AKP’nin Popülist Kültürü ve Kültür Müteahhitleri

Dünyanın birçok ülkesinde popülist liderler iktidara gelir ve sağcı hareketler güçlenirken, kültür, politika sahnesinde daha fazla yer kaplamaya, siyasetin en sık kullandığı enstrümanlar arasında yer almaya başlıyor. “Elitlere karşı halkın sağduyusuna güvenme” düsturuyla hareket eden popülist hareketler, halkın en kolay mobilize edilme aracı olarak kültürel değerleri görüyor. Sözgelimi, Avrupa’ya yönelik göç dalgası, bu kıtada yaşayan insanlara, “Avrupa değerleri Müslümanlar tarafından yok ediliyor” şeklinde seslenilmesini, başta PEGİDA olmak üzere birçok ırkçı örgütün kültürel değerleri korumak kisvesiyle taraftar toplamasını kolaylaştırıyor. Ya da Çekya’da örgütlenmeye başlayan Neo-Naziler için en kolay hedef Romanlar oluyor ve bu ırkçılar kendilerinin Avrupa kültürüyle bütünleşmesinin önündeki en büyük engel olarak öne sürdükleri Romanları bir nefret nesnesi haline getiriyor.  

Tepkisel popülizm olarak adlandırılan bu siyaset üslubu, egemen toplumsal grupların azınlıklara, dezavantajlı gruplara ya da çok sınırlı avantajlara sahip olsa dahi egemen olarak kurgulanan çeşitli kesimlere karşı hoşgörüsüzlüğün mobilize edilme çabasını niteliyor. Popülist dil, azınlıkları bir tür kültürel tehlike olarak kodlarken, daha avantajlı kesimleri ise siyaset, mülkiyet ve kültür üzerinde bir tekel oluşturmak suçlamasıyla milletinin öfkesine teslim ediyor. Hal böyle olunca, “Popülizmin kültür politikasındaki en bariz karşılığı, kültürün anlam ve değerlerini her bakımdan araçsallaştırmayı hedefleyen demagojik laf kalabalığı” oluyor.[1]

Türkiye’deki kültür politikalarında gördüğümüz de bundan farklı bir tablo değil. Yerlilik ve millîlik hedefiyle, binlerce iktidar yandaşı kültür müteahhidi, Batı’yı ve Batılı değerleri düşmanlaştıran, bir dış mihrak imgesini sürekli canlı tutan ve bu ülkenin “unutturulmuş” kültürünü ayağa kaldırmaya çalışan ürünler vermek için didinirken; bu çabaların sonuçsuz kalmasının, ‘yerli ve millî’ kültürün hegemonya kuramamasının suçlusu olarak kültür-sanat alanında tekel kurmuş bir avuç elit gösteriliyor. Bu elit aydın zümresi, yıllardır, bu millete ve ülkeye yabancı olmakla, halkını aşağılamakla, Batı’yla işbirliği yapmakla suçlanıyor ve medyaya yönelik operasyonlarda ya da Barış için Akademisyenler vakasında gördüğümüz gibi kayda değer bir kısmı bulundukları alanlardan uzaklaştırılıyor.

AKP, kendi siyasi çıkarları doğrultusunda kültürel alanı araçsallaştırıp, buradan ürettiği söylemi siyaset alanında son damlasına kadar kullanmaya çalışıyor diyebiliriz. İletişim Başkanlığı’nın, kendi yandaşlarını bile içine çekemeyecek düzeyde amatör duran tanıtım videolarındaki demagojik laf kalabalığı, bu stratejinin artık bir akıldan dahi uzak olduğunu gösteriyor. Ancak, kültürün iktidar tarafından araçsallaştırılması, sadece son dönemle sınırlı bir olgu değil. AKP, iktidara geldiği 2002 yılından itibaren kültürle araçsal bir ilişki kurmuştur. 2011’e kadar olan dönem ekonomik, 2011’den sonraki dönem ise siyasi saikler bu araçsallaştırmanın temel yapısını belirlemiştir. 

 

 

2000’li Yıllarda Kültür Politikaları

2000’li yıllar, özellikle AKP’nin iktidara geldiği 2002 sonrası, kültürel alanın bariz bir şekilde geliştiği, kültür alanına yapılan yatırımların arttığı ve kültürün ekonomik gelişmeyle birlikte düşünüldüğü bir dönem olmuştur. Gerek Avrupa Birliği’yle uyum süreci, gerekse özel sektörün kültür-sanat alanına yatırım yapmasının teşvik edilmesi, kültür alanının neoliberal ekonomik programla uyumlu hale getirilmesini ve AKP’nin kendi kültürel ajandasından –bir süreliğine– feragat ederek, bu süreci desteklemesini getirmiştir. 2004 yılında çıkartılan “Kültür Yatırımlarını ve Girişimlerini Teşvik Kanunu”yla yine aynı tarihte yapılan “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu”ndaki değişikler bu süreci desteklemiştir.

Birinci Uluslararası Çağdaş Sanat Sergileri’nin düzenlendiği 1987’den itibaren İstanbul’da bir çağdaş sanat müzesi açmak için harekete geçen, ancak bu konuda beklediği desteği alamayan Eczacıbaşı Grubu, nihayet 2004 yılında Erdoğan’ın desteğiyle İstanbul Modern’i açabilmiştir. Oya Eczacıbaşı, o dönem, müzenin inşaat sürecinde Başbakan Erdoğan tarafından ziyaret edildiklerini ve Erdoğan’ın “müthiş bir ilgiyle projeyi kucakladığını” söylemiştir.[2] Müzenin açılışı, 17 Aralık 2004’te başlayacak olan AB müzakerelerinin öncesine çekilmiş ve Erdoğan başta olmak üzere devlet kabinesi açılışa katılmıştır. İstanbul Modern’in yanı sıra, günümüzün birçok önemli sanat kurumu 2000’li yıllarda kurulmuştur: Sabancı Müzesi (2002), Artcenter (2008-2013 – Borusan Grubu), Arter (2010 – Koç Grubu), CerModern (2010), Salt (2011 – Doğuş Grubu). 

“Türkiye’de büyük şirketler tarafından kurulan çağdaş sanat müzesi ya da diğer sanat kurumları da dünyadaki örnekleri gibi vergi muafiyeti, reklam ve tanıtım, imaj yaratma, uluslararasılaşma, siyasi iktidarla yakın ilişkiler kurma ve dolaylı ya da dolaysız gelir elde etme gibi amaçlar dolayımında değerlendirilebilir”.[3] Bu dönemde, sermaye gruplarının, teşviklerin avantajlarıyla da, kültür-sanat alanına yatırım yapmasının yanı sıra, Kültür ve Turizm bakanlıklarının birleştirilmesinde de simgeleşen, iktidarın kültürü ekonomik ve diplomatik bir araç olarak görmesi de etkilidir. Yani bu dönemde kültürel alanda iktidar ile sermaye grupları arasında bir yol arkadaşlığından ve çıkar birliğinden söz edilebilir. Hatta neoliberal sanat ortamının Kutluğ Ataman gibi simge isimleri, AKP’nin gemisine atlayıp, bu arkadaşlığı siyasi düzeye de taşımıştır.[4]

Bunun diğer bir yansıması, İstanbul’u ekonomik getirisi yüksek bir kültürel bir marka haline getirme amacıdır. 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul, yıllar öncesinden kültürel bir dönüşüm sürecine girmeye başlamıştır. Yukarıda bahsi geçen sanat kurumlarının ve yine aynı sermaye grupları tarafından düzenlenen festivallerin yoğunlaştığı Beyoğlu bölgesi, özellikle Cihangir ve Galata, mekânsal ve demografik olarak da dönüşüme uğramış, kültürel hareketliliğe emlak piyasasındaki değerlenme eşlik etmiştir: “AB uyumuna yönelik reformlarla, muhafazakâr hükümetin sosyal ve kültürel altyapısını güçlendirme operasyonları, öte yandan sermaye odaklarının kent mekânıyla, kültür ve sanatla ilgili stratejileri, birbirleri üzerindeki etkileri her an değişen girift bir işleyiş oluştururlar. Bu işleyiş çerçevesinde, kentsel dönüşüm projeleri, emlak piyasası ve kenti biçimlendiren dinamiklerle kültür ve sanat artık iç içe geçmiştir”.[5]

Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri için ayrılan bütçenin şeffaf bir biçimde kullanılmaması, iktidar yandaşı şirketlerin bu süreçte kayırılması, iktidarın kendi ekonomik ve siyasi çıkarlarını öncelemesi, bir süredir mutlu şekilde devam eden iktidar-kültür alanı ilişkisini bozmuş, AKP kültür-sanat alanından ciddi eleştirilerin muhatabı olmuştur.[6] Aslında bu süreç birkaç yıl sonra girilecek rotayı göstermesi açısından anlamlıdır. İktidarının ilk yıllarında kültür alanına sınırlı bir şekilde, genellikle yerel idarecilerin inisiyatifine dayanan tepkilerle müdahale eden AKP, 2000’lerin sonuna doğru bu alanı daha sıkı bir şekilde izlemeye ve elindeki yönetim araçlarını kullanmaktan çekinmemeye başlayacaktır. 2000’li yıllar boyunca kültürel alanı ekonomik ve diplomatik araç olarak gören iktidar, 2010’dan sonra, bilhassa Gezi İsyanı’nın ardından, içerisine sıkıştığı kimlik temelli kültürel kamplaşma politikası nedeniyle, kültürü siyasal açıdan araçsallaştırmanın yollarını denemeye başlayacaktır. 

 

 

Muhafazakâr Sanat ve Kültürel İktidar

İktidarın kültür politikalarındaki bu rota değişiminin ilk göstergeleri Erdoğan’ın kültürel ürünlere ve kurumlara yönelik değişen tavrıdır. 2011 yılında yaptığı bir konuşmada Erdoğan, "Hasan Harakani'nin türbesinin yanına bir ucube koymuşlar, garip bir şey dikmişler. Oradaki tüm vakıf eserlerinin, o sanatkârane eserlerin olduğu yerde böyle bir şey olması düşünülemez”[7] diyerek Kars’ta bulunan İnsanlık Anıtı’nı hedef almıştır. 2012 yılına gelindiğinde ise devlet tiyatrolarının özelleştirilmesi hamlesine karşı çıkanlara karşı şu ifadeleri kullanmıştır: 

 

Soruyorum, yahu siz kimsiniz? Bu ülkede tiyatro sizin tekelinizde mi? Bu ülkede sanat sizin tekelinizde mi? Sanat konusunda söz söyleme ehliyetine sahip olan sadece sizler misiniz? Geçti o günler. Artık despot aydın tavrıyla parmağınızı sallayarak bu milleti küçümseme, bu milleti azarlama dönemi geride kalmıştır.[8]

 

Bundan birkaç ay sonrasında yaptığı bir konuşmada bu sefer hedefi Muhteşem Yüzyıl dizisidir: “Ben o dizilerin yönetmenlerini de o televizyonun sahiplerini de milletimizin huzurunda kınıyorum. Ve bu konuda da ilgilileri uyarmamıza rağmen yargının da gerekli kararı vermesini bekliyorum”.[9] Aynı yıl, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in "Terör örgütünü, yaptığı resmin tuvaline, yazdığı makalesine, fıkra ve şiirlerine, sanatına yansıtarak destek verenler de var” sözleri de aydınlar tarafından tepkiyle karşılanmıştır.

Bu açıklamalarla hemen hemen aynı dönemlerde, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen, "Muhafazakâr kesimin nasıl bir demokrasi anlayışı varsa muhafazakâr estetik ve muhafazakâr sanat normlarını ve yapısını oluşturmak gibi bir yükümlülük içindeyiz" açıklamasını yaparak, sadece müdahaleci konumda olunmaması gerektiğini, on yıldır iktidarda olan bir siyasi anlayışın kendi kültürel hattını da yaratması gerektiğini savunmuştur. Bu sese kulak veren yazar İskender Pala, Zaman gazetesindeki köşesinde bir “Muhafazakâr Sanat Manifestosu” yayınlamış ve kendi cenahındaki aydınlara bir yol yordam belirlemiştir.[10] Siyasal alandan değil de kültürel alandan bir dil tutturmaya çalışan Pala’nın bu manifestosu, iktidar cenahının bugünkü pratikleri göz önüne alındığında gerçekten naif görünmektedir. 

Bütün bunlar olurken, İslamcı şair Hakan Arslanbenzer, sonraki yıllarda sürekli duyacağımız bir kavramı ortaya atmıştır: kültürel iktidar. Arslanbenzer’in “Kültürel İktidar Solda mı?”[11] isimli kitabının yayınlandığı 2011 yılından önce, bu kavram, bugün iktidar cenahının kullandığı anlamda hiç kullanılmamıştır. “Kültürel iktidar”, Gezi İsyanı’ndan sonra, AKP’nin kültür politikalarının temel eksenini oluşturacak, bizzat Erdoğan konuşmalarında bu kavramı defalarca kullanacaktır. Bu üç yıllık süreç, AKP’nin kültür politikalarının, 2002 yılındaki başlangıç çizgisinden sapmaya başladığının açık göstergesidir.

 

 

Gezi’den Sonra  

İktidarın baskıyı daha açık ve pervasız bir şekilde kullanmasına ve neoliberal programını daha vahşi bir şekilde uygulamasına karşı patlayan Gezi İsyanı, AKP’nin dönüşmekte olan kültür politikalarını radikal bir şekilde uçlara çekmiştir. Sınıfsal olduğu kadar kültürel bir hareket olarak da okunabilecek Gezi, AKP’yi kendi tabanının en temel kültürel değerlerine hapsetmiş, kendi ortaya koyduğu renkliliği, yaratıcılığı, zenginliği ise AKP için bir kâbusa çevirmiştir. Siyasi alandaki manevra alanı gittikçe daralan iktidar için, “onlar”/“bizler”, “laikler”/“mütedeyyinler” kutuplaştırmasının devam etmesinin ve yükseltilmesinin tek yolu kültürel alanı siyasetin emrine sunmak olmuştur. Bundan dolayı bu tarihten itibaren rektöründen bürokratına, tarihçisinden şairine, yönetmeninden müsteşarına binlerce iktidar unsuru, aynı amaç için seferber edilmiştir.

Gezi’den sonra “kültürel iktidar” parolasıyla yeni bir kültür politikası oluşturmaya çalışan AKP, CinsLacivertNihayetDerin TarihHacamatMisvak gibi dergilerle, elindeki televizyon kanallarına yaptırdığı dizi ve programlarla, alternatif bir kültürel kaynak yaratmaya çalışmış; medya alanında kendi kontrolü dışında kalan kesimleri de ele geçirmek için operasyonlarını hızlandırmış; öğrenci ve hocalarıyla üniversitelere olan taarruzunu güçlendirmiş ve Gezi’ye katılan kültür işçilerini nefessiz bırakmak için uğraşmıştır.[12]

2014 yılında TRT’de yayınlanmaya başlayan Diriliş: Ertuğrul dizisi, bu uğurda, başarılı bir yapım olarak anılmalıdır. Bu diziyi 2014 yılında 7 Güzel Adam, 2017 yılında ise Payitaht Abdülhamid dizileri takip etmiş, TRT, kültürel iktidar mücadelesinde etkili bir araç olarak kullanılmıştır. Yine 2014 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından her sene 40 yazara destek ödeneği verileceği duyurulmuş, bu isimlerden sadece iktidara yakın Aykut Ertuğrul bu desteği aldığını açıklamıştır.[13] Destek için hangi yazarların seçildiği, bu yazarların hangi kitapları yayınladığı bilinmemektedir. 

İktidarın diğer bir kültürel atağı, Fatih Belediyesi ve başında Erdoğan ailesinin avukatı Ahmet Özel’in olduğu, Klasik Türk Sanatları Vakfı işbirliğiyle düzenlenen Yeditepe Bienali olmuştur. “Senin Sanatın Var” başlığıyla düzenlenen bienalde, klasik Türk sanatlarından örnekler sergilenmiş, etkinliğin açılışında Erdoğan yine sanat tekellerini hedef almıştır: “On yıllar boyunca kültür ve sanat alanına hâkim olan, adeta burayı kendi arka bahçeleri gibi gören zümrenin tahakkümüne son verdik. [...] Sadece belli sanat dallarının himaye edildiği, belli sanatçıların desteklendiği eski düzeni biz tamamen değiştirdik”.[14] İktidar için bütün bu dönem boyunca önemli olan, yaptıklarının kültürel niteliği ve aldığı karşılık değil, sadece yapabiliyor olmasıdır. Bu nedenle, bir kültürel hegemonyadan değil kültürel iktidardan bahsedilmektedir.

 

Aykut Ertuğrul

 

Bugünden Bakınca

AKP’nin yedi yıllık kültürel iktidar mücadelesinde, bu yazıya sığdıramayacağımız kadar benzer örnek var. Ancak tüm bu girişimler, kültürün siyaset alanına bir söylem seti olarak sunulmasının niteliksizliği ve yapaylığıyla malul. AKP’nin bütün iktidarı boyunca kültür politikaları konusundaki çelişkili tavrı, bu yedi yıllık süreç için de geçerli. Yani bu kültürel iktidar mücadelesinin, tutarlı ve belli bir programa göre yürüdüğünü söyleyebilmek için hiçbir nedenimiz yok. 

Birinci olarak, bütün bu muhafazakâr sanat çağrılarının ardından, bırakın bir sanatsal akımı, tutarlı bir hat bile inşa edilememiştir. Bu iddiaları sahiplenerek yola çıkanların nitelikli bir eseri gündem olamamıştır. Aksine, ‘yerli ve millî’ torbasının doldurulması için “Asım’ın nesli”yle alakası olmayan onca insan iktidar cephesine devşirilmiştir. Büyük iddialarla çıkılan yolda, Alişan’ın ya da Demet Akalın’ın yerli ve millî “sanatçı” ilan edilmesi, kuşkusuz, hayal kırıklığıdır. Üstelik bu, iktidarın kültürel söylemini tamamen siyasal alandan kurduğunun da açık bir kanıtıdır. 

İkincisi, bu mücadelenin kazananları, onların tabiriyle, yine bir avuç elit olmuştur. Kendi katma değerlerini yükseltmek, kültür alanında daha fazla para kazanmak için kültürel iktidar mücadelesinin neferleri olan bu isimler, “düşman”larını gözden düşürerek, devletin kanatları altında, güvenli bir konum elde etmiştir. Cins dergisinden TRT 2’ye, Ketebe Yayınları’ndan bienallere, dizi danışmanlıklarına kadar iktidarın kültürel bagajını dolduran isimler çoğunlukla aynıdır. Birçok dergi, gazete, televizyon ve yayınevini bünyesinde barındıran Albayrak Medya Grubu, günümüzde “yerli millî” kültürün amiral gemisi işlevini görmektedir. Erdoğan’ın ifadesiyle, “belli sanatçıların desteklendiği eski düzen”de isimler değişmiş, kapsam daralmış, nitelik oldukça düşmüştür. Bu yeni isimleri “kültür müteahhitleri” şeklinde adlandırabiliriz. 

Üçüncüsü, üst-orta popüler kültür[15] alanında, üretici olarak söz sahibi olmak isteyen iktidar, kısa bir süre sonra geri adım atmış, karşısında konumlandırdığı kültür üreticilerine yönelmek zorunda kalmıştır. Programını nitelikli filmlerle dolduran TRT 2’den, Olga Tokarczuk, Robert Seethaler, Sayaka Murata gibi yazarların çevirilerini yayınlamaya yönelen Timaş ve Turkuvaz yayınlarına kadar bu alan, üretimde söz sahibi olamayanların, kültürel ürünlerin dağıtımında etkili olma isteğini göstermektedir. Erdoğan’ın Fazıl Say’ın konserine gitmesi ve Sabah’ın Ortaçgil, Alanson gibi isimlerle söyleşi yapması da düşünüldüğünde, burada bir uzlaşma arandığı düşünülebilir. Ancak Göran Therborn’un dediği gibi uzlaşma da “ideolojik egemenlik ilişkilerinden bir tanesi”dir.[16]

Dördüncüsü, yerli ve millî kültürün içi boş bir kurgu olduğu günden güne daha da açığa çıkmaktadır. Kültür, birilerinin onu ele geçirip, insanları şekillendirdiği bir olgu değildir. Bu nedenle İslamcıların kültürel tüketimi de zaman içinde dönüşmüştür. İktidara yakın bir isim olan Ercan Yıldırım’ın dediği gibi “Müslüman hayat tarzının popülerleşmesi aynı zamanda tüketim ideolojisinin İslamcı yöntemlerden biri halini almasıyla ilgilidir… İslamcılar da tüketilen ve talep edilen bir siyasallığın lezzetini tatmaya başlamıştır”.[17] Yani bizzat muhafazakâr tabanın önemli bir kısmı Asım’ın nesli kurgusundan bir hayli uzaktır. Yıldırım’a göre, kendi kültürel iddialarının başarılı olamamasının sebebi, kültür endüstrisiyle başa çıkamamalarıdır. Bu nedenle sürekli eleştirilen Esra Erol hâlâ ATV’de kalabilmektedir. Çünkü izlenen, reyting alan odur, Semerkand TV değil. Aslında bu yeni bir olgu da değildir: 1990’larda “Ülke içinde etkinlik göstermesine izin verilmediği için Londra’dan yayına başlayan TGRT, Kuran tilavetiyle açılan programlardan zaman içerisinde Seda Sayan şovlara, Mehmet Ali Erbil’in Çarkıfelek’ine, Televole’yi aratmayan magazin programlarına” sıçramıştır.[18]

Sonuç olarak, AKP’nin kültürel iddiaları, kültürü siyasetin basit bir aracına indirgeyerek çoraklaştırmıştır. 2000’lerde neoliberal programın kazançlı bir bileşeni olan sanat alanı bu süreçte etkisizleşmiş, 2011 ile 2017 yılları arasında, bu alanda gerçekleşen satışların parasal büyüklüğü yüzde 33 düşmüştür.[19] “Kentsel dönüşüm projeleri, emlak piyasası ve kenti biçimlendiren dinamiklerle kültür ve sanat”ın iç içe geçmişliği büyük hasara uğramış, ellerinde sadece çirkin binalar ve projeler kalmış, Cihangir ve Galata dolduğu hızla boşalmıştır. Bu, 2002 sonrası neoliberal kültür politikalarının iflasıdır. AKP’nin kültür politikalarındaki bu dönüşüm, sadece neoliberal bir sektör olarak kültür-sanatı değil, bütün olarak kültürel alanı susturmayı hedeflemektedir. Ancak, gördüğümüz gibi bunda başarılı olabilecekleri oldukça şüphelidir. Çünkü kültür, çatışma, aykırılık ve isyandan beslenir. İtaatkâr ve statükocu kültür ideologlarının sözleri ise demagojik bir laf kalabalığından öte bir anlam taşımaz. 

 



[1] Ana Zuvela, Dea Vidovic, “Kültür Politikalarında Popülizm Paradoksu”, çev. Öykü Sezer, Kültür Politikası ve Popülizm, der. Milena Dragiceviv Sesic, Jonathan Vickery (İstanbul: İletişim Yayınları, 2018) s. 46.

[2] “İstanbul Modern’in İlginç Hikâyesi”, Arkiterahttps://www.arkitera.com/haber/oya-eczacibasi-anlatti-istanbul-modernin-ilginc-hikayesi

[3] Güher Gamze Rastgeldi, Türkiye’de Çağdaş Sanat Piyasasının Gelişimi: 2001 Krizi ve İktisat Bankası Koleksiyonunun Satılışı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 2019, s. 97.

[4] Kutluğ Ataman: AKP’yle birlikte Türkiye’de ekonomik, sosyal bir postmodern devrim yaşıyoruz”, Yeşil Gazetehttps://yesilgazete.org/blog/2012/08/18/kutlug-ataman-turkiyede-postmodern-bir-devrim-yasiyoruz/

[6] “Kaçırılmış Bir Fırsat”, Cumhuriyethttps://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kacirilmis-bir-firsat-215042

[7] “Başbakan 'İnsanlık Anıtı'na ucube dedi”, Mynethttps://www.mynet.com/basbakan-insanlik-anitina-ucube-dedi-2692525-myvideo

[8] “Devlet eliyle tiyatro olmaz”, Hürriyet, https://www.hurriyet.com.tr/gundem/devlet-eliyle-tiyatro-olmaz-20450098

[9] “Başbakan Erdoğan'dan Muhteşem Yüzyıl'a ağır eleştiri”, Hürriyethttps://www.hurriyet.com.tr/gundem/basbakan-erdogandan-muhtesem-yuzyila-agir-elestiri-22009998

[10]  “İskender Pala'dan muhafazakâr sanat manifestosu”, T24https://t24.com.tr/haber/iskender-paladan-muhafazakar-sanat-protestosu,201406

[11] Hakan Arslanbenzer, Kültürel İktidar Solda mı? (İstanbul: Avangard Yayınları, 2011).

[12] AKP’nin, kültür-sanat alanına dönük sansür, yasaklama, hedef gösterme, kapatma gibi faaliyetlerinin kapsamı için Nehir Durna’nın şu raporuna bakılabilir: Türkiye’de Kültür Sanat Politikaları ve Hak İhlallerihttps://halagazeteciyiz.net/2020/09/23/turkiyede-kultur-sanat-politikalari-ve-hak-ihlalleri/

[13] “Aykut Ertuğrul: ‘Kültür Bakanlığı desteğini alanlardan biri benim”, Sabit Fikirhttp://www.sabitfikir.com/haber/aykut-ertugrul-kultur-bakanligi-destegini-alanlardan-biri-benim

[15] Herbert J. Gans, Popüler Kültür ve Yüksek Kültür, çev. Emine Onaran İncirlioğlu (İstanbul: YKY, 2005).

[16] Göran Therborn, İktidarın İdeolojisi ve İdeolojinin İktidarı, çev. İrfan Cüre (Dipnot Yayınları, 2008).

[17] Ercan Yıldırım, Kültür Savaşlarından Kültürel İktidara: Türkiye’nin Yeni Kültürü (Pınar Yayınları, 2018) s. 129.

[18] Tayfun Atay, Din Hayattan Çıkar (İstanbul: İletişim Yayınları, 2012) s. 76.

[19] “Türkiye’de sanat piyasasında durgunluk”, DWhttps://www.dw.com/tr/t%C3%BCrkiyede-sanat-piyasas%C4%B1nda-durgunluk/a-37653891

skopdergi 17