Post-Fordizm adı verilen ekonomi ve siyaset kuramının genel savı, Kapital’in üç cildindeki analizlerin yaşanan gelişmeler sonucu hükümsüz hale geldiğidir. Bazı Marksistler ve post-Marksistler, kapitalizmin artık kapitalistler ile proletarya, sermaye ile emek arasındaki ekonomik çatışmanın hâkimiyeti altındaki sanayi üretimine dayalı olmaktan çıktığını öne sürüyorlar. Bugün “prodüktivizm” denerek dudak bükülen, üretim tarzına odaklanma yaklaşımının, finansallaşma ve post-endüstriyalizmle birlikte geçersizleştiği iddia ediliyor. Post-Fordist toplumun baskın işçi tiplerinin, hizmet personeli, yaratıcı işçiler ve bilgi işçileri olduğu ileri sürülüyor. Bu çalışma tipi yeni değil elbette, ama yeni ekonomide ön plana çıkmış gibi görünüyor. Marx “prodüktivizm”le itham ediliyor ve geliştirdiği emek, artı-değer ve kapitalist üretim tarzı kuramlarının post-Fordist ekonomiye uygun düşmediği iddia ediliyor. Kapitalizmde kültür öne çıkarken, Marx’ın “gerçek” ekonomiye fazla vurgu yaptığı, sırasıyla “üretken olmayan” ve “hayalî” diye tarif ettiği dolaşım ve finans üzerinde yeterince durmadığı düşünülüyor.
1960’lı ve 1970’li yıllarda heterodoks İtalyan solu, hem sosyalist ve komünist partilerin hem de sendikaların sanayide meydana gelen değişimleri hafife aldığını ileri sürmüştür. Raniero Panzieri ve Mario Tronti, gerekli görülen yeniden değerlendirmeyi başlatacak bir platform olması amacıyla Quaderni Rossi’yi kurmuşlardır. Derginin ikinci sayısında Antonio Negri de onlara katılır ve makineleşmeyle ilgili meselelere odaklanır; bunlar sonradan, post-Fordist düşüncede Marksist iktisadın yeniden şekillendirilmesindeki asli meseleler haline gelecektir.
Operaismo [İtalyan işçiciliği] bünyesindeki tartışmaların çoğu, yeni işçi sınıfının mücadelesindeki taktik meseleleri konu alır. Paolo Virno, yeni toplumsal formların ortaya çıkışını post-Fordist emeğin değişen ekonomik koşullarına bağlar. Negri, Guattari’yle birlikte kaleme aldığı yazılarında, post-Fordizm’de geleneksel solun yerini “toplumsal dönüşümün taşıyıcısı olarak ortaya çıkan kolektif-tekil hareketlerin” aldığını ileri sürer ve “statükoyu reddeden çok sayıdaki başka azınlıkla birlikte marjinal ve yarı-zamanlı çalışan güvencesiz işçilerin sayısındaki artış”ın bu gelişmenin tezahürü olduğunu söyler.[1] Prekarite, post-Fordizme verilen ve geleneksel solun yerini alan siyasi cevabın anlaşılmasında kilit tema haline gelir. Prekarite, yalnızca ücretli işçilerin değil, ücretsiz veya serbest çalışan işçilerin, işsizlerin, işten çıkarılanların, stajyerlerin, bakım işi yapanların ve öğrencilerin de yeni koşullarını tarif eder.
Post-Fordist ekonomi gerçekten esneklik, hareketlilik, dil, iletişim, prekarite, enformasyon, kültür, gayri maddi emek ve virtüözlükle tanımlanıyorsa, o zaman sanatsal emeğin gerçekten de post-Fordizmin modeli gibi göründüğü söylenebilir, zira sanatçıların çalışma koşulları asırlardır güvencesizlikle, virtüözlükle ve hareketlilikle tanımlanıyor. Sanatçılar, zenginlerle olan bağlarına ve yüksek toplumsal statülerine rağmen neredeyse her zaman güvencesiz yaşamlar sürdüler. Virno’nun, çağdaş kapitalizmin ayırt edici unsurları olan enformasyon, hizmet ve kültür ekonomilerini açıklarken vurguladığı iletişim, yaratıcılık ve gayri maddi emek değerleri, sanatçıların tarih boyunca taşıyıcısı oldukları değerler.
Sanatçıların genel olarak geçimlerini zar zor sürdürdüğü doğrudur, ancak kendi seçtiği sanatı üretmek için fedakârlıkta bulunan bir insanın güvencesizliği ile, ekmeğini kazanmak için üç ayrı yarı-zamanlı işte tutunmaya çalışan bir vasıfsız işçinin güvencesizliği aynı değildir. Sanatçıların kendi kişiliklerini virtüözlükle icra eden yaratıcı işçiler olduğu doğrudur; ama sırf pazarlama departmanı müşteri çekeceğine kanaat getirdi diye işvereni tarafından üniformasına kişisel dokunuşlar katması emredilen fast-food çalışanının kişisel performansıyla bunun alakası yoktur. Sanatçılar atölyelerinden çıktıktan sonra da çalışmaya devam ederler, doğru: Galerileri gezer, kuramsal metinler okur, konferanslara katılır, özel gösterimlere gider, eleştirmen ve küratörlerle bağlantı kurar, dikkatlerini çeken şeylerle ilgili not alır, taslak çizer ve fotoğraf çekerler vs. vs.; ama sözleşmesindeki saatler dışında da mağazada çalışması beklenen, mesai saatleri dışında ve kendi imkânlarıyla kendini geliştirme baskısı altında yaşayan, ve sonunda mağaza sahibinin kâr edeceği ürün veya teşhir fikirleri ortaya atan satış görevlisinin sürekli çalışmasıyla aynı değildir bu. Sanatçıların prekaryaya mensup oldukları iddiasında haklılık payı olsa da, sanatsal prekariteye dair dikkatli bir ekonomik analiz, prekaritenin farklı düzeyleri, farklı yoğunlukları, hatta farklı tarzları olduğunu gösteriyor.
Post-Fordist emek ve işletmecilik tekniklerinin sanata, sanatsal emeğe, sanat pratiklerine ve sanatçıların güvencesiz hayat tarzına görünürdeki yakınlaşması yeterince irdelenmiş değil. Bu konudaki literatür tam olarak ne türde bir yakınlaşma meydana geldiğini net biçimde ortaya koymuyor. Sanat post-Fordist ekonominin kilit özelliklerine benzerlik mi gösteriyor, yoksa aralarında daha köklü bir ilişki mi var? Sanatın post-Fordizmle arasında ortak teknik, toplumsal, siyasi, ekonomik veya kültürel karakteristikler mi var? Yoksa post-Fordizm bugün sanat üzerinden Fordizmin elde edemediği şekilde bir kâr mı devşiriyor? Sanatçılar güvensiz yaşamlar sürüyor, post-Fordizm de emek piyasasında güvencesizliği yeniden devreye sokuyor. Peki bu iki güvencesizlik biçimi aynı mı? Sanatçılar çalışma ile çalışma dışındaki faaliyetler arasına net sınırlar çekmiyorlar, çoğunlukla “çalışmaları”nı sürdürebilmek için ikinci bir işe giriyorlar. Post-Fordist işçiler de belirlenmiş mesai günü dışında çalışmaya devam etmeye ve çalışmalarının işten ibaret olmayıp kendi başına tatmin edici bir faaliyet olduğunu düşünmeye teşvik ediliyor veya zorlanıyor. Peki çalışma ile çalışma dışı zaman arasındaki sınırları silmenin bu iki biçimi aynı mı? Sanatçılar esnek ve yaratıcı tarzda çalışıyor, sürekli yeni beceriler kazanmak, yeni fikirlere aşina olmak ve yeni teknolojileri öğrenmek için kendilerini geliştiriyor, değişen koşullara uyarlanıp yeni gelişmelere cevap veriyor; post-Fordizm de işgücünden esnek olmasını, fikirler geliştirmesini, değişime açık olmasını, durmadan iş veya rol değiştirmesini bekliyor. Çoğu sanatçı eserlerini satarak geçinemiyor ve ikinci bir işe ihtiyaç duyuyor; post-Fordist işçiler de geçici sözleşmelerle istihdam ediliyor ve genellikle birkaç iş yapıyor. Sanatçılar sergi açmak, fırsatların peşine düşmek için uzak yerlere seyahat ediyor; post-Fordist emeğe de hareketlilik ve göç damgasını vuruyor; ama kuşkusuz emeğin bu iki küresel hareketi aynı değil. Bence görünürdeki her yakınlaşma, hem sanatçı ile tipik post-Fordist emekçi arasındaki uçurumun göstergesi, hem de post-Fordist kapitalizmde sanatın merkeziyetine işaret ediyor.
David Beech’in “Art and Post-Fordism” başlıklı yazısından seçilmiş pasajlar. David Beech, Art and Value, II. Bölüm (Londra ve Leiden: Brill, 2015) s. 315-344.
[1] Guattari ve Negri, New Lines of Alliance, New Spaces of Liberty, ed. Stevphen Shukaitis, çev. Michael Ryan, Jared Becker, Arianna Bove ve Noe Le Blanc (New York: Autonomedia, 2010) s. 39-40.