Tiqqun, Fransa’da 1999-2001 yılları arasında yayınlanan bir dergidir. Kabbala’da “kurtuluş, selamet” anlamına gelen İbranice "tikkun" isminin seçilmesi, yazarların Benjamin’i hatırlatan Mesihçi bir politika benimsediğinin işaretidir. Dergi iki sayı çıkmış, bunun dışında aynı yazarların Theorie du Bloom ve Theorie de la Jeune Fille başlıklı kitapları yayınlanmıştır. The Coming Insurrection (2007; Yaklaşan İsyan, Sel Yayınları, 2012) adlı kitap da, bundan sonra Görünmez Komite ismini kullanan Tiqqun yazarları tarafından kaleme alınmıştır. Metinlerde, Guy Debord ve Michel Foucault’nun yanı sıra, Agamben’in yapıtlarının da etkili olduğu görülür; nitekim The Coming Insurrection kitabı, Agamben'in 1993 tarihli The Coming Community kitabına bir naziredir. 2008 yılında Fransa'da demiryollarına yönelik bir sabotaj eylemi nedeniyle 9 kişi "terör örgütü" oluşturma iddiasıyla tutuklanır; tutuklananlar arasında Tiqqun-Görünmez Komite'nin mensubu Julien Coupat da yer alır. Coupat aleyhine gösterilen yegâne delil, yazarları arasında olduğu The Coming Insurrection kitabıdır. Pek çok aydın, tutuklamalara karşı çıkar. Agamben de, Julien Coupat’yı savunmak üzere Libération gazetesinde yayınlanan bir metin kaleme alır. Aşağıdaki metin, Tiqqun-Görünmez Komite’nin 2004 yılında yayınladığı "Call"/Çağrı başlıklı kitapçığın ilk kısmıdır. İngilizce çevirisi esas alınmıştır.
I. Önerme
Uygarlığın zaferinde hiçbir şey eksik değil.
Ne siyasi terör, ne duygusal fukaralık.
Ne de genel kısırlık.
Çöl bundan fazla genişleyemez: zaten her yerde.
Ama daha fazla derinleşebilir.
Felaket alametleriyle karşılaştıklarında kimileri içerler,
Kimileriyse olup biteni kayda alır.
Kimileri kınar, kimileri örgütlenir.
Biz örgütlenenlerdeniz.
Bu bir çağrı. Yani onu işitebileceklere sesleniyor. Derdimiz ne kanıtlamak, ne tartışmak, ne de ikna etmek. Dosdoğru apaçık gerçeğe başvuracağız. Apaçık gerçek, bir mantık ya da akıl yürütme meselesi değildir. Duyulur olana bağlıdır, dünyalara.
Her dünyanın bir apaçık gerçeği vardır. Apaçık gerçek ya yaygın biçimde kabul edilir,
ya da ayrıştırır.
Ondan sonra iletişim yeniden mümkün olur, artık var sayılan değil,
yeni baştan inşa edilmesi gereken iletişim.
Bizi oluşturan bu apaçık gerçekler ağından şüphe duymaya, kaçınmaya, onu gizleyip kendimize saklamaya alıştırıldık. Dersimizi o kadar iyi öğrendik ki, haykırmak istesek kelimeleri bulamıyoruz. Hüküm süren düzene gelince, herkes neden ibaret olduğunu biliyor:
Ölmekte olan bir toplumsal sistemin, kendi keyfiliğini meşrulaştırmak için elinde idame etme kararlılığından, bu saçma ve bunakça inattan başka hiçbir şeyinin olmadığını;
İster küresel ister ulusal olsun, polisin, hizaya gelmeyen herkesi yok etme serbestliğine sahip olduğunu;
Kalbinden yaralı uygarlığın, başlattığı bitimsiz savaşta karşısına kendi sınırlarından başka hiçbir şeyin çıkmadığını;
Çoktan bir yüzyılı geride bırakmış bu bodoslama uçuşun, sıklığı gittikçe artan felaketlerden başka hiçbir şey yaratmadığını;
İnsan yığınlarının bu düzenle ancak yalanlarla, sinizmle, acımasızlaşmayla ve ilaçlarla başa çıktığını;
— hiç kimse, bunların hiçbirini bilmezlikten gelemez.
Mevcut felaketi durmadan –farklı ölçülerde müsamahayla– tasvir ederek kendini oyalamak, şunu demenin bir başka yolu: “elden bir şey gelmez”; alçaklık ödülü de gazetecilerin: her sabah, bir gün önce farkına vardıkları sefaleti ve yozlaşmayı yeni keşfetmiş gibi yapanların…
Ama şu an asıl çarpıcı olan, imparatorluğun kibiri değil, karşı-saldırının zayıflığı. Dev bir felç gibi. Kitlesel felç. Bazen –hâlâ konuştuğunda– yapılacak hiçbir şey olmadığını söyleyen, bazen de –sınırları zorlandığında– “yapılacak çok şey var” diyen kitle. İkisi de aynı şeyi demeye geliyor.
Bir de, bu felcin uçlarında, “ne olursa olsun, bir şeyler yapmalı” diyen eylemciler var.
Seattle, Prag, Cenova, GDO'yla mücadele veya işsizler hareketi, hepsinde payımıza düşeni yaptık, son yıllarda gelişen bu hareketlerle saf tuttuk; ama zinhar, ATTAC[1] veya Tute Bianche’yle[2] değil.
Protesto folkloru artık bizi eğlendirmiyor.
Geçtiğimiz on yılda, daha dünkü çocukların ağzından yavan Marksizm-Leninizm monologları dinledik.
En katıksız anarşizmin, kendi anlayamadığı şeyi de yadsıdığını gördük.
Bezdirici bir ekonomizmin –Le Monde Diplomatique ekonomizminin– son popüler din haline gelişini seyrettik.
Ve Negriciliğin, küresel solun entelektüel hezimeti karşısında kendini yegâne alternatif olarak dayatmasını gördük.
Sol militanlık, her yerde, kendini tüketene kadar, sallantılı temellerine, iç karartıcı ağlarına rücu etti.
Polislerin, sendikaların ve diğer enformel bürokrasilerin kısa ömürlü “küreselleşme karşıtı hareket”i dağıtması için üç yıl yetti. Onu kontrol etmeleri için. Hepsi de birbirinden kazançlı ve steril, ayrı “mücadele alanları”na bölmeleri için...
Bugünlerde, Davos’tan Porto Allegre’ye, MEDEF’ten[3] CNT’ye, kapitalizm de anti-kapitalizm de aynı ufuk yokluğunu tarif ediyor. Felaketi idare etmekten ibaret aynı güdük gelecek.
Nihayetinde bu hâkim kasavetin karşısına çıkan şey de başka bir kasavet, tek farkı o kadar iyi donanımlı olmaması. Her yerde aynı idyotik mutluluk fikri. Korkuyla felç olmuş aynı iktidar oyunları. Aynı zararsızlaştırıcı yüzeysellik. Aynı duygusal cehalet. Aynı çöl.
Biz zamanımızın bir çöl olduğunu söylüyoruz, ve çölün mütemadiyen derinleştiğini. Şiirsel bir araç değil bu, apaçık gerçek. Apaçık bir gerçek, başka gerçekleri barındırır. En önemlisi de, tüm o protestolardan, kınamalardan ve felaketi parlatan tüm o cilalardan kopuşu.
Her kim kınıyorsa, kendini muaf tutuyor demektir.
Sanki solcular, bir yöneticinin hüküm sürmek için gereken araçları biriktirmesi gibi, isyan etmek için sebep biriktiriyorlar. Yani, onunla aynı zevkle.
Çöl, dünyaların giderek insansızlaştırılmasıdır – sanki bu dünyadan değilmişiz gibi yaşama alışkanlığı edinmemiz. Çöl, insanların durmadan, kitlesel ve programlı biçimde proleterleştirilmesindedir; tıpkı Florida’nın serpilen banliyölerinde olduğu gibi – bedbahtlık, kimsenin onu hissetmiyor olmasında. Zamanımızın çölünün hissedilmiyor oluşu, onun asıl mezalimi.
Kimileri bu çöle bir isim vermeyi denedi. Mücadele edilecek şeyin yabancı bir unsurun eylemleri değil, bir ilişkiler toplamı olduğuna işaret etmeye çalıştı. Gösteriden, biyoiktidardan, veya imparatorluktan dem vurdular. Ama bu da, mevcut kafa karışıklığına tuz biber ekti.
Gösteri, kitle iletişim araçlarının kısaltması değildir. Her şeyin bizi durmadan kendi imgemize geri fırlatmasındaki acı gerçek de gösteridir.
Biyoiktidar, toplumsal güvenliğin, refah devletinin ya da ilaç sanayiinin eşanlamlısı değildir; güzel vücutlarımızı korumak için gösterdiğimiz özende de rahat bir yuva bulur kendine, başkaları kadar kendimize karşı fiziken yabancılaşmamızda da…
İmparatorluk, dünya dışı bir varlık değildir; hükümetlerin, finans şebekelerinin, teknokratların ve çokuluslu şirketlerin dünya çapında kurduğu bir komplo değildir. İmparatorluk, hiçbir şeyin meydana gelmediği her yerdedir. Her şeyin tıkır tıkır işlediği her yerdedir. Normal durumun hüküm sürdüğü her yerde.
Düşmanı, bizi zapteden bir ilişki olarak hissetmek yerine, karşımıza çıkan bir özne gibi gördüğümüz için, kendimizi kapatılmaya karşı mücadeleye kapatıyoruz. “Alternatif” adı altında hâkim ilişkilerin en berbatını yeniden üretiyoruz. Bizatihi metaya karşı mücadeleyi bir meta gibi satmaya başlıyoruz.
İşte anti-otoriter mücadelenin otoriteleri, şovenist feminizmler, ve anti-faşist linçler böyle peyda oluyor.
Her an, bir durumun içinde yer alıyoruz.
Bir durumun içerisinde özneler ya da nesneler yoktur –ben ve başkaları, arzularım ve nesneler yoktur– sadece bir ilişkiler toplamı vardır, durumu yatay geçen akışlar toplamı.
Her durumu denetlemeye yeltenen, daha beteri, mümkünse hiçbir durum olmamasını temin etmeye çalışan bir genel bağlam var – adına ister kapitalizm, uygarlık, imparatorluk vs. deyin.
Sokaklar ve evler, dil ve duygulanımlar, ve hepsinin ritmini belirleyen dünya çapındaki tempo, sırf bu amaca göre ayarlanmıştır. Her yerde dünyalar birbirlerine teğet geçmeye veya birbirini görmezden gelmeye ayarlıdır.
“Normal durum”, bu durum yokluğudur.
Örgütlenmek şu anlama gelir: durumdan yola çıkmak ve onu es geçmemek. Onun içerisinde saf tutmak. Gerekli olan maddi, duygusal ve politik yoldaşlıkları örmek.
Herhangi bir işletmede, herhangi bir fabrikada yapılan grevde olan budur. Her çetenin yaptığı budur. Her devrimci ya da karşı-devrimci grubun yaptığı budur.
Örgütlenmek: duruma içerik kazandırmak demektir.
Onu gerçek, somut kılmak.
Gerçeklik kapitalist değildir.
Bir durum içerisindeki konum, ittifaklar oluşturmayı, ve bu amaçla bir dizi iletişim hattı kurmayı, daha geniş bir dolaşım hattı kurmayı gerektirir. Buna karşılık bu yeni bağlantılar durumu yeniden yapılandırır.
Şu an içinde bulunduğumuz durumu “dünya iç savaşı” diye adlandırıyoruz. Zira artık karşıt güçler arasındaki çatışmayı sınırlandıracak hiçbir şey yok. Hukuk bile… ki zaten o da genelleşmiş çatışmanın biçimlerinden bir tanesi.
Burada konuşan “biz”, bir grubun “biz”i gibi sınırları çizilebilir, yalıtılmış bir biz değil. Bir konumun biz’i. Zamanımızda bu konum, çifte bir kopuşta kendini kuruyor: önce kapitalist değer biçme sürecinden kopuş, ardından parlamento dışı vs. yollarla imparatorluğa salt muhalefetin yol açtığı kısırlıklardan, dolayısıyla soldan kopuş. Burada “kopuş”, fiilen iletişimi reddetmektense, fiiliyata geçirildiğinde düşmanın elinden gücünün büyük kısmını alacak yoğunlukta iletişim biçimleri benimsemek anlamına geliyor.
Kısaca söylemek gerekirse, böyle bir konum, Kara Panterler’in, Alman Autonomen’in kolektif kantinlerinin, İngiliz neo-Luditlerin ağaçevlerinin ve sabotaj sanatlarının, radikal feministlerin özenli kelime seçimlerinin, İtalyan otonomcularının kitlesel olarak hayata geçirdikleri indirim eylemlerinin[4] ve 2 Haziran Hareketi’nin silahlı neşesinin hücum gücünü temel almaktadır.
Bundan böyle tüm dostluklar politik.
[1] Association pour la Taxation des Transactions financière et l'Aide aux Citoyen: Mali İşlemlerin Yurttaşlar Yararına Vergilendirilmesi Derneği. Sol eğilimli gruplardan oluşan, Fransa’da bir dönem küreselleşme karşıtı hareket içinde çok etkili olan reformist kuruluş.
[2] Beyaz Tulumlar: İtalya’da küreselleşme karşıtı hareket içinde çok etkili olan Negrici militan hareket.
[3] Mouvement des Entreprises de France. Fransa işverenler sendikası.
[4] İtalya’da 1970’lerde, temel tüketim mallarından elektrik ve toplu taşıma gibi kamu hizmetlerine kadar pek çok alanda zamlara karşı çıkmak üzere kitlesel katılımla gerçekleştirilen ödeme yapmama eylemleri.