptanı olan Mark Twain, nehirde gemiyle seyahat etmek için çeşitli teknikler geliştirmiş. Yolcular manzarada “güzel resimler” görürken o “suyun [değişen] yüzeyinden” bilgi toplamaktaymış. Küçük bir dalga, ters akıntı ya da “hafif bir çukur” girdaba ya da yüzeyin altındaki karmaşık ve muhtemelen tehlikeli bir oluşuma işaret edermiş. Bunlar nehirdeki ancak eğilim (disposition) adı verilebilecek, potansiyel gelişmelerin ya da içsel eylemliliğin işaretleriymiş. Eğilim, bir örgütün tüm etkinliklerinin sonucu olan karakteri ya da doğal yatkınlığıdır. Mesaj değil, mecradır. Kumaşın üzerine basılan desen değil kumaşın süzülüşüdür. Satranç taşının biçimi değil, oynama biçimidir. Metin değil, metni yöneten, kendi kendini sürekli güncelleyen yazılımdır. Nesne biçim değil aktif biçimdir.
Altyapı mekânındaki her teknoloji için örgütlenmenin ne söylediğiyle ne yaptığını (güzel manzara ile nehrin akış dinamikleri) birbirinden ayırt etmek, beyan edilen niyet ile altta yatan eğilim arasındaki ayrımı görmektir. Fakat teknolojinin etkinliklerini görmek zor olabilir, çünkü altyapı mekânı her yerde olsa da ilk bakışta görülmez. Her birini, her aktif biçimi (su yüzeyindeki her çukur ya da dalgacık, yazılımdaki her kod parçası gibi) incelemek onu daha bir somutlaştırır. Eğilimi şekillendiren aktif biçimleri tespit etmek ve geliştirmek altyapı mekânındaki şehir planlamacısında olması gereken bir beceridir ve serbest bölgelerle ilgili tartışmadan sonraki bölümün konusu budur.
Teknolojiye eşlik eden hikâyeleri, inançları ya da ideolojileri incelemek de eğilimi tespit etmeye yardımcı olur. Örneğin altyapı genelde militarizm, liberalizm ya da evrensel rasyonalizasyonun bir aracı olarak biçimlendirilmiştir. Fakat tarihin düzenlenişinde bu hikâyelerin ağırlığını sorgulayabiliriz. Savaşın göz alıcı gösterisi ilgiyi daha sinsi diğer şiddet türlerinden uzaklaştırabilir; ekonomik liberalizm kuramları ne tuhaftır ki özgürlük üzerinde derin kısıtlamalar yaratabilir; ve evrensel rasyonellik hayalleri kendi özel irrasyonellik biçimlerini destekleyebilir. Sermayeyle ya da neoliberalizmle ilgili dikkatle hazırlanmış kuramlar, bizi tehlikeler aramak için hep aynı yerlere yönlendirir, bu arada diğer otoriter güç mihrakları gözden kaçar. Bunun yanı sıra –uluslararası örgütlerin gelişimi, radyo frekans spektrumunun bölünmesi ya da uydu, fiber optik ve mobil telefon hizmeti ağlarının gelişimiyle ilgili olanlar gibi– bu kadar çarpıcı olmayan ya da gölgede kalan hikâyeler, bu gelişmelerin yaşamlarımızda yarattığı uzun vadeli etkiye rağmen genelde bürokratik ya da teknik ayrıntılar muamelesi görmüştür. O halde altyapı mekânında hikâyeyi biçimlendirmek ve yönetmek de çok önemli bir beceridir. Geniş bandın incelendiği bölümün ardından bu inatçı ideolojik hikâyelerle ilgili bölüm gelmektedir.
ISO’yla ilgili tartışmanın ardından son bölüm altyapı mekânının oyuncularına daha etkinlikle hitap etmeyi amaçlayan siyasal aktivizmin geniş dağarcığını inceler. En bilindik siyasal aktivizm türleri beyan gerektirir. Ancak bir şeye karşı çıkıp bunun adını koymak gereken zamanlar olsa da ihtilaf çoğu kez dünyanın üzerine kurulu olduğu sinsilikle kandırılmakta, gerçek iktidar oyuncuları geçerliliklerini beyan edilmemiş etkinliklerle korumaktadırlar. Altyapı mekânı, hazır bir siyasal cevabımızın olduğu tüm bildik Leviathan’lardan daha vahşi bir melezdir. Altyapı mekânını güçlü kılan şeyler –yani çarpanları (serbest bölgeler, cep telefonları, mekânsal ürünler), irrasyonel kurguları ya da beyan edilmemiş ama belirleyici etkinlikleri– belki de onu dürüst bir beyana ya da yönergeye bağışık kılan şeyin ta kendisidir. Rasyonel, kararlı ve dürüst olan, ihtilafın temelleri olsa da bazen farklı, kurmaca ya da sinsi olan kadar belirleyici olmaz. Altyapı mekânı çoğu küresel oyuncunun kolaylaştırılmış çevikliğinden daha kurnaz, ketum bir karşılığı öğretir – alternatif bir devletdışı gücü.
Keller Easterling’in Devletdışı Güç: Altyapı Mekânı ve İktidar kitabının “Giriş” bölümünden.
www.metiskitap.com