Viyana'da geçtiğimiz yıl düzenlenen Nackte Männer sergisi dışında, şimdiye dek yalnızca erkek çıplaklığına adanmış bir sergi, hiç düzenlenmemişti; peki bunun nedeni neydi? Bu sergi de, bu soruyu yanıtlayabilmek amacıyla, iki yüzyıldan fazla bir zaman boyunca erkek bedeni imgesini şekillendiren belli başlı temalar çerçevesinde farklı dönemleri ve farklı teknikleri karşılaştırma yoluna gidiyor. Bunun için de öncelikle çıplaklık ile çıplak arasındaki ayrımın ortaya konması gerekiyor: Ar ve hayadan yoksun olması nedeniyle yalnızca bir utanç kaynağı olan giysisiz bir beden ile, sanatçının yeniden yapılandırdığı ve idealize ettiği bir bedenin göz alıcı tasavvuru birbirinden çok farklıdır. Bu her ne kadar yetersiz bir ayrım da olsa, her halükârda, Klasik Dönem'den bu yana Batı sanatının çıplağa olan teklifsiz ve olumlu yaklaşımının altını çizmek bakımından önemli.
Jacques Louis David, Académie d’homme, dit Patrocle ve George Hoyningen-Huene, Horst P. Horst, Photographie
Günümüzde ise çıplak dendi mi akla ilk olarak bir kadın bedeni gelir. Bu, 19. yüzyılda kadın bedenini mutlak ve erkeğin makbul arzu nesnesi olarak tanımlayan düşüncenin bir mirasıdır. Ne var ki bu dönem öncesinde kadın bedeni, daha yapılı ve daha kaslı olan erkek karşıtı kadar gözde olamamıştı. Rönesans'tan itibaren erkek çıplağa verilen önem arttı: Evrensel bir varlık olarak erkek ile insanoğlu eşanlamlı olarak kullanılmaya başlandı; ve onun bedeni, tıpkı Antik sanatta olduğu gibi, ideal insan formu olarak tescillendi. Erken Hıristiyan kültürel mirasta bu tarz yorumlara çok sık rastlanır: Önce Adem vardı ve Havva da onun kopyasından başka bir şey değildi ve ilk günahın da kaynağıydı. Büyük oranda erkek olan sanatçılar da, erkek çıplaklığında bir "ideal benlik" ile, kendilerinin abartılı, narsisist bir yansımasını bulmuşlardı. Öte yandan cinsel organ, erekte olmasa da veya stratejik bir hamleyle bir kumaş parçası ya da herhangi başka bir şeyin ardına saklansa da, 20. yüzyılın ortalarına dek bir utanç kaynağı olarak görülmeye devam etti.
Pierre et Gilles Mercury ve Jean-Baptiste Frédéric Desmarais Le Berger Pâris
Klasik İdeal
17. yüzyıldan itibaren en yüksek standarda ulaşmak için verilen eğitimden, yalnızca en ayrıcalıklı sanatçılar faydalanabiliyordu. Heykelde ve tarihsel resimde bu eğitimin nihai hedefi de, erkek çıplağın tasvir edilişinde ustalaşmaktı: Bu, yaratıcı sürecin kalbiydi, çünkü hazırlık aşamalarında dahi, kompozisyon tamamlandığında, çıplak ya da değil, bedenin ifadesi en iyi şekilde yakalanmış olmalıydı.
Fransa'da öğrencilerin eğitimi Académie Royale'de başlayıp daha sonra Académie Beaux-Arts'da devam ederken, bu süre içinde desen, gravür, heykel ve canlı modeller üzerinden çalışıyorlardı. 20. yüzyılın sonlarına dek bu modeller, toplumsal ahlak anlayışının yanı sıra, erkeğin insan formunun arketipi olduğuna dair düşünce nedeniyle hemen hep erkek oldu. Sanatsal tasvire layık, soylu ve herkese hitap edebilecek bir beden ise sıradan bir erkeğinki olamazdı: Özneyi yüceltmek adına modelin karakteristik özellikleriyle oynanması gerekiyordu.
Öyle ki, Antik dönem ve Rönesans sanatçısı, bireysel karakteristikleri yansıtmayarak, insan bedeninin ideal bir sentezini oluşturduğuna kanaat getirmişti. 18. yüzyıldan Alman estetikçi Winckelmann'a göre Yunan heykellerindeki o ideal güzellik yalnızca erkek çıplakla somutlaştırılabilirdi. Ancak Winckelmann'ın tanrılarının o "soylu yalınlığı ve dingin ihtişamı" sayısız sanatçıya ilham kaynağı olduysa da, bazı Klasik sanat çözümlemeleri onun bu yaklaşımını benimsemiyordu: Danimarkalı ressam Abildgaard'ın eserlerinde geç Antikiteden bir eser olan Laocoön ve oğulları heykeli yeniden belirirken, David ise Roma erkekliğini savunmuştu. 20. yüzyıl avandgardı ona meydan okuduktan ve yeniden yoruplayıp ürettikten sonra dahi, Klasik erkek çıplağı ve onun zengin mirası savaş yıllarından günümüze uzanan dönem boyunca büyüleyiciliğinden hiçbir şey yitirmedi.
Paul Cadmus, La Bain ve Frédéric Bazille, Le Pêcheur à l’épervie
Çıplak Kahraman
"Kahraman" [hero] kavramı ve sözcüğünün kaynağı antik Yunan'dır: İster yarı-tanrı biçiminde ister bir exemplum virtutis'e dönüşmek üzere aşkınlaşan bir ölümlü olsun, kahraman bir idealin tecessümüdür. Özellikle Prix de Rome adaylarına verilen konulardan da anlaşılacağı gibi, kahraman öğesinin Akademik resme bu denli nüfuz etmesinin nedeni klasik sanata ve kültürüne duyulan hayranlıktır denebilir: Muazzam tarihsel resim pratikleri, muhteşem vücutlu "superman"lerin kahramanlıkları üzerinde yükselmiştir.
Anatomi ile kahramanlık meziyetleri arasında yüce ve evrensel değerleri barındıran ilişkinin başlangıcı, güzelliği iyilikle bağlantılandıran neo-Platoncu anlayışa kadar gider. Kahramanın çıplaklığı öteden beri öylesine apaçık olmuştur ki, büyük adamların nasıl tasvir edileceğine dair süregiden tartışmaların ana meselesi bile ister istemez hep bu "çıplak kahraman" olmuştur.
Kahramanlığa gelince, o bir hal ve durum olmaktan öte, erkek olmanın ayrıcalığından ileri gelen olağanüstü gücü açığa çıkaran bir vasıtadır: Herkül'ün yiğitlikleri her ne kadar gücünden ayrı düşünülemese de, korkunç Golyat'ı asıl alt eden Davud'un kurnazlığı olmuştur. Her iki vakada da aynı savaşçı kudretine rastlanır ve bu kudrete atfedilen değeri perçinleyen de özellikle 19. yüzyılda erkekliğe ve onunla birlikte vatanseverliğe duyulan büyük gereksinim olmuştur: Ulaşılması gereken en büyük ideal artık budur.
Çağdaş kahramanın rolü ile fiziksel özelliklerinin değiştiğini ve çeşitlendiğini görebilmek için ise, erkekliğin 20. yüzyılda yaşayacağı bir krizi beklemek gerekecekti. Ancak ister bir yıldız olsun ister Yves Saint-Laurent gibi bir tasarımcı, ya da Amerikalı Kehinde Wiley'in resmettiği Harlem sokaklarının genç erkekleri, çıplaklığın oluşturduğu çağrışımlar pek az değişti.
Stadyum tanrıları
20. yüzyılda insan bedenine sağlık ve hijyen odaklı yepyeni bir açıdan bakıldığına tanık olduk. Bu da sanatsal çıplak kavramını çarpıcı ölçüde etkiledi. Sayısız fiziksel egzersiz akımları ile spor tesisleri türedi. "Sporcu" figürü insanları öylesine cezbetmişti ki, ressam Eugene Jansson kendi bedeni hareket halindeyken dışavuran erkekliğini büyük bir hayranlıkla resmetmişti. Bir bedenin başlı başına bir sanat eseriymişçesine narsisist bir hayranlık nesnesine dönüşmesi ise, kültüralizmin bir ürünü olmuştu. Atletik morfolojisiyle modern erkek adeta yeni bir ideal olmuş, neredeyse Antik sanatla yarışacak kadar güzel olmayı başarmıştı.
Pierre et Gilles, (nés respectivement en 1950 et en 1953) Vive la France
Ulusal kimliklerin olumlanmasıyla da bağlantılı olarak atlet, bir ulusun bilek gücünü temsil etmeye ve ülkenin savaş zamanında savunma becerilerini simgelemeye başlamıştı. 1930'larda ise ABD'de fiziksel güç ve cesaretin bir bileşimi olarak sıradan insanın öne çıkarılmasıyla, atlet imgesi daha farklı bir yöne evrilmiş oldu. Öte yandan totaliter rejimler de kendi ideolojilerini yayma çabası içinde atlet kültüne de el attılar ve çarpıttılar: Almanya onu, tanrıcılık oynanarak uydurulmuş "Aryan" kavramıyla ilişkilendirdi; Mussolini yönetimi ise Stadio dei Marmi'ye mermer idoller dikti.
Nuda Veritas
19. yüzyılda Batı sanatında gerçekçi estetiğin öne çıkmasıyla, erkek çıplaklığının betimlenişinde de önemli değişiklikler görülmeye başlandı. Artık insan bedeni doğa onu nasıl yaratmışsa öyle betimleniyor ve akademik desen çalışmalarında amaçlanan ideal çıplak imgesinde görülen o mesafeli duruş ortadan kalkıyordu. Bu bağlamda çıplaklık da artık küçük düşürücü ve aşağılayıcı olup çıkmıştı -19. yüzyılın erkek egemen toplumunda erkeğin çıplaklığı kadınınkinden çok daha müstehcen, çok daha ayıptı. Erkek çıplak yavaş yavaş gözden kaybolurken, kadın figürler giderek artıyordu.
Gelgelelim gidişatın bu şekilde tersine dönmesi, erkek çıplağın tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmiyor: fotoğraf alanında geliştirilen yeni teknikler yardımıyla erkek çıplağın üzerinde bilimsel araştırmalar yapılıyor, böylece bedenin hareket halindeki görünümü parçalara ayrılarak kare kare incelenebiliyordu. Bu teknikler anatomi araştırmalarını bir adım ileri taşımış ve sanat eğitimini de dönüştürmüştü. O andan sonra başta avangardlar olmak üzere sanatçılar, geçmişten miras kalan bir güzellik kanonu peşinde koşmak yerine, modelin hakiki karakteristiğindeki armoniyi muhafaza eden bir bedeni betimlemeyi daha cazip bulmaya başlamışlardı.
Jean-Bernard Duseigneur, Roland furieux ve Auguste Rodin, The Age of Bronze
Im Natur
19. yüzyıl sanatçısı için bir manzara resminde çıplak bir beden kullanmak pek o kadar yadırganan bir özellik değildi. Kaldı ki büyük ölçekli tarihsel resimlerde de buna sıkça rastalanır ve ressamın tekniğinde ne kadar ustalaştığını gösteren sanatsal bir gereklilik olarak yorumlanırdı. Bu resimlerde aslolan, çıplak beden ile çevresi arasındaki ilişkinin perspektif, oran, derinlik ve ışık açısından ne kadar uyumlu olduğuydu.
Toplumun giderek kentselleşmesi ve teknolojik ilerlemelerin de etkisiyle doğada betimlenen erkek çıplağın anlamı da değişmeye başladı. Artık insan, modern yaşamın yarattığı, giderek artan aidiyetsizlik duygusunun üstesinden gelebilmenin yolunu, doğayla kurduğu ilişkide aramaya başlamış, fakat bunu da sağlıklı bir yaşam için fiziksel egzersizi salık veren teorileri uygulayarak gerçekleştirmeye çalışmıştı.
Hodler ve Munch gibi ressamları etkisi altına alan felsefi boyut ise, beden ile deniz kenarı arasında bir armoni yaratan biçimsel mükemmeliğiyle Flandrin’in Le Jeune homme au bord de la mer ‘inde (Deniz kenarındaki genç adam) resminde çoktan boy göstermişti ve eser, I. Dünya Savaşı’ndan önce özellikle gizli eşcinsel çevrelerde oldukça popüler olmuştu. Bu resim ayrıca, Gloeden’in Sicilya’nın Akdeniz güneşiyle çıplak bedenlerin birbirine karışmasını yansıtan fotoğraflarına da ilham kaynağı olmuştu.
Erkeğin cazibesi
Erkek bedenine duyulan arzunun kabullenilmesi ve toplumsal baskının da azalmasıyla, 20. yüzyılın ortalarından itibaren oldukça cüretkâr eserler görülmeye başlandı. ABD’de II. Dünya Savaşı’nın ardından ağır basan püritan eğilimler ise, Paul Cadmus’un Finistére sokaklarında flört eden iki erkeği betimleyen bir resim yapmasına engel olamamıştı.
Bedenin fiziksel çekiciliği her ne kadar hâlâ evlerin mahremiyetinden çıkamasa da, erkeklere özel ve antik Yunan mimarisine öykünen ortak banyolar gibi mekânlarda göze çarpan bir rahatlama vardı. Genç Warhol’un üzerinde büyük bir etki yaratmış olduğu aşikâr olan Cocteau’nun erotizmi ise ham ve işlenmemişti.
Arzu Nesnesi
Erkek bedeni sanatta çok uzun bir zaman boyunca “nesneleştirme”ye tabi tutuldu. Antik sanatın yarattığı, güzelliğin kanonu olarak kabul gören bir beden ile tam manasıyla zihinsel bir çabayla yeniden biçim verilen çıplağın mükemmelliğine duyulan aşırı hayranlık da, Winckelmann’ın erotizmle yüklü olanları da dahil, çıplak bedenin, hiçbir sınır olmaksızın yorumlanmasına olanak sağlamıştı aslında.
Öte yandan akademik çevreler tarihsel resimde çıplağı teşvik ederken, kimi konular karşısında çekingen ve belirsiz bir yaklaşım sergiliyorlardı. 19. yüzyıla gelindiğinde iki cinsiyetin karakteristikleri ve sınırları üzerinde dönen tartışmalar, Jupiter ile Apollo arasındaki biseksüel aşka, özellikle de genç kahramanın erkek aşığının kollarında ölmesi olgusuna olan ilgiyi artırdı.
Anne-Louis Girodet, Le Sommeil d’Endymion
Girodet’in, Endymion’u ay tanrıçasının ışınlarıyla yıkanan yakışıklı bir delikanlı olarak betimlediği resmi üzerine sayısız homoerotik yorum getirilmişti. Gustave Moreau gibi sembolistlerde de kırılgan erkek, kadın ile erkek arasındaki farkın sonucunda, dişiyle özdeşleştirilen amansız ve yok edici bir güce yenik düşerek yıkıma uğruyordu.
19. yüzyıl boyunca kadın bedeni için uygun görülen baştan çıkarıcı erotizm, geleneksel erkek çıplağın cinsel gücüne ciddi bir darbe indirmişti: ne var ki erkek çıplağın 20. yüzyıldaki varlığına baktığımızda bunun ölümcül bir darbe olmadığı anlaşılıyor.[NÖ]
Bu metin Orsay Müzesi'nde 24 Eylül - 2 Ocak arasında düzenlenen Masculine / Masculine başlıklı sergi için hazırlanan açıklama yazısından kısaltılarak çevrilmiştir. Metnin tamamı için bkz. http://www.musee-orsay.fr/en/events/exhibitions/in-the-musee-dorsay/exhibitions-in-the-musee-dorsay-more/article/masculin-masculin-37292.html?tx_ttnews%5BbackPid%5D=254&cHash=77c6929456