Damien Hirst sadece dünyanın en zengin sanatçısı olmakla kalmıyor, aynı zamanda tarihte kendine sağlam bir yer edinmesini sağlayan dönüşümlere yol açmış bir figür. İşin acı tarafı –hem kendisi için hem de bizler için– bunun sebebi yarattığı eserlerin niteliği değil, bütün bir küresel sanat piyasasını neredeyse tek başına kendi suretinde yeniden şekillendirmiş olması: Biriktirdiği para yığınının tepesinden üzerimize dışkılamakla kalmayan, aynı zamanda bizi o dışkıları satın almaya ve daha fazlasını istemeye ikna eden, soytarı yıldız olarak sanatçı.
1990’ların başında Hirst, Britanya sanat ortamına damgasını vuran o soğuk kibarlığın karşısında taze bir soluk gibiydi. Yüksek teorinin o katı tekrenkli dünyasında, sanatınızı üretmeleri için asistanlarınıza para verdiğinizi söylemek eğlenceli olabilirdi. Fakat sonradan, milyonlarınızla ilgili hikâyeler tüm gazetelerde manşet olurken, o asistanların ne kadar düşük ücretlerle çalıştırıldıkları ortaya çıkınca işin tadı hafiften kaçmıştı. Bugün, ‘%1’ için dev bir şirket gibi seri imalat eser üreten Hirst’ün o “küstah genç” hallerindeki çekicilikten eser kalmadı.
Bu yıl, Hirst’ün kültürel iktidarının doruğu kabul ediliyor. 4 Nisan’da Londra’da, Tate Modern’de bir retrospektifi açılıyor. Ocak ayında da dünyanın çeşitli şehirlerindeki 11 Gagosian galerisinde aynı anda “benek resimleri” sergisi açılmıştı. Bunlar, en azından Britanya’da izleyici bulmakta hiç de sıkıntı çekmeyen bir sanatçının statüsünün altını çizen çok büyük sergiler. Ama en ilginç tarafları, hem sanat dünyasındaki yeni kurallar hakkında, hem de sanatçının bundan sonra hiç de göründüğü kadar sağlam olmayacak şöhreti hakkında ipuçları vermeleri.
Hirst’ün serveti katlandıkça, mütemadiyen ölüm ve para temaları etrafında dönen eserleri de 1990’larda sağlam bir yer edinmelerini sağlayan o havalı görüntüyü kaybedip, tıpkı katlettiği kelebeklerden biri gibi, nihaî halleriyle belirdi: katıksız birer meta olarak, ve sanat eserlerinin çoğunu bağlayan zincirlerden –estetik, yer, malzeme ve üretim özellikleri– bir kanat çırpışıyla kurtularak. Hirst’ün stoklarında, sanatçının imzası niteliği taşıyan (benekler, ilaçlar, cesetler, parlak raflar) ve ufak tefek değişikliklerle, her fiyata uyarlanabilecek malzeme var. Bu, piyasada var olan ya da piyasaya ‘dair’ olan bir sanat olmakla kalmıyor. Bu, sanat piyasasının ta kendisi – tümüyle veya özellikle finansal değer üretmek üzere yapılmış, ve belki ikincil olarak başka değerlere ya da işlevlere sahip, bir dizi jest.
Levi's "Spot" t-shirt Hirst Clock
Şu an için Hirst hâlâ bir şeyler üretmek zorunda, biz de onlara bakmak zorundayız. Onun faaliyetlerinin yan ürünleri, son dönem sanatının en otoriter yapıtlarını oluşturuyor. Bütün o parlak, cilalı yüzeyler, çürüyen hayvanlar… Beden, Hirst için, anatomik parçalarına ayrılacak, teşhir edilecek, araklanmış Latince adlarla tarif edilecek bir süprüntü. Ölümü kandırmanın tek yolu, çürüyen etinizi üzerinizden sıyırıp, sermayenin doğasına bürünmek. Ars longa, vita brevis’in[1] 21. yüzyıl versiyonu. Para kazanmakla kalmamalı, para olmalı: ağırlıksız, her yerde hazır ve nazır, sonsuzca dolaşımda olan, ölümsüz.
Ne yazık ki biz ölümlüler, giderek daha zorlu koşullarda beslemek, giydirmek ve barındırmak zorunda olduğumuz kendi bedenlerimizin fiziksel varlığına hapsolmuş durumdayız. Ortadan kaldırılması olanaksız bir düşmanla karşı karşıyayız. Oysa Hirst’ün 2008 krizinden hemen önceki Londra gösterisinin merkezindeki işine, pırlantalar kakılmış sırıtan kurukafa For the Love of God’a bakarsak, kendi efendilerimizin suratlarını görürüz. Ve onun için istenen 100 milyon dolarlık fiyata satılamamasına bakıp, kurukafanın yaratıcısına karşı birtakım görünmez güçlerin harekete geçtiğini fark edebiliriz. Dünyanın bu en pahalı çağdaş sanat eseri sonunda sanatçının kendisi ile galerisi White Cube’un da katıldığı bir konsorsiyum tarafından satın alındı. Çünkü eğer satılmasaydı, bu eser tamamlanmamış sayılırdı. Ve tabii satılamaması Hirst’ün fiyatlarını düşürürdü; tıpkı başka senetler için olduğu gibi, Hirst’ün yapıtları için de aslolan yatırımcının güveni idi.
Hirst’ün benek resimlerinin tarihte eşi görülmemiş bir sergiyle sunulduğu Gagosian gösterisinin mantığı da, yatırımcının güvenine dayanıyordu. Hirst'ün stüdyosunda 1986’dan beri bu resimler üretiliyor ve Hirst’ün tahminine göre halihazırda 1400 benek resmi mevcut – Gagosian ise, sergiye “Tüm Benek Resimleri” gibi aldatıcı bir başlık verilmesine rağmen, bunların sadece 300 tanesini sergiledi. Bunlar Hirst’ün asistanları tarafından, basit bir estetik kurala bağlı kalarak üretilmişti: renk dizileri “rastlantısal” olmalıydı. Resimlere ilaç isimleri verilmişti: Amphotericin B, Cocaine Hydrochloride, Morphine Sulphate, Butulinium Toxin A vs. Birçoğunun yapımı teknik açıdan zordu. Mesela Gagosian sergisi için tamamlanan, 25.781 adet bir milimetrelik beneklerden oluşan resim: Hirst’ün zavallı asistanları, aynı renk dizisini bir defadan fazla kullanmadan tamamlamak zorundaydılar bu resmi. Bunun benzerleri, son müzayedelerde 800 bin dolarla 3 milyon dolar arasında fiyatlara satılmıştı.Yani bu resimlere “eşsizmiş”, benzersiz birer sanat eseriymiş gibi değer biçiliyordu, oysa hem sayıları hem de üretilme biçimleri bu hikâyeyi yalanlıyordu. Dolayısıyla, bunlara ederinin kat kat üstünde değer biçildiği rahatlıkla söylenebilirdi.
Ben Larry Gagosian olsam, (ki kendisinden, çağdaş sanat dünyasının en güçlü aktörü olarak bahsediliyor), listemin en üst sıralarında yer alan müşterilerimin, 1990’lardaki cazibelerini kaybetmeye yüz tutan eserlerin değerini düşürmemelerini sağlamak için ne yapardım?
Sanat dünyasında uzun vadeli değer kabaca “nadirlik” ilkesine dayanır; ama büyük ölçüde, küratörler ve koleksiyoncularca belirlenen estetik değer ile, müzayede fiyatlarının belirlediği piyasa değerinin kesiştiği hassas bir süreçle üretilir. Bu iki değer türünün kesiştiği nokta, şeceredir. Bir nesnenin arkasındaki hikâye –geçmişteki sahipleri, nerede sergilendiği, sanatçının kariyerindeki yeri vs.– bu iki değer türüne de yansır. Dönüm noktası niteliğindeki bir sergi, daha önce eşine rastlanmayan bir olayla dünyanın çeşitli kentlerinde aynı anda açılan bir sergi, Hirst’ün küresel bir star olarak kariyerindeki en önemli anlardan biri olarak hatırlanacaktır. Bu sergiye, bir de eserlerle ilgili akademik yazıların yer aldığı bir katalog eklenince, sergilenen eserler bir kanonun parçası haline gelir ve etraflarında sihirli bir değer halesi oluşur. Gelgelelim, sergiye dahil edilmeyen 1100 resmin sahipleri bu haleden mahrum kalmışlardır.
Her önemli sanatçı gibi, Hirst’ün başarısı kendisinden başkalarını da ilgilendirir. Galericiler, müzeler ve müzayede evleri, yatırımlarını, saygınlıklarını ve gelir akışlarını korumak zorundadırlar. Hirst’ün eserlerinin değerini korumakta en büyük çıkarı olanlar, eserlerine yatırım yapmış olan koleksiyonculardır. Bu koleksiyoncular arasında dünyanın en büyük spekülatörleri de yer alır: Örneğin, 1990’larda Britanya sanatının ikonu haline gelen Yaşayan Bir İnsanın Zihninde Ölümün Fiziksel İmkânsızlığı isimli dev köpekbalığının şimdiki sahibi, hedge fon milyarderi Steve Cohen’dir. Bu iş böyle yürür. Piyasayı birkaç büyük koleksiyoncu belirler. Onların açtığı yoldan, diğer hedge zenginleri sürüsü ilerler.
Peki, Beautiful Inside My Head Forever sergisindeki milyon dolarlık vitrinleri satın alan her koleksiyoncu, satın aldığı eserin değerinin arttığını görebilecek midir? Ya, gayet cazip fiyatlarla, birkaç bin sterline satılan, ama binlerle üretilen o benek ipekbaskıları? Bunlar ilerde duvar kâğıdından fazlası olabilecek midir? Köpekbalığı gibi, 1990’lar Britanya sanatının tarihinde önemli yere sahip olan eserlerin değerlerini koruyacağı muhakkaktır – gerçi ilk köpekbalığı çürümüş ve 2006’da yenisiyle değiştirilmiştir. Fakat piyasadaki Hirst bolluğu düşünülürse, bazılarının çok para kaybedeceği kesindir.
Bu bağlamda müzeler de tartışmanın merkezinde yer alır. Bir sanat eserine, bir müze sergisine dahil edilmek kadar değer katan başka hiçbir şey yoktur. Bu, esere basılan nihaî onay damgasıdır. Elbette müzelerin bu tür kararlarını tamamen estetik gerekçelerle aldıkları iddia edilir. Gelgelelim, büyük yatırımcıların piyasaya girip oyunun kurallarını çözmeleriyle birlikte bunun da bir hurafe olduğu anlaşılır. Tate’in Damien Hirst’ü sergilememesi gerektiğini söylemiyorum tabii. Ama Tate yöneticisi Nicholas Serota da, her müze yöneticisi gibi, yönettiği kurumu ayakta tutmak zorundadır ve bu durum müzeleri, koleksiyonlarına değer katmak isteyenlerin baskılarına karşı korunmasız hale getirmektedir. Tate yıllardır UBS’le sponsorluk ilişkisi içinde. İsviçre bankasının bu ilişkiden sağladığı çıkarlardan birisi de, koleksiyonundaki eserlerin düzenli olarak Tate’de sergilenmesi. Başka kurumsal koleksiyonerler de rutin olarak benzer anlaşmalar için müzeyle pazarlığa oturuyorlar.
Sanat müzelerinin yatırımcılar tarafından yozlaştırılmasının en bariz örneği, New York’taki New Museum’da yaşandı. 2009’da Müze, üç katlı mekânının tamamını, Müze’nin yönetim kurulunda yer alan Rum sanayici Dakis Joannou’nun koleksiyonuna ayırdı. Müzede son dönemde açılan diğer sergilerde de büyük ölçüde Joannou’nun koleksiyonundan eserlere yer verildi. Bu tür işbirliklerinin bıraktığı izlenim, Müze’nin artık bağımsız değer yargılarına sahip olamayacağı yönünde. New York’ta açık bir skandal olarak kabul edilen olay, William Powhida’nın “New Museum Nasıl Bayağılıkla İntihar Etti?” veya “kâr amacı olmayan bir müzeyi kullanarak kendi toplumsal statünüzü yükseltmenin ve piyasa değerlerini artırmanın yolları” adı verilen deseniyle alay konusu yapıldı. İşte Hirst koleksiyoncuları da, ellerindeki eserlerin Tate retrospektifinde yer almasıyla bir nevi talih kuşuna konacaklar.
Finans dünyasındaki krize karşın, çağdaş sanatın değeri giderek yükseliyor. Küresel seçkinlerin elinde biriken görülmemiş miktardaki sermaye, bariz biçimde üst gelir gruplarına hizmet eden ve onlar için haz deneyimi üreten bir endüstri haline gelen sanat piyasasının fırtınayı pek de etkilenmeden atlatmasını sağlıyor.
Kimi sarsıntılara rağmen, Hirst’ün işleri şu an için hâlâ cazip birer yatırım olmayı sürdürüyor, ama piyasadaki rüzgârlar her an onun aleyhine dönebilir. Hirst ise, kendinden gayet emin. En son, iki asistanına, tek bir tuval üzerine 2 milyon benek boyamaları talimatı verdiğini açıkladı ve resmin tahminen dokuz yıl içinde tamamlanacağını ekledi.
The Guardian’da yayınlanan yazının kısaltılmış halidir. [NAA - EG]
http://www.guardian.co.uk/artanddesign/2012/mar/16/damien-hirst-art-market
[1] “Sanat uzun, hayat kısa”. Hippokrates’in sözü –ç.n.