Art Nouveau Mimarlığın Müthiş ve Yenilesi Güzelliğine Dair

FENOMENİ ANLAYAMAMANIN MUAZZAMLIĞI VE NEFASETİ – Literatürde “1900” tabirinin pervasızca  kullanılageldiğini görünce, gitgide dehşete kapılıyor insan. Üstelik bu duruma zemin kazandırmak için, biraz nostaljik, biraz komik olan ve insanın yüzünde çok sakil “bir gülümseme” yaratabilecek hoş bir formüle başvuruluyor: “Duygusal bakış açısı”nın en sefil yöntemlerini temel alan, gizliden gizliye zekice bir “Sen gül bakalım gül, palyaço”[1] durumu söz konusu; öyle ki bu yöntemler sayesinde kantarın topu kaçırılarak, nispeten yakın bir çağın yargılanması işten bile değil. Böylelikle anakronizm, yani (hayattaki biricik unsur olan) “hezeyan geçiren gerçeklik”, (bizlere atfedilen entelektüel estetizm göz önüne alınarak)  ̶ gülünç-melankolik ̶  “yolundan şaşmış, gelip geçici şeyler”in özü gibi sunuluyor önümüze. Görüldüğü gibi, bu durumda en hafif ve en kibirsiz “üstünlük kompleksi”ne dayalı bir “tutum” söz konusu; buna bir de “sefil-eleştirel” bir mizah unsuru ekleniyor. Herkesi hoşnut eden bu unsur, geçmişten bugüne gelen sanatsal olaylara dair meseleleri ortaya koymak isteyen kimsenin, söz konusu olağandışı fenomeni, adeta bir kuralmış gibi hep usturuplu yüz buruşturmalarla değerlendirmesine imkân veriyor. İnsanda adeta sanrılar uyandıran o şiddetli “anakronizm”lerden biri vuku bulduğunda, şu trajik ve görkemli sado-mazoşist-yenebilir kıyafetlerden, yahut daha da çelişkili bir biçimde, Art Nouveau üslubundaki müthiş ve ulvi mimari eserlerden biri söz konusu olduğunda; “bastırma-savunma”dan kaynaklanan, istemdışı ve habis bu yüz buruşturmalar, ya iyi niyetli ve anlayışlı gülümsemelere (gerçi şu da var ki bu gülümsemelere –uydurma “basmakalıp hatıralara” uygun düşen– birkaç damla gözyaşı eşlik eder her seferinde), ya da bayağılığı açığa vurmayan şuh kahkahalara yol açıyor.

1929'da, La Femme visible kitabımın başında, Art Nouveau’ya özgü çılgın mimariyi, en ufak bir ironi olmaksızın, sanat tarihinin son derece özgün ve olağandışı bir fenomeni addeden ilk kişi herhalde bendim.

Burada üzerinde durmak istediğim husus, esasen Art Nouveau’nun fazlasıyla şekil verilebilir olması. Bu üslubun basbayağı “şekil vermek” ya da resmetmek gibi amaçlarla kullanılması, söz konusu akımın irrasyonel ve esasen “edebi” arzularının ayan beyan açığa vurulması anlamına gelir benim için. “Dik açı” ve “altın kesit”in (bıkkınlık yüzünden) yerini kasılan-dalgalanan ifadelerin alması, uzun vadede, sadece bir önceki kadar iç karartıcı bir estetizmin doğmasına yol açar ki o da ortaya çıkan değişiklik sayesinde ancak bir anlığına sıkıntı vermemeyi başarabilir. En iyi örnekler şu düstura başvurur: Günümüzde eğri çizgi, bir noktadan öbürüne giden en kısa, en baş döndürücü yol haline gelmiştir adeta – ama aslında bütün bunlar “plastisizmin can çekişmesi”nden başka bir şey değildir. Art Nouveau'nun ruhani dekoratifliğine karşı dekoratif olmayan bir dekoratifliktir.

 

 

Denizin fosillerden oluşan dalgaları ... ve dövme demir köpükleri (Foto: Man Ray)

 

*

YAMYAM EMPERYALİZMİN ART NOUVEAU ÜSLUPTA TEZAHÜRÜ – Art Nouveau  ürünlerin ardındaki “bariz” nedenler, gerçekte kesin yargılarda bulunulamayacak kadar karmaşık, çelişkili ve muazzam görünür bize. Aynı şey “gizli” nedenler için de söz konusudur, gerçi zeki okur aşağıda söylenenlerden şu sonuca varabilir: Söz konusu akımın esas amacı, büyük bir “asli açlık” yaratmaktır adeta.

Tıpkı “fenomonolojik” nedenlerinin belirlenmesinde olduğu gibi, söz konusu akımın tarihine dair kesin yargılar ortaya koymaya girişildiğinde de büyük güçlüklerle karşılaşılır. Bunun da sebebi, akımın oluşumunu karakterize eden, katı bireyciliğe yönelik çelişkili ve olağandışı kolektif duygudur. Öyleyse şu tespitte bulunabiliriz: Günümüzde, Art Nouveau üslup'un ani tezahürü, bütün gücüyle ortaya çıkışı, eşi benzeri görülmemiş bir “özgünlük duygusu” devrimine delalet eder. Aslında Art Nouveau , beraberinde getirebileceği son derece amansız travmalarıyla birlikte, bir sıçrama gibi ortaya çıkar.

Bu derin sarsılmayı layıkıyla takdir edebileceğimiz alan da mimarlıktır; yani ister en asli, isterse en kalıtsal olsun, bütün “öğeleri” itibarıyla, özünde basbayağı işlevselci olan mimarlık. Art Nouveau ile beraber, geçmişe ait mimari öğeler, hem yeni bir stilizasyon yaratan sık ve bütüncül  kasılmalı-biçimsel tahriflere uğrayacak, hem de genellikle asli veçhesiyle yeniden hayat bulacaktır; öyle ki söz konusu öğeler (düşünsel açıdan son derece uzlaşmaz ve yaman bir karşıtlık taşımalarına rağmen) biraraya gelerek, iç içe geçerek, büyük ölçüde estetik değerlerden sıyrılacak ve birbirleriyle kurdukları ilişkilerde, bir benzeri ancak rüyalara özgü iç içe geçişlerin kusursuz saflığında görülebilecek müthiş bir saflık ortaya koyacaklardır.

Art Nouveau bir binada, gotik öğeler Yunan ya da Uzakdoğu üslubuna, yahut olur da –gayriihtiyari bir fantezi sayesinde– akla gelirse, Rönesans üslubuna, bunlar da akabinde dinamik-asimetrik (!) saf Art Nouveau üslubuna dönüşür. Bunların hepsi tek bir pencereden oluşan “çelimsiz” bir zaman ve mekânda, yani meçhul ve büyük ihtimalle insanın başını döndürecek bir zaman ve mekânda vuku bulur, ki bu zaman ve mekân da, yukarıda değindiğimiz gibi, rüyalara özgü zaman ve mekândan başka bir şey değildir. Geçmişin mimarilerinde doğal olarak faydalı ve işlevsel olan ne varsa, Art Nouveau üslupta birden işlevsiz hale gelir; yahut ona pragmatist entelektüalizm kazandıramayan ne varsa, en belirsiz, niteliksiz ve utanç verici “arzu işleyişi”nden başka bir şeye hizmet etmez. Tıpkı bir hidrosefalin, ağır kafasını taşımaktan yorgun düşen boynu gibi, kendi kendini taşımaktan aciz, büyüklü küçüklü eğik kolonlar, şu ana dek tanık olunmamış bir fotoğrafik enstantane kaygısıyla, adeta biçim verilmiş su gibi olan büyük kıvrımlar dünyasında ilk kez ortaya çıkar. Bu kolonlar, çok-renkli rölyeflerin kıvrımlarıyla yükselirler. Kıvrımların maddi olmayan süslemeleri; dumanın, su bitkilerinin ya da son derece “iştah kabartan” zamane kadınlarının saç şekillerinin ele avuca sığmaz metamorfozlarındaki zayıf maddeleşmelerin dalgalı geçişlerini dondurur adeta; gelgelelim çiçeklerin vecd dolu hayatlarındaki hayalî sıcaklığın yol açtığı susuzluk bu kolonları ortadan kaldırır. Ateşle, hafif bir ateşle (37,5 derece ateşle) yanan etten müteşekkil bu kolonlar, masif kurşun bloklar misali, yumuşak ve kocaman karınlı şu meşhur kızböceğini, narin ve semavi bir tarzda şekil verilmiş şu kızböceğini taşımaktan başka bir şey yapmazlar esasen. Adeta doğanın kurşun bloku olan bu kız böceği (işin tuhafı, böceğin aşırı ağırlığı ister istemez yerçekimi mefhumunu ortaya koyar), melun bir şekilde yüce bir sonsuzluk ve soğuk akamet duygusunu öne çıkarıp artırır ve karmaşıklaştırır, kolonun irrasyonel dinamizmini daha anlaşılır kılar ve ona daha kederli bir hava verir. Kolon da latif bir müphemlik içeren koşulların neticesinde, sırf “arzudan yanıp kül olmaya” yönelik gerçek bir “mazoşist kolon” gibi; hani, hepimizin malumu, Napolyon'un gerçek anlamda her tür emperyalizmin başına geçip kendine hedef seçtiği, arzulanan gerçek etin içine inşa edilmiş ve ondan kesip alınmış asli yumuşak kolon gibi görünür bize. Defalarca söylediğimiz gibi, söz konusu emperyalizm, koca bir “tarihsel yamyamlık”tan başka bir şey değildir, ki bu yamyamlık da çoğu zaman lezzetli ızgara pirzolayla, hani şu olağanüstü diyalektik materyalizmin, gerçekte Guillaume Tell'in yaptığı gibi, siyasetin başının üstüne yerleştirdiği pirzolayla[2] temsil edilir.

 

Bu sütunun yumuşak kıvrımlı kaidesi sanki bize “beni ye!” diyor

 

Dolayısıyla, bana göre, en ideal Art Nouveau  mimari, tam da hiper-materyalizmin son derece somut ve çılgınca arzularını cisimleştiren mimaridir (bu husus üzerinde ne kadar dursam azdır). Bu bariz paradoksun bir örneği çok yaygın bir benzetmede çıkar karşımıza: Her ne kadar kötü anlamda kullanılıyor olsa da, son derece açık seçik olan bu benzetmede, Art Nouveau  üsluptaki bir ev pastalara, “şekerlemecilerin” vitrinindeki süslü keklere benzetilir. Bir kez daha söylemek gerekirse, söz konusu benzetme gayet açık seçik ve zekicedir, zira hem ideal arzuların dayandığı dolaysız ve acil ihtiyaçların kesif materyalist olağanlıklarını ortaya koyar, hem de bu sayede aslında bu tür evlerin yenebilirliğine ve besleyiciliğine hiçbir örtmeceye başvurmaksızın gönderme yapar. Bu evler de yenebilir ilk evlerden, yegâne erotik binalardan başka bir şey değildir aslında ve böyle evlerin varlığı, âşıkların imgelemi için muhakkak gerekli olan işlevi, yani arzu nesnesinin gerçekten de yenebilmesini açıkça ortaya koyar.

 

*

ART NOUVEAU ÜSLUP; FENOMENAL MİMARLIK. FENOMENİN GENEL NİTELİKLERİ.

Entelektüel sistemlerdeki büyük değer yitimi. - Akıl yürütme faaliyetinin, zihin geriliğine varacak ölçüde azalması. - Müspet lirik aptallık. - Eksiksiz estetik bilinçdışı. - Lirik-dinsel hiçbir kısıtlamanın olmaması; öte yandan: kaçış, özgürlük ve bilindışı mekanizmalarının gelişimi. - Süslerdeki otomatizm. - Basmakalıplık. - Neolojizm. - Büyük çocukluk nevrozu, ideal bir dünyaya sığınmak, gerçeklikten nefret etmek vb. - Büyüklük hezeyanı, sapkın megalomani, “nesnel megalomani”. - Olağanüstüne ve hiper-estetik özgünlüğe duyulan ihtiyaç. - Tamamen küstahça sergilenen kibir; “geçici heveslere” ve emperyalist “fantezilere” dayalı zıvanadan çıkmış teşhircilik. - Ölçü kavramı diye bir şeyin olmayışı. - Pekişmiş arzuların hayata geçirilmesi. - Görkemli bir şekilde, bilinçdışı erotik-irrasyonel eğilimlere açılmak.

 

*

PSİKO-PATOLOJİK BENZERLİKLER. - “Histerik heykel”in icadı. - Kesintisiz erotik vecd. - Heykeltıraşlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş kasılmalar ve tavırlar (yani Charcot ve Salpêtrière okulu sayesinde ortaya serilen ve üne kavuşan kadınlar). - Patolojik iletişimler münasebetiyle, süs konusunda kafa karışıklığı ve şiddetlenme; vaktinden önce meydana gelen akıl yitimi. - Rüyalarla kurulan yakın ilişkiler; gündüz düşleri, fantezileri. - Düşlere özgü unsurların varlığı: biraraya getirme, yer değiştirme vb. - Anal dönem kompleksinin ortaya çıkışı. - Süs konusunda adeta bariz bir kaprofaji[3] - Müthiş bir suçluluk duygusunun eşlik ettiği, çok yavaş ve yorucu bir mastürbasyon.

 

                            Heykelin vecdi                                                                          Histerik heykelin icadı      



*

FAZLASIYLA ŞEKİL VERİLEBİLİR SOMUT-ARZULAR. - Fazlasıyla şekil verilebilir ne varsa  ̶ su, duman, tüberküloz öncesine ya da geceleri meydana gelen hava kirliliğine özgü yanardönerli renkler, kadın-çiçek-deri-kaktüs-takı-bulut-alev-kelebek-ayna ̶  hepsine vücut vermek. Gaudí, denizdeki biçimleri örnek alan, fırtınalı bir günde dalgaları “temsil eden” bir ev inşa etmiştir. Bir başka ev ise, bir gölün dingin sularıyla inşa edilmiştir. Sakın bunları göz boyayıcı metaforlar ya da masallar falan sanmayın; bu evler gerçekten mevcut (Barselona'da Paseo de Gracia). Bunlar gerçek binalar; şafak vaktinde bulutların sudaki yansımalarından oluşmuş gerçek heykeller; bunları mümkün kılan şey de adeta noktacılık akımına özgü renklendirmeler olan rengârenk, parlak mı parlak, akıl almaz, muazzam bir mozaik işi. Üstelik dökülmüş ya da dökülmekte olan su formları, durgun su formları, harelenen su formları, rüzgârla titreyen su formları ortaya çıkıyor bu mozaikten. Bütün bu su formları, “natüralist-stilize edilmiş” nilüferler aracılığıyla paramparça edilen, aniden değişen, iç içe geçip karışan girinti-çıkıntıların oluşturduğu asimetrik ve dinamik-anlık bir silsile halinde meydana getirilmiş. Bunlar, yoğun korku fışkırmalarıyla malul, zeval veren tuhaf birleşimlerde vücut buluyor ve hem akıl yitimine ilişkin ıstıraplar, hem de bir benzeri ancak kaşıklanarak, gitgide yaklaşan çürümüş etle dolu kanlı, yağlı ve yumuşak bir kaşıkla kaşıklanarak yenmeye hazır, ilahlaştırılmış ve olgunlaşmış korkunç çıbanlarda görülebilecek gizil ve müthiş tatlı sükûnet tarafından eğilip bükülmüş olağanüstü cepheden adeta fışkırıyor.

 

 

(sağ:) İdealist işlevselciliğe karşı sembolik-fiziksel-materyalist işlevsellik                                                                                      (sol:) Millet'nin L'Angelus'una (İsa'nın Vücut Bulma Duası) madeni bir atıf

 

                              Ye beni!                                                                                   Beni de...

Öyleyse burada söz konusu olan şey, bir gölün sularından yansıyan şafak vakti bulutlarıyla, içinde yaşanabilir (hatta bana kalırsa yenilesi) bir bina inşa etmektir. Üstelik yaratılan bu eserin, azami düzeyde katı bir natüralizm ve göz aldatma içermesi gerekir. Şunu belirteyim ki Rimbaud'nun oturma odasını bir gölün dibine batırmasının ardından kaydedilen muazzam bir ilerlemedir bu.

*

ARAÇLARIN NESNEL DİYALEKTİĞİ. ̶ Steril-kasılmalı şekiller.  ̶  Genel ve çılgın rüyaya ait muazzam etin üzerinde zar zor yükselen, kibirli ve dekoratif bellek yitimi sayesinde silinen ve hayat bulan, neolojizme dayalı melez üsluplaştırma ile sırayla yer değiştiren analitik ve düz kopyalama.  ̶  “Yaşayan deliler”e yönelik ev, erotomanlara yönelik ev.

*

GÜZELLİĞE DÖNÜŞ.  ̶  Erotik arzu, entelektüelliğe dayalı estetiğin yıkımı demektir. Mantığın Venüsü'nün yitip gittiği yerde, emsalsiz güzelliğin, hayati ve materyalist sahici kışkırtmalara ait güzelliğin nişanesi altında “zevksiz” Venüs, “Kürklü Venüs” çıkar ortaya.  ̶  Güzellik, sapkınlıklarımıza dair topyekûn bilinçten başka bir şey değildir.  ̶  Breton şöyle demişti: “Güzellik sarsıcı olacak ya da hiç olmayacak”. Keza “nesnelerin yamyamlığı”ndan müteşekkil gerçeküstücü yeni çağ şu sonucu da teyit eder: Güzellik yenebilir olacak, ya da hiç olmayacak.                                   

     



[1] Dalí, burada Leoncavallo'nun I Pagliacci operasındaki meşhur “Sen gül bakalım gül, palyaço” dizesine gönderme yapıyor. Bu dize bayağı duygusallığın nişanesi addedilir – ç.n.

[2] Dalí'nin bu yazıyı yazdığı dönemlerindeki resimlerinde ızgara pirzola sık sık karşımıza çıkan bir motiftir – ç.n.

[3]  Dışkı yeme yönündeki patolojik eğilim – ç.n.