Sanat Nefreti

6/4/2014 / skopbülten / Ali Artun

Cem Erciyes'in Radikal'deki yazısının başlığı son derecede keskin: "Çağdaş Sanattan Nefret Ediyorum!"[1] Erciyes bu yazısında, çağdaş sanatı "reddeden", ondan nefret ettiğini söyleyen entelektüellerden yakınarak, bunu onların "bilgisizliğine" bağlıyor ve giderek,"çağdaş sanatın kendi içine kapanmasında" onların da "suç"lu olduğunu öne sürüyor. "Sanat", "nefret" ve "cehalet" üçlüsü[2] tabii çok kışkırtıcı, çağdaş sanata gelmeden ister istemez bizi başlangıçlara götürüyor.

 

İkonoklazm

"Sanat nefreti" deyince, tabii en önce, tektanrılı dinlerin, antik Mısır, Mezopotamya ve Yunan paganizmine ait binlerce yıllık sanat mirasına karşı yürüttükleri putkırıcı saldırılar akla geliyor. Bu düşmanlık bitmiş değil. Müslüman militanların Afganistan'daki Bamyan Budaları'nı dinamitlemesi kadar, Tophane'deki galeri baskınları da aynı vandalizmden besleniyor. Tiyatro, bale ve operayı "edepsiz" bulan devletin "muhafazakâr sanat" girişimlerinin bu sanat dallarını yok etme hırsı da, sanatsal çıplağa karşı giderek şiddetlenen sansür ve tahrip vakaları da farklı değil. Kimbilir, belki de yakında, Arkeoloji Müzesi'ndeki çıplak Hermafrodit ve Nymfa heykellerini göremeyeceğiz.

 

Avangardın nefret düşkünlüğü

Zamanımıza doğru gelince, sanat nefretinin odağına avangard yerleşiyor. Düşünsenize... Baudelaire'in şairlikle fahişeliği özdeş tutan dizeleri; Dada'nın Cabaret Voltaire gösterilerinde, izleyicilere karşı tahrikleri ve hakaretleri: küfürler, mastürbasyon ve kusma nöbetleri; Cravan'ın New York 'konferansı'nda soyunarak kirli çamaşırlarını izleyicilere fırlatması ve bir başka 'performansında' hayalarını patlatarak intihar etmeye kalkması; alkol, uyuşturucu, şiddet, ölüm; Duchamp'ın bir pisuarı sanatsallaştırması; sürrealistlerin şizofreni ve paranoyada keşfettikleri yaratıcılık, Tanrı'yı ve vatanı aşağılamaları; Maleviç'in siyah bir renkten ibaret tuvali; Mallarmé ile birlikte dilin ve anlamın imha edilmesi; gerçekliğin parçalanması; ve daha neler neler... Hepsinin arkasında da koyu bir kapitalizm ve burjuvazi düşmanlığı: kunst=kapital (Beuys). "İyi"ye, "doğru"ya, "güzel"e karşı derin bir düşmanlık. Bir 'sanat' nefreti; 'insan', 'toplum' ve kamu nefreti. Öyle ki, Paris Sıkıntısı'nda Baudelaire, "kamu"yu, önüne koyan dışkıyı zevkle koklayıp, yalayıp yutan "sefil" bir köpeğe benzetir. Breton ise, "İkinci Sürrealizm Manifestosu"nda "kamunun onayından veba gibi kaçınılmasını" öngörür.

 

Sanatın sanata nefreti

"Nefret" son derecede olumsuz bir sözcük. Oysa aksine bir potansiyel de taşıyor. Hatta bir bakıma yenilenmenin ve dönüşümün ruhu. Örneğin, akılcı ve hümanist Rönensans estetiği, büyüsel ve tanrısal Gotik'e duyulan derin nefretten türüyor. Bu nefreti ancak Goethe ve romantikler tersine çeviriyor. Sanat tarihi, bilim tarihi gibi akılcı, nesnel bir rota izlemiyor. Sanat deneyimi gibi duygusal bir özü var. Sanat tarihinde her yeni dönem, önceki dönemin sanatına karşı bir tür yadsıma ve nefretten besleniyor. Modernlik klasikten, çağdaşlık modernlikten nefret ediyor. Bizde de "1990'dan önce Türkiye'de sanat olmadığını" ilan eden otoriteler olmadı mı? Bu 'estetik nefret', avangardla birlikte belirli bir dönemden çok, topyekûn sanata yöneliyor. Öyle ki iş, müzeleri yakıp yıkmaya kadar varıyor. Yani avangard, geçerli olan sanata ve bu sanatla beslenen kitlelere karşı geliştirdiği nefret sayesinde ilerliyor. Aslında tarihte de, nefretin, izleyicilerden çok sanata içkin olduğunu söyleyebiliriz. Sanatın sanata duyduğu, kendi varlığına duyduğu nefret daha etkin. Çağdaş zamanlarda oldukça yaygınlaşan "sanatın sonu"na veya "ölümü"ne ilişkin tezlerin, aslında antikiteden beri ortalıkta olması, belki de bunun göstergesi. Kısacası, siyasette olduğu gibi, sanatta da dönüşümün enerjisi onay ve hoşgörü değil, yadsıma ve nefret.[3] Ve belki de, dünyada sanat hayatının bu kadar sorgulayıcı, canlı ve direnişçi olmasının dinamiklerinden biri de bu 'nefret'.

 

Çağdaş sanat ve nefretin sonu

Çağdaş sanata yüklenen misyon, iki yüzyıla yakın bir zamandır süregelen, modernizm ve avangard ile toplum arasındaki nefreti ortadan kaldırmaktır. Sanatın bu iki yüz yıllık özerklik parantezi öncesindeki hegemonik işlevini restore etmektir. Sanatın hayatı ele geçirme davasına son vererek, onu hayata ve gerçekliğe iade etmektir. Sanatı modernizmin reddettiği her türlü estetikle, kitsch’le, popülerle, gelenekselle, endüstriyelle, tasarımla ve modayla kaynaştırmaktır. Böylece çağdaş sanatın, modernist elitizme son vererek, sanat tarihini güncellemesi ve sanattan hazzetmeyi ve anlamayı bir ayrıcalık olmaktan çıkarması beklenmektedir. Nitekim, bugünün çağdaş sanat starlarının işleri bu beklentileri fazlasıyla karşılamaktadır: Jeff Koons'un Venedik Bienali'nde sergilenen İtalyan porno yıldızı ve milletvekili Cicciolina ile çektirdiği cima fotoğrafları, uzman bahçıvanlara yaptırdığı ve Bilbao Müzesi önüne dikilen çiçekten enik heykeli; Damien Hirst'ün bir mücevher sanatkârına yaptırdığı, 8601 elmasın kakılmış olduğu kurukafa, ayrıca kelebek resimleri; Murakami'nin Micky Mouse'ları; Olafur Eliasson'un Tate Modern'daki güneş batışı; Gurski'nin spektaküler fotoğrafları; Hüseyin Çağlayan'ın moda tasarımları vs. vs. Bu tür gösterilerden kim etkilenmez? Üstelik bütün bunlarda anlamayı gerektiren bir töz de yoktur. Çünkü, "kendi kendilerinden ve sanat fikrinden başka hiçbir şeye gönderme yapmazlar". Ancak, Baudrillard'a göre, "sanat bu durumda daha fazla konuşulacaktır; çünkü söyleyecek bir şeyi olmayacaktır". Baudrillard, bu zoraki konuşmaların, anlamlandırma çabalarının, bilgiçlik gösterilerinin, "yaratıcılar ile tüketiciler arasındaki bir suç ortaklığı" olduğunu söyler.[4]


    

 

İzleyiciyi sanatı anlama, alımlama, düşünseme zahmetinden kurtarmak için geliştirilen teknikler, bugün artık yalnızca çağdaş sanatı değil, bütün sanatı kuşatmıştır. Şimdilerde birçok müze prospektüslerle, kullanma kılavuzlarıyla donatılmaktadır. Salt sergi etiketlerini okuyarak, sergilenen işleri izleme zahmetine hiç girmeden, sanatı tamamıyla anlamış olarak bir müzeden ayrılabilirsiniz! Çağdaşlık, kendinden önceki modernist sanatı, sadece kendine içkin olan ve başka bir dile çevrilemeyen dilinden, ezoterizminden, gizeminden, enigmasından yalıtır. Tarihten ve eleştiriden sıyırdığı gibi... Çağdaş alımlama deneyiminde Benjamin'in eleştirinin temeline koyduğu ve sanat eseriyle bütünleşen bir düşünseme etkinliğinden artık eser yoktur. Zaten Canetti'nin söylediği gibi, "artık hiçbir şeyin güzel ve çirkin olmadığı bir noktaya geldik".[5] O zaman eleştiriye ne hacet? Peki o zaman, küreselleşmeyle birlikte akıl almaz yatırımlarla örgütlenen, bütün bu popüler, liberal ve ready-made çağdaş estetik rejimine rağmen, sanattan nefreti sökme atılımlarına rağmen, neden hâlâ bir nefrettir sürüp gidiyor? Cehaletten mi?

 

Sanat bilgisi

Bourdieu, Kant'ın güzelin evrenselliğine ilişkin, yani, kâmil veya cahil, uygar ya da barbar herkesin güzel bir şeyi "güzel" olarak yargılayacağına ilişkin tezini çürütmek üzere yazdığı La Distinction: Critique sociale du jugement kitabında sanatsal deneyimi görgüyle ve bilgiyle ilişkilendirir. Sanattan anlayanlar, veya Bourdieu'nun terimleriyle sanatla ilgili bir habitus geliştirmeyi başarabilmiş olanlar, daha çocukluktan beri sanatla içli dışlı yaşama olanağı bulanlardır. Dolayısıyla, sanat veya "güzel" ile ilgili yargı gücü insanları birleştirmez, tam aksine toplumsal olarak ayırır. Sanatın toplumsal ayrımla ilişkisi zamanımızda hiç olmadığı kadar şiddetlidir; ama, sanatla ilgilenmenin Bourdieu'nun söylediği gibi sanat bilgisi ve görgüsüyle ilgili ilişkisini artık kanıtlayamayız. Bugün çağdaş sanatla en yoğun olarak ilgilenen ve magazin dünyasında dizi dizi kendilerini sergileyen sanat hamilerinin, "cemiyet hayatı elitleri"nin sanatın ne olduğuna dair bir görgüleri olduğundan bahsedebilir miyiz? Gene en ilgili kesimi oluşturan spekülatörler için sanatın anlamı nedir ki? Bankaların ve diğer şirketlerin sanat kurumlarını yöneten sanat bürokratlarının, iletişim ve işletme ötesinde sanattan anlamaları için, sanatın anlamıyla, tarihiyle ve estetikle ilgilenmeleri için bir gerek var mı? Yoksa sanatı tarihinden ve eleştiriden, yani kamusallığından yalıtmak için mi iş görüyorlar? Düzenledikleri sanat müsamereleriyle sonunda sanatın anlamını anlamsızlaştırmaya mı yarıyorlar? "Çağdaş sanat" yerine "güncel sanat" demenin anlamı nedir? Her açıklama çabasının yeniden, yeniden pekiştirdiği gibi, anlamsızlıktır. Ve artık, anlamsızlık, hiçlik, saçmalık ve sabuklama, 20. yüzyıl sanatında olduğu gibi anlamlı değil, gerçektir.

Kısacası, sanat nefreti ile sanat cehaleti arasında bağ kurmak bir yere çıkmaz. Zamanımız filozofları arasında çağdaş sanatı benimseyen yok gibidir. Örneğin, Fredric Jameson'un gözünde çağdaş sanat parodi bile değil, pastiştir;[6] Baudrillard, Perniola ve Andreas Huyssen'in gözünde ise medyayla özdeştir.[7] Sanatın direnmek olduğunu söyleyen Deleuze'e göre çağdaş sanat ,"bankanın açık devrelerine dahil olmak üzere kapalı ortamları terk etmiştir".[8] Paul Virilio günümüzde "kirliliğin sanat üzerinden hareket ettiğini" düşünmektedir;[9] prekarite üzerine yazan Pascal Gielen için ise, bugün "ekonomik sömürünün ideal modeli" sanat ortamıdır.[10] Donald Kuspit de, "Sanat Öldü: Yaşasın Estetik Yönetim" makalesinde, sanatla tüketimin birbirlerine kaynadığından söz ederek, "estetiği yönetenlerin sanat yapma kisvesiyle aslında değişim değerini paketlediklerini belirtir".[11] Şimdi, çağdaş sanatla ilgili bu 'nefret' edebiyatına bakarak, bunların yazarları olan tarihçi veya filozofların, kurdukları koleksiyonlarla zamanımızda çağdaş sanata en sevdalı görünen Katar Şeyhi Hamad bin Halifa es-Sani'den veya kriminal Rus oligarkı Abromoviç'ten daha cahil olduklarını öne sürebilir miyiz? Tam aksine... Dolayısıyla, Cem Erciyes'in, "çağdaş sanattan nefret ediyorum" diyen entelektüel arkadaşları da, çağdaş sanat konusunda, şakşakçılarına kıyasla daha bilgili, daha deneyimli olabilirler. Böyle olmasa da, çağdaş sanata, duyusal/duygusal birtakım hakikatlere uyanmak amacıyla değil de, İstanbul'u küresel bir metropol olarak pazarlayabilme amacıyla tutulanlardan herhalde daha hakikiler, daha duygusallar. Müze ve müzayede basan Occupy Museums hareketine bağlı sanatçılar ve aydınlar gibi. Yoksa, toplumsal bakımdan aşırı derecede kutupsallaşmış bir dünyada, sanatın ancak % 1'i temsil ettiğini savunan bu direnişçiler de mi bir cahiller güruhu?

 

Çağdaş sanat ve hayat

Eğer izleyici sayıları, müşteri profilleri, tüketim oranları filan gibi işletme/yönetim ve iletişim/pazarlama cephesinden yaklaşmazsak, çağdaş sanat hayatının son derecede canlı olduğunu söyleyebiliriz. Gerçekten de sanat tarihi çalışmaları hiçbir dönem bu kadar üretken olmadı, estetikle ilgili teoriler önceden hiç bu kadar politikleşmedi. Direniş eylemleri, "sanat devrimdir" diyen sitüasyonistlerin işgallerinde bile bu kadar sanatsallaşmadı. Bizim bu çağdaş sanat hayatına erişimimizi sınırlayanlar, tam da bankalara ve şirketlere bağlı çağdaş sanat işletmeleridir. Çünkü sanatın tarihselliğini, eleştirelliğini, kamusallığını silerek, onu iletişim, yönetim ve finans ağlarına düğümlerler. Çağdaş sanatla ilgili nefretimizi ve cehaletimizi besleyenler, sahte bir bilgiçlik edasıyla, sanatı anlamsız, değersiz retoriklere kenetleyen bu ağlar ve onları yönetenlerdir. Yoksa, çağdaş sanatın böyle nefret-cehalet sorunları yoktur. Düşüncelerinde, duygularında ve eylemlerinde kendini keşfetmekle meşguldür.[12] Gözünü zamanına dikmiştir. Ve "çağdaş kişi, bakışını zamanın üzerine, ışıkları değil de karanlığı seçebilmek için diken kişidir... Çağdaş kişi, tam da bu nedenle, bu karanlığı görebilen, kalemini şimdiki zamanın zifiri hokkasına daldırarak yazabilen kişidir... Asrının ışıklarının kendisini körleştirmesine izin vermeyen, o ışıklar içindeki gölgeleri, en mahrem karanlığı yakalayabilen kişiye çağdaş denebilir ancak. Dönemleriyle fazlaca çakışan, onunla her noktada mükemmelen buluşan kimseler çağdaş değildir; çünkü tam da bu yüzden onu görmeyi başaramaz, bakışlarını onun üzerinde tutmayı beceremezler (Agamben)."[13]

 

 



[1] Radikal, 24-26/3/2014.

[2] Bu konuda bkz. Barış Acar, "Çağdaş Sanat, Nefret ve Cehalet", lebriz.com. 4/2/2014.

[3] Antagonizmin siyasal hayattaki önemi konusunda bakınız: Chantall Mouffe,The Return of the Political (Londra: Verso, 2006).

[4] Jean Baudrillard, "Çağdaş Sanat: Kendi Kendisiyle Çağdaş Sanat", e-skop, 21/3/2014.

[5] Elias Canetti, aktaran Jean Baudrillard, a.g.e.

[6] Fredric Jameson, "Posmodernism and Consumer Society", The Anti-Aesthetic, (ed.) Hal Foster (Washington: Bay Press, 1985) s.111-125.

[7] Andreas Huyssen, "The Museum as Mass Medium", Twilight Memories içinde (New York: Routledge, 1995) s.13-36.

[8] Gilles Deleuze, "Denetim Toplumları", çev. Ulus Baker, e-skop, 1/10/2011.

[9] Paul Virilio, "Pollution of Art", The Accident of Art içinde (New York: Semiotext(e), 2005) s.85.

[10] Pascal Gielen, "Sanat Ortamı: Ekonomik Sömürü İçin Mükemmel Bir Üretim Modeli mi?", Sanat Emeği-Kültür İşçileri ve Prekarite içinde (İstanbul: İletişim/SanatHayat, 2014) s. 205-218.

[11] Donald Kuspit, "Art is Dead, Long Live Aesthetic Manement", Redeeming Art: Critical Reveries içinde (New York: Allworth Press, 2000) s.150, 151.

[12] Bkz: Ali Artun, Nursu Örge (ed.), Çağdaş Sanat Nedir? Modernlik Sonrasında Sanat (İstanbul: İletişim/SanatHayat, 2013).

Ali Artun, Çağdaş Sanatın Örgütlenmesi-Estetik Modernizmin Tasfiyesi (İstanbul: İletişim/SanatHayat, 2011).

[13] Giorgio Agamben, "Çağdaş Nedir? ", Çağdaş Sanat Nedir?, a.g.e., s.43, 45.