İsyan, Devrim, Eleştiri: Toplum Paradoksu

28/2/2013 / skopduyuru

 

 

Bir zamanlar siyasetin ve eleştirel düşüncenin en önemli kavramı olan "devrim" artık hükmünü yitirmiş gibi görünüyor. Radikal değişimi tahayyül bile edemeyen "tek boyutlu" bir toplum bizimkisi. Halbuki toplumsal yaşamın gerçek anlamda eleştiri ve değişimin nesnesi olabilmesi için insanlar farklı bir toplum imkânı hayal edebilmelidir. En basit anlamıyla özgürlük, var olan ile mümkün olan arasındaki bağla deneyler yapmak değil midir?

Diğer taraftan, paradoksal bir biçimde, bugün herkes düzenli olarak radikal değişim buyruğuna tabi. Radikal dönüşümlere uyum sağlamak, yaşam stratejilerini piyasanın esnek taleplerine göre ayarlamak gerektiği fikrini kanıksamış durumdayız. Bu bakımdan, radikal değişim veya devrim fikri istisnai koşullara atıfta bulunmuyor artık, normalleşip gündelik yaşamın bir parçası haline gelmiş durumda. Devrimin böylesine sıradanlaştırılmasına olanak sağlayan yasağı, bugünün hâkim ideolojisinin tek ve en önemli buyruğunu Badiou şu iki kelimeyle özetliyor: Fikirsiz yaşa!

Bülent Diken’in kitabı ise birbiriyle ilişkili üç fikre, isyan, devrim ve eleştiriye inancı devam ettirmeye yönelik bir deneme. Kafeinsiz gerçeklik çağında bu fikirlerin ne anlama gelebileceğini soruyor. [Tanıtım bülteninden]

İçindekiler

Teşekkür
Giriş:
Fikirsiz/İdeasız Yaşam

Birinci Kısım
İSYAN VE KARŞI-İSYAN
1. İsyan ve Tekrar
2. Dindışı
3. Saf Siyaset Olarak İsyan

Birinci Arasöz:
Spartaküs'ün Hayaleti

İkinci Kısım
DEVRİM VE KARŞI-DEVRİM
4. Sonsuz Devrim
5. Hiçbir Şey ve Her Şey
6. Strateji ve Sarhoşluk
7. Kitle Hareketi, Seçimler ve Ortaçağ İnsanı
8. Antagonizmalar ve Ayrışmalı Sentezler

İkinci Arasöz
Huxley'nin Cesur Yeni Dünya'sı – ve Bizimkisi

Üçüncü Kısım
ELEŞTİRİ VE KARŞI-ELEŞTİRİ
9. Eleştirinin Eleştirisinin Eleştirisinin...
10. Komünizm Olarak Eleştiri, Eleştiri Olarak Komünizm

Sonsöz:
Anlatılan Senin Hikâyen!

Kaynakça
Dizin


Giriş bölümünden, s. 26-29.[1]

[...]

Kitabın arkasında yatan başlıca fikir, gücül (fazla) ile fiili (eksik) arasındaki ilişki yoluyla toplumun paradoksal kurulumudur. Bu yapısal düzeyde, isyan, devrim ve eleştiri kavramlarını toplum paradoksunu ifade eden olaylar olarak ele alıyorum. Olayın üç boyutu, yani mekânsallık, zamansallık ve tekillik arasındaki karmaşık ilişkiler bu bağlamda belirleyici.

İkinci, tematik bir düzeyde, isyan, devrim ve eleştirinin paradoksal doğasına odaklanıyor, karşı-isyan, karşı-devrim ve karşı-eleştirinin rolü üstünde duruyorum. Karşı-devrim imkânı devrim dahilinde var olur. Tüm devrimler karşı-devrime yol açma potansiyeli taşır. Benzer şekilde, isyan iktidar tarafından ele geçirilebilir, eleştiri her an idari bir dispozitife dönüşebilir. Böyle süreçler yaşanabilir çünkü isyan, devrim ve eleştiri esasen paradoksal fenomenlerdir.

Son olarak, üçüncü bir düzeyde de siyasetin paradoksal özelliklerine eğiliyorum. Kitabın örtük argümanlarından biri, siyasetin her zaman bir risk siyaseti olduğu, her siyasal müdahalenin kötü sonuçlar verebileceğidir. Böyle paradoksal bir boyutu olmasaydı, siyaset salt bir tekniğe, "iyi toplum" yapma kılavuzunu andıran bir şeye dönerdi. Bu durumda siyaset rutin bir prosedüre, halihazırda kurulu bir siyasal uzam içinde mücadele etmekten ibaret bir "hafif siyasete" indirgenebilirdi. Fakat siyaset, siyasal uzamı yeniden şekillendirip yeni bir siyaset sahnesi de tesis edebilir. Siyaset paradoksunun zemini bu ikilik, siyasetin bu iki anlamıdır: mevcut düzenin devamı olarak siyaset ve verili olandan bir kopuş olarak siyaset. Kitap bu paradoksu ele alırken üç hat izliyor. Uzamsallık çerçevesinde, siyaseti fiili ile gücül arasındaki etkileşim bağlamına yerleştiriyor. Zamansallık çerçevesinde, tüm siyasal kararların "olagelen" ile "gelecek olan" arasındaki paradoksal ilişkiyle ister istemez uğraşması gerektiğini; aynı zamanda, bu ikisi arasında istikrarlı bir sentez imkânı olmaksızın, (rasyonel) strateji ile (rasyonel olmayan) sarhoşluğu birleştirmeye çalışması gerektiğini vurguluyor. Tekillik çerçevesinde ise siyasetteki tekilliklerin dışlanması ve dahil edilmesi meselesine, keza tekillik ile evrensellik ilişkisine odaklanıyor.

Kitabın başlangıç noktası, devrimin bir fikir olduğudur. Dolayısıyla devrim kavramında ütopik bir damar olması kaçınılmazdır, ki bu da "ütopik" devrim anlayışı ile "bilimsel" devrim anlayışı arasında kesin bir ayrım yapmayı sorunlu kılar. Bu nedenle, devrim ile isyan arasında nispeten yakın bir ilişki olduğunu savunuyorum. Nitekim buraya kadar "isyan" (revolt) ve "devrim" (revolution) sözcüklerini pek ayrım yapmadan, neredeyse birbirinin yerine kullandım. Gelgelelim ilerledikçe, iki kavram arasında önemli farklar belirecek.

Gerektiğinde, Hobsbawn (bkz. 1965: 1-8) gibi tarihçilere uyarak "isyan"ı görece örgütsüz, bireysel veya kolektif başkaldırı olarak tanımlıyorum. Bu anlamıyla isyanın uzun bir modern-öncesi tarihi vardır; dahası, bu anlamda isyan modernlikte de varlığını sürdürür. Diğer taraftan devrim, kapitalist gelişme ve kapitalizm analizi ile yakından alakalı olan modernliğin bir kavramıdır. Dolayısıyla devrim vaadi modern bir vaattir; zulüm ve adaletsizlik gibi kadim sorunlara verilen modern yanıttır devrim. Nitekim modernlik, Thomas More'un bile yer-olmayan şeklinde tahayyül ettiği ütopyayı ülküsü haline getirmeye meyillidir. Fakat bugün, yani geç modernlikte, isyan hem saf siyasetin bir figürü olarak hem de siyasal tutkuların görece kendiliğinden eyleme vurulması biçiminde yeniden ortaya çıktıkça, geri geldikçe, isyan ile devrim arasındaki ayrım genellikle yerinden edilmektedir.

Ne var ki isyan ve devrim tarihine odaklanmıyorum. Birçok okur isyan, devrim ve eleştiri hakkında bir kitaptan daha fazla tarihsel tartışma bekleyecektir. Fakat elinizdeki kitap daha ziyade toplum felsefesine odaklanıyor. Kitabın bir disiplin olarak toplum felsefesini ele aldığı da sanılmasın. Bu kitap disipliner, çapraz-disipliner veya disiplin-sonrasından ziyade, disiplinlerden azade bir düşünce düzlemi kurmaya çalışıyor. Şunu da peşinen belirtmekte fayda var: Burada isyan, devrim ve eleştiri öznel veya nesnel "çıkar" açısından ele alınmıyor. Dolayısıyla elinizdeki kitap, siyaseti çıkarın müzakeresi olarak gören genel geçer sosyolojiye de, devrimi işçi sınıfının "nesnel çıkarı" olarak görmekte ısrar eden bazı Marksist geleneklere de mesafeli duruyor.

Sadece belli noktalarda ve sadece nispeten, bu kavramları tarihsel çerçevede ele alıyor ve fiili isyan ve devrimlerle, sözgelimi Spartaküs isyanı ve Fransız Devrimi'yle ilgili kısa tartışmalara giriyorum. Çok geçmeden, devrime ve isyana yapılarında merkezi yer veren teorilere, yani isyan ve devrim teorilerine geçiyorum. İsyan iradesini analitik bir muamma gibi ele alan teoriler yerine, bu iradeyi içselleştirerek yol gösterici ilkesi sayan, onunla özdeşleşen özgürleştirici teorilerle, keza radikal değişime iştirak etme arayışındaki devrimci teorilerle ilgileniyorum. İlk grup çerçevesinde, Nietzsche, Foucault, Deleuze, Agamben, Derrida, Rancière gibi çok çeşitli şahsiyetlerin yer aldığı bir geleneğin yanı sıra, Marksist ve Nietzscheci perspektifleri sentezleyerek radikal değişimi bir "olay" olarak ele alan eleştirel teori geleneğine odaklanıyorum. İkinci grup çerçevesinde ise Jakoben, Marksist, Leninist, Maoist devrim anlayışları ile Badiou, Zizek, Hardt ve Negri'nin güncel yaklaşımlarına odaklanıyorum.

Kitap bu envai çeşit teoriyi diyaloğa sokmuyor, "ayrışmalı bir sentez"le bir araya getiriyor; yani farklılıkları içinde benzerlik veya benzerlikleri içinde farklılık gösteren, bazı noktalarda kavuşup bazılarında ayrışan bu teorileri, diyalektik bir sentez içinde birleştirme niyeti olmaksızın bir araya getiriyor (bkz. Deleuze ve Guattari 1983: 75-83; Badiou 2000: 22). Bu radikal teorilerin, aralarındaki önemli ayrılıklara rağmen, bazı ortak özlemlerde (örneğin özgürleşme) paradoksal bir biçimde çakışmaları ve ortak düşmanlara (örneğin hâkim ideolojilere) karşı birleşmeleri ilgimi çekiyor. Aynı şekilde, ortak düşmanlara rağmen nasıl birbirlerinden ayrıldıklarıyla da ilgileniyorum.

İsyan, devrim ve eleştiriye yönelik mevcut perspektiflerin bir haritasını çıkarmak bu işin bir parçası. Gelgelelim elinizdeki kitap, yukarıda sayılan teorilere bir giriş kitabı değil temelde. Bilakis, isyan, devrim ve eleştiri konusunda bu teorilerle "birlikte düşünmeye" çalışıyor; bu sayede hem teoriler arası dayanışmayı hem de aradaki ihtilafları kendi çerçevesine katıyor. Bir başka deyişle, kitabın amacı tefsirden ziyade (isyan, devrim ve eleştiriyi) temalaştırma.

Kitabın başlıca katkısı, toplum paradoksunu açıkça ifade etmesi; isyan, devrim, eleştiri bağlamında paradoks kavramını işleyerek siyasalı yeniden inşa etmesi. Bu çerçevede, isyan ve devrim ile biyopolitik arasındaki bağ üzerinde de duruyorum. Bu bağ önemli, çünkü özellikle 1960'lardan sonra isyan ve devrim kavramları sosyo-ekonomik alandan biyopolitik alana kaymış gibi görünüyor. Son olarak, hem isyanın hem de devrimin fiili gerçekliğin eleştirisini içerdiği düşünülürse, isyan/devrim ve eleştiri arasındaki yakın ilişkinin içerimleri de kitabın merkezinde yer alıyor. Bu bağlamda, isyan/devrim hakkında teoriler ile özgürleştirici veya devrimci teoriler arasında ayrım yapmak da bir o kadar uygun görünüyor.

Kitabın sonunda bir sonraki devrim nasıl yapılır kılavuzu olmayacak maalesef. Bir devrim teorisine yönelik öneriler olacaksa da, benim esas uğraşım devrim kavramını gücül bir potansiyellik olarak ele almak. Her şeyden önce, tarihin sonunda beliren bir "aydınlanma projesi" bu benimkisi. Zamanımızda bastırılan/revize edilen bu üç kavramın, yani isyan, devrim ve eleştiri kavramlarının bu "son"a ilişkin nelere ışık tutabileceğini soruyorum.

[...]

Bülent Diken

Çeviri: Can Evren

Metis Yayınları Ocak 2013