Anti-Ödipus: Kapitalizm ve Şizofreni 1

4/4/2013 / skopduyuru


ÖZGÜRLÜK VE ETİK

Deleuze ve Guattari, 68 Mayısının yenilgisini yaşamış yazarlardı. Ve 68-sonrası dünyayı sıklıkla "çölsü" bir döneme benzetmişlerdir: varolan dünyayı değişmez olarak tanımlayan, ve başka bir dünyayı vaat eden fikirleri olumsuzlayan karşı-devrimci, olay-sız bir zaman. Yine de umut­suzluğa düşmediler ya da bir nostaljinin peşinde koşma­dılar. Bunun yerine, 68 Mayısının yenilgisi ardından bir taze havanın arayışındaki ilk önemli kitaplardan biri olan Anti-Ödipus'u kaleme aldılar. İkili bir strateji önerir bu kitap: olaya, bu örnekte 68 Mayısına duyulan sadakati korumak, ve aynı zamanda devrimci siyasetin yeni, üretken ve yaratıcı biçimlerini icat etmek.

Kitabın temel önermelerinden biri, tüm toplumsal ya­şamın, esasında bütün yaşamın bir "sorunsal" haline, yani değişimin bir nesnesi haline gelebileceğidir; ama ancak in­sanların başka türlü arzulamaları, başka bir toplumu, başka bir yaşamı arzulamaları koşuluyla. Sağduyunun birliğini yıkabilecek, ve tüm toplumsallığı, tüm yaşamı aşkın dene­yime taşıyabilecek olan şey sadece böylesi bir arzudur. Deleuze ve Guattari'nin oluş ontolojisinde o halde her şey harekettedir. Her şey hareketli ve hibrid bir makinedir, yani bir düzenlemedir, ayrıksı öğeler arasındaki bir etkile­şim ve bağlantı sürecidir. Ancak en önemlisi şudur, makineler ya da düzenlemeler, bir ve aynı anda iki ayrı eğilimle karşılaşırlar: organizasyon ve organizasyonsuz-laşma. Düzenlemeler, katmanlaşma ile sonuçlanan ilişkileri tesis ettikleri sürece, edimsel gerçekliğin, uzanımsal ger­çekliğin parçalarıdır. Ama öte yandan, onlar başka bir şeyle daha yüzleşirler: halihazırda organize edilmiş ve katman-laştırılmış gerçekliğin organizasyonunun bozulmasına ve dağılmasına neden olan, Deleuze ve Guattari'nin "organsız beden" olarak adlandırdıkları şeyle. Organsız beden, Spinoza'nın monist tözü gibi her şeyin kendisinden doğduğu ve ebediyen kendisine döndüğü kuşatıcı bir akım, değişken bir kaos.

Bu kavram —organsız beden— bizi tüm yaşamın, tüm toplumsallığın paradoksunun kalbine taşıyor. Her şey ve her toplum, edimsel bir gerçekliğe sahiptir, şu ya da bu şekilde katmanlaşmıştır, ama onu organsız bedenle bağın­tılı kılan bir değişimin potansiyelliklerini de içermektedir. Organsız beden böyle tanımlandığında, şu gerçeğin göster­gesidir: her toplumsal ilişki, yaşamın tümü, olduğundan farklı bir şey haline gelebilir, başka tarzlarda yeniden edimselleştirilebilir. Olaylar vuku bulabilir, çünkü her şey kendi organsız bedenine sahiptir.

Eğer hiçbir şey —hiçbir "beden," hiçbir "toplum"—  kendi ampirik görünümlerine, edimsel makinelere indir­genebilir değilse, o halde önemli olan, makineler ile organ­sız beden arasındaki "yüzey[dir]." Bu yüzey, onun edimsel, ampirik görünümlerini aşan tüm olayların, bir bedenin veya toplumun potansiyelliklerinin kaynağıdır (onun "organsız bedeni"). Spinoza'nın diliyle, bir bedenin veya toplumun ne yapabileceğini bilmiyoruz. Zira edimsel bir beden/toplum tanımsal olarak, kendi potansiyel olasılıklarına göre eksik­tir. Biri bir eksikliği, diğeri bir aşırılığı takdim eden maki­neler ile organsız beden arasındaki paradoksal ilişki o halde, her zaman için dengesizliğin bir sebebidir; ve olayı muhtemel kılan şey de işte bu dengesizliktir.

Öyleyse, Deleuze ve Guattari'nin devingen ontolojisinde yürürlükte olan şey, aynı anda bağlantı ile bağlantısızlaşmanın, katmanlaşma ile katmansızlaşmanın bir diya­lektiğidir. Deleuze ve Guattari'ye göre "yersizyurtsuzlaşma[nın]" fiziksel çizgisel bir harekete indirgenebilir olma­yışının, ama bilhassa, önceki organizasyonun bozulmasına, ve katmanın kendisinden, organsız bedenle olan bir ba­ğıntıya doğru bir sapmaya gönderimde bulunmasının ne­deni de budur. Dolayısıyla, toplumsal katmanlaşmayı yara­tan ve yaşamı organize eden makinelerin üretiminin kal­binde, üretim-karşıtlığına ait bir eğilim buluruz; devingen ontolojinin kalbinde durağanlıkla karşılaşırız: makineler "sadece bozulduklarında... bozularak çalışırlar."

Bununla birlikte, Deleuze ve Guattari için "organsız beden-oluş," en yüksek etik, politik ve toplumsal idealdir. Yeniyi yaratan şey, böylesi toplumsal düzenlemelerin am­pirik devingenliği değil, ama onların çöküşü, organsız be­denle ilişkili oluşları, bir "mutlak durağanlığın" düzeyine erişmeleridir. Yeni, olay, ya da onların "kaçış çizgisi" olarak da adlandırdıkları şey, her zaman için organsız bedenle bağıntılıdır; her zaman katmanın zayıflaması, katmanın bir organizasyonsuzlaşması olarak ortaya çıkar. İşte bu anlam­da her kaçış çizgisi, edimsel dünyaya "zamansız" bir müdahaledir.

O halde bize sunulan, içinde "aktörlerin" makinesel bağlantılar vasıtasıyla yeni olayları ürettiği, organsız bede­nin daimi olarak edimsele geri döndüğü bir tiyatroya çok benzer bir tarih görüşüdür. Edimsel olay, Deleuze ve Guattari'de iki ayrı biçim alır. İlkin, aktör anı yakalayarak olayı edimselleştirir. Ama edimselleşmenin ötesine uzanan bir görünüm daha vardır. Aktör de olayın içinde dönüşür. "Edi­minin" bir sonucu olarak, bir "karşı-edimselleşme" süreci vasıtasıyla, kendisinden, edimsel kimliğinden sapar. Edimselleşmede birisi olayı yakalarken, onu şimdi kılarken, karşı-edimselleşmede olay onu yakalar ve "alt eder." Birisi olayı yakalamanın peşindeyken, olayın anında o da dönüş­melidir. Onu arzulamayanlar olayı fark etmezler. Onun tarafından yakalanmayanlar anı yakalayamazlar.

Bu anlamda Anti-Odipus, eşzamanlı olarak hem öz­gürlüğe, varolan ile olası olan arasındaki bağın nasıl deneyimleneceğine, olay anının nasıl yakalanacağına dair, hem de etik[e], başımıza gelen olayların değerinde oluşumuza dair bir kitap.[Kitabın Önsözünden]

Bülent Diken

 

 

Gilles Deleuze ve Félix Guattari

Çeviri: Fahrettin Ege, Hakan Erdoğan, Mustafa Yiğitalp

Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Kasım 2012