Martinikli psikiyatr, teorisyen ve devrimci Frantz Fanon, 20 Temmuz 1925 yılında dünyaya geldi ve vakitsizce, sadece 36 yıllık bir serüvenin ardından 6 Aralık 1961 yılında hayata veda etti. Kısa ömrüne hem anti-sömürgeci bir militan hem bir psikiyatrist hem de bir teorisyen rolünü sığdırmayı başardı. Bu üç rolü de elbette iç içe geçiyordu ama tek bir hedefi vardı: sömürgeleştirilen halkların bedenlerinde ve ruhlarında açılan yaraları psikiyatrik, devrimci ve kuramsal yollardan sağaltmak; sömürgeci tertibatları hem ifşa edip hem de devre dışı bırakmanın teorik ve pratik yollarını ortaya koymak. Ancak tüm bunlardan evvel kendisini sağaltmalıydı çünkü Martinikliydi, iyi ve refah düzeyi yüksek bir ailenin çocuğuydu ve iyi bir Fransızca eğitim almıştı. Bunların tek bir anlamı vardı: Fanon, asimile olmuştu. Üstelik Martinik’in en prestijli okullarından birinde başka bir anti-sömürgeci teorisyen ve şairin, Aimé Césaire’in öğrencisi olmasına rağmen. Bu mucizevi karşılaşmaya rağmen ya da belki tam da bu yüzden kendisini bir Fransız gibi görmekte ısrarcıydı, hatta bu uğurda Alman Nazizmine karşı savaşmak için Fransız ordusuna katılmıştı. Gelgelelim Siyahtı ve Siyahlığı, onun bir Fransız olmasına, bir Fransız kalmasına asla müsaade etmedi; Siyah deriyi bedeninden bir elbise gibi söküp atmak mümkün değildi; bu deriyi beyaz maskelerle örtmek de… Özü itibariyle aidiyet kuramama ya da her koşulda dışarıda bırakılma diyebileceğimiz bu kişisel deneyim, toplumsal bir deneyimle taçlandı ve Siyah-oluşun, Başka-oluşun üzerine çullanan sömürgeci ve ırkçı kurumsal iktidar yapılarının şifreleri bu andan itibaren gözünün önünde çözülmeye başladı. 1952’de Siyah Deri, Beyaz Maskeler’i yazdı; Siyah oluşunun üzerine binen canavarlık, yamyamlık, tamtam sesleri ve barbarlık yükleri omuzlarını yere düşürmekten ziyade daha da güçlendirdi. Beyaz insanla karşılaşmalarını anti-sömürgeci ve ırkçılık karşıtı bir bağlamda teoriye ilk defa bu metninde döktü. 1959’da Cezayir Devriminin Beş Yılı’nı yazdı. Benimsediği militan dile ve Cezayir direnişini biraz da partizanca bir tarzda yüceltmesine rağmen, ataerkil ailenin çözülüşü, Cezayirli kadının özgürleşme süreci, radyo ve teknoloji kullanımının yaygınlaşması ve alternatif haberleşme kanallarının keşfine yaptığı vurgular sosyal bilimlerin birçok alanında dikkat çekti. 1961 ise Fanon için hem ölüm hem doğum yılı oldu. Yeryüzünün Lanetlileri, daha önce Siyah Deri, Beyaz Maskeler’de sert bir şekilde eleştirdiği Jean-Paul Sartre’ın yazdığı şok edici Önsöz’ün de etkisiyle Frantz Fanon’u küresel çapta tanınan bir figür haline getirdi. Fanon Yeryüzünün Lanetlileri’ni yazdıktan kısa bir süre sonra hayatını kaybetse bile bu eserinde yeni insanın doğumunu müjdelemişti. Ancak sancılı bir doğumdu bu. Şiddetin sömürgecilikten kurtuluş için başvurulması kaçınılmaz bir araç olduğu, kavramların yerine kasların ikame edildiği bu kitap, sadece Cezayirliler için değil yeryüzünün bütün lanetlileri için başucu kaynağı haline geldi. Gelgelelim radikalliğinden duyulan korku dolayısıyla akademik çevrelerde, bilhassa Fransa’da uzunca bir süre görmezden gelindi. Zira kitap, Marx’ın 11. Tezi’nin ürettiği etkinin bir benzerine yol açtı. Tüyleri ürperten birçok argümanla doluydu. Yine de mutlak anlamda ezilenlerin konumundan sesini yükseltmesine, şiddet konusunda sözünü esirgememesine, Hannah Arendt başta olmak üzere radikalliği dolayısıyla birçok düşünürün tepkisini çekmesine rağmen bu kitap hızla evrensellik mertebesine yükseldi ve bir daha bu yönünü hiç kaybetmedi.
Bugün Fanon tartışmaları yeniden alevleniyor. Ülkemizde kendi kitapları hâlihazırda çevrilmiş olduğu gibi, ikincil kaynaklar da giderek artmakta. Canlılığını koruyan bu düşünce, tanınma mücadelesinden tanımlama yetkisine, çoğulcu demokrasiden sosyalist devrime, şiddetli direnişten şiddet karşıtı mücadele formlarına kadar birçok toplumsal hareketin hâlâ uzlaşma sağlayamadığı pratik sorunlar için olduğu kadar, Sol Hegelcilikten Marksist Fenomenolojiye, maduniyet çalışmalarından Post-Marksizme, kültürel çalışmalardan feminizm ve toplumsal cinsiyet araştırmalarına kadar birçok disiplini kuşatan teorik sorunlar için yürütülen pek çok kavganın da orta yerinde durmaya devam ediyor. Bu sayısında kampfplatz, ismiyle müsemma bu kavgaya, kendi tarzınca ev sahipliği yapmaya gönüllü oldu. Fanon’un eserinin hem teorik hem pratik içerimlerini tartışmaya açmak ve yeni düşünce ufukları yaratmak uğruna.
kampfplatz, 13. sayısının sinema köşesini ise Ömer Kavur filmlerine ayırıyor. 2005 yılında aramızdan ayrılan Kavur, Anayurt Oteli’yle zirve yapan kariyerinde birçok başyapıtın altına imza attı. Yersizyurtsuzluk, yalnızlık ve yalıtılmışlık, göçebelik ve çaresizlik, erkekliğin kıskacında kadınlık halleri, faşizm ve kentlilik girdabına sıkışan çocukluk manzaraları işlediği temalardan yalnızca birkaçı; mekân ve zamana dair getirdiği yeni perspektiflerse Kavur’un sinema dilini ayrıksı bir yere oturtan asli unsurlar. Sisteme ayak uydurarak çektiği filmlerin dışında sistemin tamamen dışında kalan birçok filmin altında imzası olan Kavur hem kendiyle hem de zamanının hâkim sinema geleneğiyle daimi bir mücadele halindeydi. Bir Yönetmen Üç Yorum köşesi, bu mücadelenin ayrıntılarına ışık tutmak niyetinde… [tanıtım bülteninden]
notabene.com.tr