"Löpçük" Fanzin

12/2/2014 / skopduyuru

Hazırlayan: Erman Akçay

İngilizce çeviride emeği geçenler: Kaan Göktürk, Dilan Ceylan Emektar, Ayşe Özkan

İletişim: [email protected]


 

 

Ben işlerimde her zaman, toplumdan dışlananlara, ezilenlere, yasadışı ya da topluma uyum sağlayamamış kişilere odaklanırım. İlk başta daha çok şiddet ve sekse odaklanıyordum. Ama gece hayatını kaydetmek için Moskova’ya gittiğimde karşılaştığım tüm o yoksulluk, acı, hüsran, cehalet ve şiddet, bakış açımı tamamen değiştirdi ve sosyalizmden vahşi kapitalizme evrilen bu dramatik değişimi belgelemek istedim. İnsanlar sokaklarda açlıktan, hastalıktan ölüyordu ve gelip onları kurtaracak veya teselli edecek kimseleri yoktu. Ben de bu akıl almaz duruma kayıtsız kalamazdım. Yani, ölü ya da ölmek üzere olan insanları fotoğraflama arzum, modern hayat denen cehennemin yarattığı doyumsuzluğun, yok sayılmanın, acının ve ölümün bende yarattığı korkuyla yüzleşmem sonucunda ortaya çıktı. Ölüm hem son, hem de başlangıçtır; herkesin çoktan deneyimlediği ve tekrar tekrar deneyimleyeceği... Her zaman çok yakınımızda olmasına rağmen, tüm zamanların en büyük gizemi... 1995 yılında, Moskova’da sokaklarda sefil bir halde ölmeyi bekleyen insanların olması kesinlikle utanç vericiydi! …

 

    

 

Sanat artık çoğunlukla zenginlerin oyuncağı haline geldi. Sanat eserlerini koleksiyonlarına ekliyorlar, spekülasyon yaratıyorlar ve bir market oluşturuyorlar, iyi ve kötünün belirleyicisi oluyorlar. Neyin satıp, neyin satmayacağını belirliyorlar. Sanatçılar, gün geçtikçe galeri sahiplerinin kölesi ve medyanın maymunu haline geliyor. Gerçek sanat her zaman yeraltındadır, rahatsız edicidir, tedirgindir, çelişkili ve eşsizdir ve asla bir kurumun arzusu doğrultusunda iş görmez.

Miron Zownir

 

 


Risk almadan atıp tutmanın genel kabul gördüğü, kavramların, kimliklerin, aidiyetlerin savurganca tüketildiği bir dönemde yaşıyoruz, maalesef. Bize göre, gündelik hayatın en sıradan ritüellerinden sistemin karmaşık sosyal, kültürel labirentlerine kadar her şey isyankârlara söz ve eylem üretmek için uygun zemin sunuyor.

İlham aldıklarımıza gelirsek; bazılarına tuhaf gelecek ama, biz klasik anarşist metinlerden ziyade Dada’dan sitüasyonistlerden, karşı-kültür akımlarından, yeraltı edebiyatından, punk’tan besleniyoruz. Nietzsche, Guy Debord, George Bataille, E. M. Cioran, Deleuze, Foucault, Baudrillard kadar Chuck Palahniuk’a, Brett Easten Ellis’a, Irvine Welsh’e, Boris Vian’a, Albert Camus’ye, Marki de Sade’a da önem veriyoruz. Kültür endüstrisinin körüklediği kitle kültürüne başkaldırırken, öncelik-sonralık sıralamaları yapılmaması, hiyerarşik standartlar belirlenmemesi gerektiğine işaret ediyor, halihazırda popüler kültürün açık bir savaş alanı olduğunu vurguluyoruz.

Gösteri toplumunun hakikiyle sahte, imge ile gerçeklik arasındaki farkı silerek yarattığı modern tiranlığın simulakrların egemenliğinde varlığını sürdürdüğü düşünülürse, her şeyden şüphe etmekle işe başlamak gerek. Hınç poetiğini üretebilecek cürete sahip olmalıyız. Uzlaşmaz bir kararlılıkla yıkıcı kültürel stratejiler geliştirmeliyiz. Bu amaç doğrultusunda sitüasyonistlerin, Sitüasyonist Enternasyonal’in mirası fevkalade değerli; onların oyuncul ve yıkıcı geleneğinden feyz almak hayati önem taşıyor. Ama detournement’in fetişleştirilerek propaganda ve pop-art’a dönüştürülmesine de rıza göstermemek lazım.

Uyumsuz İsyan

Söyleşiler: Erman Akçay