Pierre Bourdieu 30 Ekim 1989’da Fribourg Üniversitesi’nde Frankreich-Zentrum’un açılışı için yaptığı “Düşüncelerin Uluslararası Dolaşımının Toplumsal Koşulları” başlıklı konuşmada,[1] düşüncelerin, ürünü oldukları üretim alanını beraberinde götürmedikleri için bağlamları olmadan dolaşıma girdiklerinin altını çiziyordu. Marx’ın Komünist Manifesto’da Alman filozoflarının sosyalist ve komünist Fransız yazınını, içinde oluştukları yaşam koşullarını dikkate almadan özümsemeye çalıştıkları için, ağır bir şekilde eleştirdiğini hatırlatan Bourdieu, bir yazarın başka bir dile çevrilme, yayınlanma, okunma ve tartışılma süreçlerinin önemi konusunda okuyucuyu uyarıyordu. Ölümünün ardından 12 yıl geçmesine, Michel Foucault’yla birlikte sosyal bilim endekslerinde en çok başvurulan yazarlardan biri olmasına rağmen en önemli eserlerinin bir çoğunun Türkçe’de hâlâ yayınlanmadığı göz önüne alındığında, Bourdieu hakkında özel bir sayının önemi daha iyi anlaşılabilir. Cogito gibi sadece üniversite alanına değil, daha geniş bir okur kitlesine hitap eden bir düşünce dergisinin Bourdieu’ye bir sayı hasretmesi, özel çeviri zorlukları ve Türkiye’de yayıncılık alanının kendisine has karmaşaları nedeniyle henüz özümsenememiş bir düşüncenin, bir araştırma programının üzerinde çalıştığı sorunların giderek daha yakıcı hale geldiğine işaret ediyor.
1989 konuşmasına kulak kabartırsak, Bourdieu (ve son yıllarda Wacquant) sosyolojisinin 1990’ların ortasından bugüne Türkiye’deki “alımlanma alanı” hakkında da kafa yormamız gerekir. Bourdieu ekolünün bizdeki yaklaşık yirmi yıllık alımlanma tarihini nesnelleştirmek bu kısa tanıtımın işi olmasa da, bu tarihi kavramanın, ekolün ABD, İngiltere veya İskandinav sosyal bilimlerine seyahatini anlamaktan daha zor olduğunu düşünüyoruz. Bunun en temel sebepleri, Türkiye sosyal bilim alanında, Bourdieu sosyolojisini yaygın biçimde itibarsızlaştırmaya ya da asimile etmeye çalışacak ayrıksı ve iyi örgütlenmiş okullar bulunmaması; mevcut eğilimlerin de alanın kendi otonomisini elde edememiş yapısı içindeki zayıflığı. Bu durum karşısında Bourdieu ekolü içeri taşınmaya oldukça dağınık bir şekilde başladı ve bugün bu dağınıklık kısmen devam ediyor. Kendi özerk geleneklerini yerleştirmiş sosyolojik araştırma programlarının (ve onun şöhretlerini medyada değil bilimsel faaliyetlerle kazanmış bireysel temsilcilerinin) çok zayıf olduğu bir ahvalde Türkiye yereline özgü nesnelci ve öznelci gruplar Bourdieu’nün eserleriyle çoğu kez pragmatik bile olsa uzun soluklu bir ilişki kurmadılar. Yine de, sosyal bilimlerle 2000’lerde tanışan ve akademik pozisyonlara yerleşen nesille birlikte, belirgin araştırma programlarının ortaya çıktığı, bu programların özellikle tarih, sosyoloji ve antropoloji disiplinlerindeki sosyal-teorik ve veri-inşacı müzakerelerinde Bourdieu ile (gerek reddedilirken, gerek olumlanırken) daha etkili bir ilişki kurduğunu gözlemliyoruz. Örneğin, kentsel dönüşümün Türkiye ulusal ve yerel siyasetinde başat bir rol oynadığı AKP döneminde, eleştirel coğrafya ve kent sosyolojisi/etnografisi Türkiye sosyal bilim alanı içinde beliriveren araştırma programlarından biri haline geldi. Kent üzerine hem nitel, hem nicel analizlerde Bourdieu ve Wacquant sosyolojilerinden daha doğrudan yararlanıldığını görüyoruz. Bir başka kulvarda, Türkiye’de Cumhuriyet dönemi çalışmalarının “Kemalist söylem analizi” dar alanından nihayet çıkmaya ve daha disiplinler-arası bir çehreye bürünmeye başladığı son yıllarda, Bourdieu sosyolojisinin devlet ve siyaset alanı hakkındaki analizleri, Türkiye’nin ilişkisel tarihsel sosyolojisini çalışanların repertuvarına girmeye başladı. Bu örneklere, bizde habercilik-gazetecilik konulu çalışmalar, eğitim sosyolojisi çalışmaları gibi alanlardaki Bourdieu alımlamaları da eklenebilir. Bu ekolün Türkiye’de kavranışının, geliştirilmesinin ve dönüştürülmesinin geleceğini ümitvar görüyoruz. Bourdieu’ye hangi mesafede durursa dursun, Türkiye sosyal bilimlerinde on yıl öncesine kıyasla verinin ve nesnenin inşasıyla daha içli dışlı, sosyal teori ruhbanlığından kaçınan bir bilim insanı topluluğu var.
Bourdieu, sunuşumuza ilham veren konuşmasında önsözlerin önemine dikkat çekmekle kalmaz, karşılaştırmalı bir önsözler sosyolojisi yapmak gerektiğini de öne sürer. Zira bir önsöz, simgesel sermaye aktarımıdır. Bir Bourdieu derlemesini kimlerin hangi çıkarları etrafında biraraya getirdiği, derlemenin başına nasıl bir bilimsel-politik gündeme yerleştirerek tanıtım yazacakları, derlemeyi hangi yayınevinin neden bastığı, bunların hepsi alımlama alanındaki mücadelenin bir parçası haline gelir.
Bir Bourdieu özel sayısının sunuş yazısını yazmayı zorlaştıran bu düşünceleri paranteze almadan önce, söylememiz gereken şey bu sayıya katkıda bulunanların farklı çalışma alanlarına rağmen ortak kaygısının, Bourdieu’nün şerh edilmesinden ziyade, Bourdieu sosyolojisinin “alet kutusu”nun mümkün olan en verimli şekilde kullanılması olduğudur. Dolayısıyla bu sayının en temel avantajlarından biri, hem Bourdieu ile uzun zamandır hemhal olanlara hem de Bourdieu ile tanışıklığı yeni başlayacak olan okurlara, Bourdieu’nün çalıştığı sahaların kapsayıcılığını takdim ederek, akademik disiplinler ayrışmasının sorgulanması için ciddi soruşturma patikaları vermesidir. Temennimiz, siyasetten bilim sosyolojisine, kent çalışmalarından kültürel üretim alanına pek çok farklı alanda Bourdieu ile düşünme pratiğinin geliştirildiği bu özel sayının, Türkiye özelinde özerk ve demokratik bilim taraftarı kolektiflerin ve düşünümsel entelektüel ağların gelişimine katkıda bulunmasıdır. Dahası, hocası Bachelard’ın bir sözünden aldığımız ilhamla, Bourdieu sosyolojisinin kolektif zekâsının yaralar açmasını umuyoruz. (Sunuş Yazısı: Emrah Göker, Nazlı Ökten, Güney Çeğin. kaynak: İstifhanem)
Cogito, 76. Sayı (Bahar 2014)