Tate Modern: Eşitsizliğin Tecessümü

 

Will Self. Foto: Karen Robinson

 

Aşağıdaki metin, Will Self’in 21 Kasım 2014’te Guardian gazetesinde yayınlanan, Tate Modern’in ek binasını konu alan yazısından alınmıştır.

Tate Modern’e yapılmakta olan ve 2016’da tamamlanması planlanan ek binanın toplam maliyeti 215 milyon sterlin. Bunun 50 milyonu kamu bütçesinden karşılandı, geri kalanıysa özel bağışlardan toplandı. En yüksek bağış, 10 milyon sterlinle İsrailli taşımacılık ve gayri menkul devi Eyal Ofer’den geldi; bu bağışa karşılık Tate’in yeni binasındaki bazı salonlar “Eyal Ofer Galerileri” adını alacak.

Will Self’in Türkçe’de yayınlanan  kitapları: Dal ve Budak (İletişim), Büyük Maymunlar (Ayrıntı), Şemsiye (Sel), Sert Çocuklara Sert Oyuncaklar (Sel).

 

 

 

Tate Modern, kapanmayan bir yara: İşletme giderlerinin sadece yüzde 30’u kamu bütçesinden karşılanıyor, yüzde 70’ini kendi finanse ediyor. Özel kişilerden alınan yüksek miktardaki bağışları, yapım aşamasındaki hapishane benzeri ek bina yutuyor. Bu zengin adamların bu kadar paraya sahip olmak için tam olarak ne yaptığı konusunda fikir yürütmek zor değil. Londra’nın merkezinde göğe doğru yükselen yeni dev yapıların çoğu, “firarî sermaye” tabir edilen şeyin eseri: daha az gelişmiş ekonomilerden elde edilmiş, sonra daha yüksek getiri için memlekete gelen para. Bu firarî sermayenin bir kısmı Britanya kültürel sermayesine yatırılıyor, bundan beklenen getiri de değişik biçimler alabiliyor: münasip vergi rejimleri, devlet nişanları, vatandaşlık vs.

Tate’e, pek de pembe olmayan gözlüklerle bakmakta yarar var: 21. yüzyıl Londra’sını tanımlayagelen vahşi eşitsizliğin başka bir mekânsal tecessümü olarak. Orta halli, dar gelirli ve ücretsiz kesimler artık kent merkezinde yaşayamıyor olabilir, ama en azından çocukları müzeye gidip birkaç saatliğine aristokratlara özgü avareliğin ve pahalı nesnelere bakmanın tadını çıkarabilir.

Şakası yok, hakikaten pahalı bu nesneler: Çağdaş sanat piyasasındaki değerler aşırı şişmiş durumda; dünya çapındaki büyük sanatçıların eserlerinin estetik değeri ile, müzayedelerde ulaştıkları rakamlar arasındaki ilişki en hafif tabiriyle temelsiz. Ama hayır, karartılmış hayatlarımızın her alanında olduğu gibi burada da düdüğü piyasa çalar.

Geçen sene, [Turner ödüllü sanatçı] Grayson Perry’nin Reith Konuşmaları’ndan birine gittim; cebi ziyadesiyle şişkin, görgüsü bilgisi yerinde bir izleyici kitlesine hitaben, Tate Modern’de konuşuyordu. Alameti farikası haline gelen kadın giysileri içinde, şen şakrak bir edayla, galerilerde sergilenen çağdaş sanatın yüzde doksanı boktan olsa da iyimserliğini koruduğunu, çünkü olanaklı dünyaların en iyisinde –yani bu dünyada!– zaman içinde sapla samanın ayrılacağını söyledi. Maalesef bu konuda kendisine katılamıyorum, zira konuşmanın soru-cevap kısmına geçildiğinde [Tate yöneticisi] Nicholas Serota büyük bir sevinçle şu açıklamayı yaptı: The Impossibility of Death in the Mind of Someone Living (nam-ı diğer köpekbalığı) adlı eserini müzeye bağışlayan Damien Hirst’ün bu hediyesini Tate adına kabul etmişti.

Kamusal galerilerin sanat eserlerini bağış olarak kabul etmesi sık rastlanan bir durum, ama 1990’larda bizzat sanatçılardan kendi eserlerini bağış olarak almaya ve sergiye koymaya başladılar. Bu, küratoryal standartların alenen göz ardı edilmesi demekti, ve artık düdüğü aşırı zengin sanatçılar ile onların daha da zengin temsilcilerinin çalmaya başladıkları andı – bundan böyle kamusal galerileri dolduran “boktan işler”, beğeninin değil paranın gel-gitlerine göre belirlenecekti.

Ben bütün bunların sorumlusunun Marcel Duchamp olduğunu düşünüyorum. 20. yüzyıla damgasını vuran dört eseri: Merdivenden İnen Çıplak (1912), Çeşme (1917), Bekârları Tarafından Çırılçıplak Soyulan Gelin (Büyük Cam) (1915-23), ve Valizdeki Kutu (1941). Bunlar, bir sanat dehasının, mekanik çoğaltma çağında sanat eseri sorununa verdiği karşılıktı. Fakat Duchamp –Perry’nin aksine– şunu anlamıştı: Tuval resimleri ve heykeller, gerçek anlamda benzersiz nesneler olmaktan çıktığında, galeriler de esasen gereksiz olur. Madem çoğaltılabiliyorlar, onları sergilemek için özel bir yere, zamana ve mekâna ne gerek var?

Dolayısıyla, yeni Tate Modern aslında bir sanat galerisi olmayacak, kültürümüzün bir sanat galerisine ihtiyacı olsa bunun neye benzeyebileceğini gösteren, gerçek boyutlarda bir maket olacak. Kültürümüzün sanat galerilerine değil, varlıklı olanlar ile olmayanlar arasındaki büyüyen uçurumu somutlaştıran çekim merkezlerine ihtiyacı olduğuna göre, yeni binanın bu konuda müthiş bir başarı sağlayacağına adım gibi eminim.

 

 

 

çağdaş müzemani, Duchamp, hayırseverlik, sanatın güncelliği, Damien Hirst, müze