[...]
Turist bakışı, coğrafyayı, tarihi, tat ve kokuları, arzu ve tatminin her türlüsünü çalakalem yeniden haritalarken, olasılıklar ve olanaklarla dolu pür neşe bir karmaşayı dümdüz ediyor. Ezilmekten ot bitmez olmuş o bilindik patikayı binbirinci kez geçiyor her bir turist; atasının durduğu noktada durup onun gözüyle bakıyor, hafızasına öncekinin aynını nakşediyor, fazlaca vakit harcamayıp kendini bekleyen sonraki ortak durağa seğirtiyor.
Haliyle, yeniden üretilen imgeler de birbirinin aynı oluyor.
[...]
Yerlere dair popüler turistik imgeler pek çok kanaldan yayılıyor. Yorucu bir kapsayıcılıkla yazılmış envanterlere benzeyen gezi rehberleri, orta sınıfın hayallerini kışkırtan gazete ekleri, lükse yeni ve vasat bir tanım getiren tatil acentası broşürleri, doğa ve kültür fikirlerini birbirinden ayırıp ayırıp yine birbirine katan ideolojileriyle maceraperver keşif dergileri, bu sonuncuların kaçınılmaz evladı belgesel kanalları. Dünya üzerine yayılmış orta sınıfın mahşerî kalabalığına, hem de her bir üyesine tek tek seslenen bu kanallar, emir kipiyle konuşuyor: “Şuraya git ve şunu yapmadan dönme.” Hayatı, ölümden önce yapılacak şu kadar şeyler listesi olarak projelendiren bakış, aslında onu ıskalamanın kıt ilmini de icra etmiş oluyor.
[...]
Turizm, siyasal iktisadını bir kenara koysak, en masum haliyle bile imgesel bir işgal, bir görsel sömürgecilik biçimi. Turist ırkı yekpare değil elbet, o da katman katman, sınıf sınıf. Kalmayı tercih ettiği yerden görecekleri listesine, yemek mekânlarından sokak deneyimine dek birbirinden farklılaşan alttürleri var. Sözgelimi, kendimizi en yakın hissettiğimiz ekip, kültürel sermayesi nispeten yüksekçe, hediyelik alışverişinden topyekûn kaçınamasa da uzakça duran, çekeceği fotoğraf karelerinde nafile bir özgünlük arayışında olan, ortalama turistleri farkında olmadan hor gören, kâh kafileden kopan, kâh kafile fikrine bile katlanamayan tür. Rehber kitapların dışına taşan gerçekliği keşfetmek için ara sokaklarda dolaşmak, sokak yemeğinden tiksinmemekle övünmek, her tür mekânı mesken edinebileceği iddiasında olmak bu türün gezi alışkanlıkları.
[...]
Peki, böyle bir tür turist olunca ne oluyor? Sadece “oradaydım” demeye yarayan; negatifleri, diaları, hafıza kartlarını enselerinde unutuşun sıcak soluğuyla doldurup taşıran fotoğrafların dışına mı çıkılıyor? Pek sayılmaz. Turist bakışını edinmediğini, edinmeyeceğini ilan eden her fani turist, yerelliğin içinde eriyemeyecek olmanın buruk mayiini elbet şuursuzca tadıyor.
Hasılı, turist bakışı, kendi avangardını ararken bile işgalciliğe hizmet ediyor.
[...]
Ne yapmalı, peki? Turistin umarsız ve hafızasız bakışını ona iade etmeyi denemeli. Ona bakan taşların, binaların, insanların, hayvanların, cümle nebatatın bakışını da. Bunu yaparken kendimizi yerleştirdiğimiz konumun onunkinden çok da farklı olamayacağını, küresel turizmin tabiatının böyle olduğunu unutmadan yapmalı bunu. Zira hepimiz, şu koca dünyanın organsız bedeninde her zerreyi sonuna dek tatmamızın önüne geçecek denli insanlaşmış, turistleşmiş haldeyiz. [Osman Şişman’ın sergi metninden alınmıştır]
değartlab
İstiklal mah. Çandarlı sokak no 25
Eskişehir