Ütopyalar antik Mısır'dan beri süregelmiş. İnsanlığın, en başından beri, daha özgür, daha güzel bir gelecekle ilgili umutları var. Ne var ki, ütopyalar çağı denince, bu çağ kuşkusuz 19. yüzyıl. Fransız Devrimi'nin gerçekleştiremediği vaatlerin peşine düşen devrimcilerin, kitlelerin "eşitlik, özgürlük, kardeşlik" arayışları; sosyalizm arayışları… 19. yüzyıl ütopyalarının en önemli özelliği, insanlığın geleceğini sanatta aramaları.
Ütopya, modernizmin de, avangardın da en temel dinamiklerinden birini oluşturdu. 1968 Devrimi'ne kadar... Bu zamanda, tam da düşlerin gerçek olabileceğine inanırken, avangardla birlikte ütopya düşüncesi de aşınmaya başladı. Küreselleşme ve neoliberalizmin kültürel politikası olan postmodernizm, tarihin sonunu ilan etti. Zaman kavrayışının "şimdi"ye hapsedilmesi sonucunda, gelecek umutları anlamsızlaştı. Ortalığı bir "distopya" edebiyatı sardı. Bu edebiyata göre, şimdiki zamanda yaşadığımız mahşer mutlaktı; hiçbir zaman değişmeyecekti. Ama bu distopya hikâyesi tutmadı. Küreselleşmenin yaşadığı krizlerle birlikte, insanlar gene ütopyalarının peşine düştü. Gezi Park'ındakiler, hemen orada bir ütopya yaratmadılar mı?
Ali Artun
TÜYAP Sanat Fuarı 7. Hol Ütopya Sergisi Salonu
5 Kasım 2017, saat 16.00