Sanat, Emek, İşbölümü


Raffaello, “Galatea”, 1512, Villa Farnesina’da fresk, Roma.                                                                                                  Büyük kısmı Raffaello’nun atölyesindeki asistanlar tarafından tamamlanmıştır.

 

Marx, kapitalist üretimin, “tinsel üretimin bazı dallarına, sözgelimi sanata ve şiire düşman” olduğunu öne sürmüş; üretkenliğe aşırı vurgu yapıp aşırı değer atfeden ve her şeyin nihayetinde ekonomiye ve zenginliğin üretimine fayda sağladığını varsayan burjuva ekonomistlerine karşı, sanatın üretken bir faaliyet olmadığını söylemiştir.[1] Marx’a göre bu ekonomistler, “sabit burjuva fikirlerinin o kadar hükmü altındadırlar ki, Aristoteles’i veya Julius Caesar’ı ‘üretken olmayan emekçi’ diye tarif etseler onlara hakaret etmiş olacaklarını sanırlar”.[2] “Kayıp Cennet” şiiri karşılığında beş sterlin alan John Milton’ı “üretken olmayan emekçi” diye tanımlayan Marx, “yayıncısına fabrika usûlü ürünler veren yazar”ın ise üretken emekçi olduğunu söyler ve “İpek böceği neden ipek üretiyorsa Milton da aynı sebepten ‘Kayıp Cennet’i yazmıştı. Bu, onun doğasının bir etkinliğiydi” diye yazar.[3]

Fakat Marx, Milton’ın kendi “doğasının etkinliği”yle uğraştığını söylerken, sanat eserinin burjuva estetik kuramında düşünüldüğü gibi saf, dokunulmamış, kendinden müteşekkil bir kişisel iç dünyanın ifadesi olduğunu söylemek istemez. Örneğin Raffalleo’nun, “sanatta kendi döneminden önce kaydedilmiş olan teknik gelişmelerle, toplumun örgütlenişiyle, yaşadığı bölgedeki işbölümüyle ve –nihayet– o bölgenin etkileşim halinde olduğu diğer bütün ülkelerdeki işbölümüyle koşullanmış” olduğunu söyler.[4] Dolayısıyla sanatçının “doğası”, bir zoon politicon, yani “ancak toplum içinde bireyleşebilen” bir canlı olarak varoluşunun ifadesidir.[5] Sanatta sergilenen insani bilinç, her zaman her yerde maddi koşullarla belirlenmiştir. Ama sanat üretimini tanımlayan maddi ilişkiler, emekçi ile kapitalist arasındaki karakteristik ilişki biçimlerinden önemli bakımlardan farklıdır. Sanat pratiğini ücretli emeğin yabancılaştırıcı soyutlamalarından ayıran da tam bu farktır, yoksa sanatçıya has özel bir nitelik değil.

Sanat ve kültür bu anlamda, şu veya bu bireysel bilincin benzersiz başarısı değil, kapitalist normlardan maddi, somut ve önemli biçimde farklılık gösteren pratiklerin ürünüdür. Başka bir deyişle, sanat boşlukta salınan düşüncelerin alanı değil, sanatçının nispeten sıradışı maddi varoluşuyla ve deneyimine damgasını vuran toplumsal ilişkilerle biçimlenen bir praksis türüdür. Sanatın üretimi ve sanat uğraşı, toplumsal belirlenimlerden ayrı olabilse de hiçbir zaman bu belirlenimler karşısında tamamen özerk, tamamen bağımsız değildir, dolayısıyla ideolojik ve düşünsel olarak kapitalizmle de hiçbir zaman irtibatını kesmiş değildir. Ama sanat, insanların toplumsal varoluşlarının bilincine varıp bu koşullarla “mücadeleye girdikleri”,[6] yani kapitalizmden başka bir şeyi hayata geçirme veya gösterme kavgasında kullandıkları, hepsi de ancak potansiyel olarak ve belli bağlamlarda etkili olabilen pek çok araçtan biridir.

Sanat üretimi, değer yasasına uygun olarak örgütlenemez, ama Marx kapitalizmin sanata düşman olduğunu söylerken sadece bunu kastetmez. Kapitalizm koşullarında emek, çalışmada kendini gösterebilecek her türlü sanatsal özellik karşısında bir tehdit olarak anlaşılır aynı zamanda. Marx’a göre kapitalist ile işçi arasındaki “ekonomik ilişki”, emeğin “sanat vasfını kaybetmesi”yle doğru orantılı biçimde gelişmiştir.[7] Bununla kastı, emeğin sonuçlarının, yani emeğin kullanıldığı işin veya ürünün mahiyetinin, artık bir anlam taşımamasıdır. Marx, ücret-meta ilişkisinde çalışmanın sanatsal niteliğini –yani somut hususiyetini, genellenebilir olmama niteliğini– kaybetmesini, modern ücretli emeğin belirleyici özelliği olarak görür. Buna karşılık sanatsal yaratım “diğer herkesin arzu ettiği emek türü; kişinin kendi gizilgüçlerini hayata geçirip geliştirebildiği emek türü”dür.[8] Emeği soyutlaştırması, işçileri salt hesaplanabilir bir üretim gücüne dönüştürmesi, elbette kapitalizmin kurucu özelliğidir ve işçinin yerine makinenin geçirilmesiyle bu süreç son raddesine taşınmıştır. Ama bu özümsenme sanat üretiminde yaşanamaz çünkü sanat eseri ücretli emekle yeniden üretilemez.

Kapitalizmi tanımlayan üretken emek, işçinin güvensizliğine ve çaresizliğine dayanır. İşçi hayatta kalmak için ücrete bağımlıdır ve iş sırasında kendisine tamamen yabancı görünen teknik ve araçları kullanarak yine aynı şekilde hiçbir bağı olmayan metalar üretir. Sanat faaliyeti, yani insanın kendini verdiği araçları kullanarak, yine kendi amaçlarını somutlaştıran bir ürün ortaya koyması, bu nedenle, “zihin gücü ile beden gücü arasındaki etkileşime” nadiren ihtiyaç duyan üretken emeği bütün çıplaklığıyla gözler önüne serer.[9] Sanat, insanın çalışması ile o çalışmanın ürünleri arasında daha üstün nitelikli bir ilişkiye yer açan sayılı alanlardan bir tanesidir (ama yegânesi değildir). Marksistlerin sanat ve estetik yaklaşımlarında bu husus önemli bir yer tutacaktır, gerçi onlar da bu üstün nitelikli ilişkinin sadece yüksek sanattaki tezahürlerine odaklanmış olabilirler. Lukács’a göre sanatın has örneği, “gerçeklikle şeyleşmemiş bir ilişki kurma imkânının canlı örneği”ni oluşturan eserdir; keza Adorno’ya göre gerçek sanat eserleri, “mübadeleyle, kârla, alçalmış bir insanlığın sahte ihtiyaçlarıyla çarpıtılmış olmayan şeylerin mutlak temsilcileri”dir.[10]

Marx’ın burada yer verdiğimiz iki görüşü –i) emek her türlü sanatsal vasfını kaybetmiştir; ve ii) sanat, değer yasasına tabi olamaz– sanat faaliyetinin sadece müstesna Milton’lara değil tüm insanlara açık olması gerektiğine işaret ediyor. Nitekim Marx, “sanatsal yeteneğin benzersiz, biricik bireylerde yoğunlaşması … ve kitleler arasında böyle bir yeteneğin önünün tıkanması işbölümünün sonucudur” diye yazarken, insanların bu faaliyetten mahrum bırakıldığını öne sürer.[11] Dave Beech de, Art and Value kitabının sonunda yazdığı satırlarda Marx’ın bu öngörüsünün izinden gitmektedir: “Sanatta devrim yaratabilecek tek şey, sanata katılımın önkoşullarının baştan aşağı dönüştürülmesi, özellikle de kültürel açıdan dışlanmış olanların özgürleşmesidir.”[12]

 

Sarah Brouillette’in Mediations dergisinde yayınlanan On Art and "Real Subsumption" başlıklı yazısından seçilmiş bölümlerin çevirisidir.



[1] Karl Marx, Theories of Surplus Value (Moskova: Progress Publishers, 1968) Ch. 04.

[2] A.g.e.

[4] Aktaran, S. S. Prawer, Karl Marx and World Literature (Oxford: Oxford UP, 1976) s. 114. [Bkz. Marx, German Ideology, “Organization of Labor”, https://www.marxists.org]

[5] Karl Marx, “‘Introduction’ to the Grundrisse,” Later Political Writings, ed. Terrell Carve (Cambridge: Cambridge UP, 1996) 129.

[6] Karl Marx, “Preface”, Critique of Political Economy (Peking: Foreign Language Press, 1976) xx. https://www.marxists.org/archive/marx/works/1859/critique-pol-economy/preface.htm

[7] S. S. Prawer, Karl Marx and World Literature (Oxford: Oxford UP, 1976) s. 291.

[8] A.g.e.

[9] Marx’tan aktaran Prawer, s. 313.

[10] György Markus, “Walter Benjamin or: The Commodity as Phantasmagoria”, New German Critique 83 (Bahar-Yaz 2001) 5; Theodor Adorno, Aesthetic Theory, ed. Gretel Adorno ve Rolf Tiedemann, çev. Robert Hullot-Kentor (Londra: Bloomsbury, 2013) s. 310.

[11] Aktaran, Prawer, Karl Marx and World Literature, s. 113.

[12] Art and Value, s. 369.

sanat ve emek