Uzay ile Kozmos Arasında: Rus Kozmolojisinin Kökenleri

Aşağıdaki pasajlar, Olesya Turkina ile Victor Mazin’in Cabinet Magazine’de yayınlanan In Between Space and Cosmos: From religion to science fiction, the trajectory of Russian cosmology” (2004) başlıklı yazılarından seçildi. Turkina ve Mazin bu yazıda Sovyetler’in ilk kozmik keşiflerine rehberlik eden “kozmopolitanizm” ile ABD’nin uzay fethine yön veren “kolonyalizm” yaklaşımları arasındaki farka değiniyor.

Sovyetler’in kozmik keşiflerinin felsefi kökenleri, “Rus kozmizmi”nin kurucusu kabul edilen, kütüphaneci, müzeci ve âlim Nikolay Federov’un (1829-1903) eserlerine dayanır. Fedorov, insanı bir tür “evren sanatçısı” olarak görüyordu; insanlığın, evrim mekanizmalarını çözerek ölüleri dirilteceğini hayal ediyor, müzeyi de bu tasarının merkezine yerleştiriyordu. Ona göre müze, “bireyleri fiziksel ve zihinsel bütünlükleri içinde muhafaza etmek ve diriltmekle sorumlu bir araştırma merkezi”ydi; estetik ise, “rasyonel varlıklardan mahrum olan devasa gökyüzüne hayat verebilsinler diye bu küçük dünyada yaşamış olan bütün rasyonel varlıkları yaşama döndürme bilimi”ydi. Fedorov’un “Diriliş Müzesi” tasarısı ve kozmizm anlayışı, Devrim’den sonra Rus avangard sanatçılarına –fütüristlerle süprematistlere, Bogdanov öncülüğündeki Proletkült hareketine– ilham verecekti. [Kaynak e-skop: Ölümsüzlüğe Doğru Bir Deneme: Diriliş Müzesi]

 

Leonid Pasternak, Nikolay Federov’un Portresi.

 

“Uzay” ile “kozmos” arasında, “astronot” ile “kozmonot” arasında, “uzay elbisesi” ile skafandr arasında fark vardır. Kozmos kapalıdır ve her şeyi içine alır, uzay ise sonsuz ve açıktır. Kozmonot, ahenkli ve insanileştirilmiş bir alanda seyahat eder, astronot ise uzak yıldızlara gider. Astronotlar uzaya gitmek için “elbise” giyerken, kozmonotlar skafandr giyer – yani denizin altına inmek için giyilen kıyafetin aynısı. 20. yüzyıl başlarında Rus kozmistlerinin dirilttiği Yunan kozmosantrizmi, Sovyetler’in kozmosa vâkıf olma arzularına damgasını vuran merkezcillikle [centripetal] pekiştirilmiştir.

Rus uzay yolculuğunda üç söylem türü biraraya gelir: dinî, bilimsel ve bilim-kurgusal. Kozmosa vâkıf olma arzusunun dinî kaynakları, en bariz şekilde, kozmonotların atası ve Rus kozmizminin kurucusu Nikolay Federov’un (1828-1903) fikirlerinde görülür. Fedorov (nam-ı diğer “Moskova’nın Sokrates’i”), ölümünden sonra yayınlanan Ortak Görev Felsefesi adlı eserinde, tüm ölmüş ataların bilim yoluyla diriltilmesini hayal ettiği bir tasarı önerir. Uzay keşfi fikri doğrudan bu tasarının sonucudur: Diriltilmiş tüm atalara Dünya’da yer olmayacağından, onları diğer gezegenlere yerleştirmek mümkün olabilir. Münzevi hayatının neredeyse çoğunu kütüphanecilikle geçiren Fedorov, diriliş ve kozmik yerleşim tasarısını gerçekleştirmek üzere tüm insan bilimleri ile sanatların biraraya getirileceği bir müze kurulmasını da hayal eder.

Kozmos’a vâkıf olma arzusuna kaynaklık eden bilimsel unsur, yine dinî kaynakla bağlantılı. Kozmik yolculuğun kurucusu Konstantin Eduardoviç Tsiolkovski (K.E.T. olarak da biliniyor), Federov’un takipçilerindedi. Tsiolkovski 1903’te gezegenler arası seyahatin geleceği üzerine Kozmik Uzayın Tepkili Uçaklarla Keşfi başlığını taşıyan ileri görüşlü bir eser kaleme aldı. Her atomun, evrende bir organizmadan diğerine mekik dokuyan ölümsüz ve canlı bir varlık olduğu fikri üzerine kurulu bir kozmik felsefe geliştirdi. Federov gibi o da, insanların hem güneş sisteminin tamamına yerleşeceğini, hem de doğrudan güneş enerjisi kullanarak biyokimyasal bir süreçle başkalaşıp hayvan-bitkilere dönüşeceğini hayal ediyordu.

 

    

Sol: Novgorod’daki Kurtarıcı İsa’nın Tecellisi Kilisesi’nde Theophanes’e ait fresk, 1378. Sağ: Tsiolkovski’nin not defterinden bir çizim.

 

Sovyetler’in kozmik keşif yaklaşımına esin veren üçüncü unsur bilim-kurguydu. 1920 ve 1930’lara ait Sovyet bilim-kurgu eserleri, bütün olarak bakıldığında, Tsiolkovski’nin yeryüzünün yerçekim gücünü aşabilecek özel füze türleriyle gezegenler arası seyahatin olanağı konusundaki fikirlerine dayanıyordu. Aleksey Tolstoy, Aelita (1922) adlı romanında, Mars’a seyahat konusunda Tsiolkovski ile mühendis ve tasarımcı Friedrich Zander’in fikirlerini birleştirmişti. Tolstoy’un romanı 1920’lerin Petrograd’ında geçiyordu; burada o dönem gerçekten ilk jet motorlarının geliştirilip test edildiği bir laboratuvar kurulmuştu. Laboratuvarda çalışan Zander, yakında kızıl gezegene gidileceğinden o kadar emindi ki, “Mars’a Doğru!” sözlerini kişisel sloganı olarak benimsemişti.

 

  

Sol: Aleksandr Rodçenko, Beyaz Üzerine Kompoziyon (Robot), 1920. Sağ: Avangard sanatçı Aleksandra Ekster’in Aelita için kostüm tasarımı, 1924.

 

On yıl kadar sonra, füze mekanizmalarıyla ilgili denemeler son hızıyla devam ederken, Aleksandr Belyaev, Hiçliğe Sıçrayış (1935) gibi meşhur romanlarında insanı uzaya uyumlu hale getirme fikrini geliştirdi. İnsanın kozmosta hayatta kalması bundan böyle Sovyet kozmonotiğinin odağına yerleşti; kozmosu dünyaya taşıma ve dünya devrimlerini geliştirme fikrine dayanan bir çalışma sahasıydı bu. Belyaev romanını Tsiolkovski’ye ithaf etmiş, o da roman hakkında 1935’te şöyle yazmıştı:

Gezegenler arası sehayat fikrini işleyen bildiğim tüm hikâyeler içinde bence Belyaev’in romanı en bilgi verici ve bilimsel olanı. Tabii daha iyi bir şeylerin çıkması da mümkün, ama şimdiye kadar çıkmadı.

Kozmosta çalışmak ve füze fırlatmak için kurulmuş dev bir yapay uydu olan “KET Yıldızı”, Belyaev’in aynı adlı romanındaki tarifle, bir uzay istasyonu prototipi olarak kabul edilebilir. “KET yıldızımız doğuya doğru yol alıyor,” diye yazmıştır Belyaev, “ve dünya çevresindeki tam turunu 100 dakikada tamamlıyor. Bizde gündüz toplam 67 dakika, gece ise 33 dakika sürüyor”. Uydu-fabrika, yaklaşık iki kilometre çapında, ağır ağır dönen bir küredir; Yıldız’daki yerçekim kuvveti Dünya’dakinin yüzde biri kadardır, böylece en çetrefil işlemler bile yapılabilmektedir. KET Yıldızı’nın çevresinde zamanla başka küçük yapay “gezegenler” de gelişir. Bu ilk uzay istasyonunda her şey insanlara yabancıdır; Yıldız onları başka bir yaşam ritmiyle tanıştırır, hem kozmostaki varoluşlarına hem de Dünya’daki hayata yepyeni bir gözle bakmalarını sağlar.

  

  

Sol: İvan Kliun, Kızıl Işık. Küre Biçimli Kompozisyon, 1923. Sağ: İvan Kudriyaşev, Dinamik Konstrüksiyon, 1923.

 

Sovyetler’in kozmik keşfinin üç evresi, SSCB’de kozmik tanımlamanın üç evresine tekabül etmektedir. İlk evre 1920’lerde başlamış ve ilk yapay uydunun gönderilmesine kadar sürmüştür. Sovyet Rusya kozmik seyahatin doğum yeri, Tsiolkovski de onun babası kabul edilir. Bu teknolojik gelişmelerin kökenleri, insanları başka gezegenlere yerleştirmeyi arzulayan Fedorov ile Tsiolkovski’ye dayanmaktadır.

Kozmik tanımlamanın ikinci evresi, 1957’de Sputnik’in gönderilmesiyle başlar. Sputnik’i tasarlayıp yörüngesini hesaplayan baş tasarımcı Sergey Korolyov, uyduyu uzaya göndermenin yaratacağı etkinin “enternasyonal katsayısı”nı da hesaplamıştır. Sputnik öyle bir şekilde tasarlanmıştır ki, vericilerinin sinyalleri dünyanın dört bir köşesindeki amatör telsizciler tarafından yakalanabilir ve uydu çıplak gözle görülebilir. Uydunun telsiz vericisi dört hafta süreyle çalışmış, bu süre boyunca bu ilk yapay dünyadışı cismin gönderdiği sinyaller hoparlörlerle dünyanın her yerine yayılmıştır.

Sovyet kozmik tanımlamanın üçüncü evresi, uzun süreli uzay uçuşlarıyla, uzayda bir yuva –Mir uzay istasyonu– kurma arayışıyla ve “üst-insan” mitinin oluşturulmasıyla ilgilidir. Bu sürecin başlangıcı, Rusların Soğuk Savaş ve uzay yarışında üstünlüğü kaybetmeye başladığı 1970’lerin sonudur. Sovyet teknolojsi arkada kalmaya başlarken, kozmik programlarda esasen insanın uzaydaki dayanıklılığına odaklanılır. Amerikalılar için uzayın –yeni hükümranlık alanlarının, yeni gezegenlerin– fethi daha önemliyken, Ruslar için asıl önemli olan uzayda geçirilen sürenin uzunluğudur. Bu yeni koşullar, yeni mutasyon biçimleri için de alan açar. Sadece ideolojik açıdan değil, fizyolojik, hatta psikolojik açıdan da geleceğe daha uyumlu olan bir Üst-insan yaratmak mümkün görülür. Tsiolkovski’nin “hayvan-bitki” fikri, Mir adlı kozmik evde yaşayan Üst-insan fikrine dönüşür. Bu kendi kendine yeten kozmik mesken kavramı, Dünya’yı kozmostaki dev bir uzay gemisi olarak gören Tsiolkovski’den devşirilmiş, teknik başarıları Mir istasyonunda somutluk kazanan Friedrich Zander tarafından geliştirilmiştir. 

Bu fikirler de yine Tsiolkovski’nin hocası Fedorov’un düşüncelerine dayanmaktadır. Fedorov’a göre insan kendi içinde “bilgi ile pratiğin birleşimi” olan bir organizma yaratmalıdır:

Bu organizma, insanın temel kozmik maddeleri minerale, ardından bitkiye, en sonunda da canlı dokulara dönüştüreceği bilinçli ve yaratıcı bir süreçle beslenecektir. Bu organizmanın organları, insanın bitki ve hayan yaşamının bağlı olduğu koşullar üzerinde etkide bulunacağı araçlar olacaktır: Örneğin, yeryüzüne dair bilginin açığa çıktığı tarım pratiği, bu organizmanın organlarından, aksamlarından bir tanesi olacaktır. Uzayda hareket edeceği ve kendi inşası için gerekli olan kozmik maddeyi edineceği bu havacılık ve uzay [etheronautical] araçları da onun organları olacaktır. İnsan, tüm keşifler tarihini, bütün ilerleme sürecini kendi içinde taşıyacak; fizik, kimya, tek kelimeyle kozmolojinin tamamı insanda kapsanacak – yalnızca düşünce-imge biçiminde değil, insanın gerçek anlamda kozmopolitan olmasını sağlayacak bir kozmik aygıt biçiminde.

“Mir” kelimesi, hem “barış” hem de “uzay” anlamına gelir ve kozmostaki ahengi ifade eder; Mir uzay istasyonunun ana bloğu 1986’da yörüngeye yerleştirilir. Bunu izleyen 15 yıl boyunca, Kvant, Priroda, Kristall ve Progress modüllerinin kenetlenmesiyle uydu çokişlevli hale getirilir. Belyaev’in “maddelerin dolaşımının mümkün olacağı gezegenler arası bir gemi” hayalini somutlaştıran Mir uzay kompleksi, nice yangın görür, Progress nakliye aracıyla çarpışır, basınç azalması ve yön kaybı gibi sorunlar yaşar ve hepsini atlatır; sonunda, 2001 yılında kazasız belasız düşürülüp Pasifik sularına gömülerek, Mir’in imhasından sonra dünyanın yok olacağı yolundaki mahşer kehanetlerini boşa çıkarır.

 

 

Sol: Georgiyi Krutikov, “Uçan Kent” projesi için mekik, 1929. Sağ: Krutikov, “Uçan Kent”.

 

Şimdi gelecek sona erdi. Bugün uzay projelerinin, yönünü geçmişe veya geleceğe değil sermayeye çevirmiş üç temel tarzı var. İlki, insanların ekstrem sevdalarını tatmin ederek para kazanan ticari turizm. İkincisi askerî endüstri. Tekno-bilimin parçası olarak insan faktörü burada yalnızca bir engelden ibaret, zira robotlar insanların yerini almaya başlıyor. Üçüncüsü, yüzünü dünyaya çevirmiş durumda: tele-uzay teknolojisi, farklı elektronik dijital mecraları birbirine bağlayan uydular. Vladimir Kozmiç Zvorykin, 1930’larda, uzay gemilerinde bir gün televizyon kameraları bulunacağını ve elektronik televizyonların birer teleskop işlevi göreceğini düşünmüştü. 1931’de ilk televizyon tüpünü icat ettiğinde, çağdaş kültürde her an her yerde bulunan televizyon ekranlarının yarı dinî mahiyetini öngörürcesine, icadına “ikonoskop” adını vermişti.

21. yüzyılın başlangıcındayız ve kozmos artık 20. yüzyılın büyük kısmında olduğundan farklı bir şeye dönüştü. Vaktiyle kozmos, her şeye kadir yeni insanla ilgili romantik hayallerin alanıydı. 1970’lere gelindiğinde ise, büyük ölçüde, yıldız savaşlarının poligonuna dönüşmüştü bile. Bugün uzay, kitle iletişim araçlarının dijitalleşmiş enformasyon paketleriyle kaynıyor. İdeal kozmos, basbayağı Sermaye Kozmosu’na dönüştü.

Rus avangardı