Raymond Williams’ın Kültürel Materyalizmi

Aşağıdaki metin, Raymond Williams’ın Kültür ve Materyalizm kitabının Fransızca çevirisinin yayınlanması üzerine Löwy’nin kaleme aldığı Le matérialisme culturel de Raymond Williams başlıklı yazıdan kısaltılarak çevrilmiştir (Culture et Matérialisme, önsöz. J.-J. Lecercle, çev. N. Calvé ve É. Dobenesque [Paris: Les Prairies Ordinaires, 2009]).

 

 

 

Kimi küçük dergilerde yayınlanan az sayıdaki makalesi dışında Fransa’da neredeyse hiç bilinmeyen, kültürel çalışmalar (cultural studies) akımının ve New Left Review’un kurucularından Raymond Williams (1921-1988), 20. yüzyıl İngiliz kültürel eleştirisinin en etkili ve yenilikçi simalarından biri olmuştur. Çalışmalarının Fransızcaya nihayet tercüme edilmesi için, ilk önemli kitaplarının yayınlanmasının üzerinden yarım yüzyıl geçmesi gerekti. Bu gecikmenin nedeni nedir? Manş Denizi aşılmaz bir uçurum mu? Fransa görkemli bir inzivaya mı çekilmek niyetinde? Bu ve bunun gibi başka gecikmeler, “kültürel çalışmalar”ın analitik/eleştirel yöntemlerine uygun olarak yürütülecek bir araştırmayı hak ediyor.

Galler ülkesinden bir demiryolu işçisinin oğlu olan Williams, Fransız meslektaşı Pierre Bourdieu gibi, İngiliz akademik elit ortamında bir outsider (yabancı) olagelmiştir. Bir işçi ailesinin çocuğu olarak sınıfına, ve kültürü itibariyle Gal topluluğuna olan bu ikili sadakati hayatına yön veren unsurlardan olmuştur. Şüphesiz son derece elitist Cambridge Üniversitesi’nde edebiyat okumuş, fakat 1930’lu yılların sonunda İngiliz Komünist Partisi’ne üye olarak, ister istemez akademik establishment’in dışında kalmıştır. Eğitimi, tankçı olarak katıldığı İkinci Dünya Savaşı sırasında kesintiye uğrar. Savaş sonrasında Cambridge’den –ve Komünist Parti’den– ayrılıp, dostu E.P. Thompson’la birlikte, İngiliz işçi hareketine bağlı akademik bir eğitim ağı olan Workers’ Educational Association’da ders vermeye karar verir. Cambridge’e ancak öğretim üyesi olarak, 1961’de dönecektir.

Raymond Williams’ı, bilhassa da Kültür ve Toplum (1958) kitabını, Stuart Hall ve Birmingham Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi’ndeki dostlarıyla birlikte, İngiliz dili araştırmalarının en önemli alanlarından biri haline gelecek olan kültürel çalışmaların kurucusu olarak değerlendirebiliriz. Hatırlatalım, kültürel çalışmalar başlangıçta, Marksizmden esinlenen, geniş anlamda kültürel olgulara yönelik bir eleştirel ve toplumsal-tarihsel analiz yöntemiydi. Williams; E. P. Thompson, John Saville, Stuart Hall, Raphael Samuel ve 1956’da İngiliz Komünist Partisi’nden ayrılan başka Marksist entelektüellerle birlikte 1960’ta New Left Review’u kurmuştur. Kısa zaman sonra derginin yazı işleri müdürlüğünü genç Perry Anderson üstlenir. Williams, 1960’larda keşfettiği tarihselci eğilimli Batı Marksizmine büyük ilgiyle yaklaşır. Özellikle Gramsci, Lukács ve Lucien Goldmann’ı okur; fakat kendisininkinin tam zıddı bir yöntemle çalıştığını düşündüğü Althusser ilgisini çekmez. Bu dönemdeki çalışmaları, İngiliz (romantik) kültürel eleştiri geleneği ile kıta Marksizmini birleştiren bir hat oluşturacaktır. Angaje bir entelektüel olarak sosyalist görüşlerini hiçbir zaman saklamaz ve E.P. Thompson’la birlikte, modernleşmenin mitlerini ifşa eden, çok ses getirecek bir anti-kapitalist metin yayınlar: May Day Manifesto (1968).

 

Bir toplumsal değişim modeli olarak modernleşme, toplumun tarihsel gelişim sürecini basitleştirerek gerçekte olduğundan kısa gösterir. Geçmişin tamamı, “geleneksel” toplumun parçasıymış gibi sunulur, ve modernleşme bir gelecek yaratmadan geçmişten kopmaya götüren teknik bir araçtır. [...] Gerçek toplumsal çatışma ve sorunları “bilimsel devrim”, “konsensüs” ve “üretimcilik” gibi soyutlamalarda eriten, çatışmasız ve siyasal açıdan nötr bir teknokratik toplum modelidir modernleşme.[1]

 

 

Romanlar, sosyolojik eserler, Marksist edebiyat incelemeleri, medya analizleri ve siyasal denemeler yazmış olan Williams, ki bunların bazıları Oxford University Press, bazıları da sonradan Verso adını alacak New Left Books tarafından yayınlanır, Nükleer Silahsızlanma Kampanyası’nın (CND) da başını çeker. Anahtar Sözcükler (1976) veya Marksizm ve Edebiyat (1977) gibi bazı çalışmaları, Atlantik’in her iki kıyısından eleştirel aydın kuşaklarının düşüncesini beslemiştir. Jean-Jacques Lecercle’in haklı olarak altını çizdiği gibi, birçoklarının aksine Williams hiçbir zaman saf değiştirmemiş ve sosyalist angajmanını inkâr etmemiştir. Kültürel çalışmalar ekolünde, yazılarının eleştirel, anti-kapitalist vurgusunu ihmal ederek Williams’ı postmodern veya post-Marksist “dilsel dönemeç” çerçevesinde değerlendiren kimi incelemeler, Williams’ın çalışmalarının bu boyutunu göz ardı eder.

Williams’ın sosyokültürel duyarlılığı, Galler’in halk kesimlerini konu alan romanlarına da yansır. “Galler üçlemesi”ni oluşturan üç kitabında bunu görebiliriz: Border Country (1960), Second Generation (1964), The Fight for Manod (1974). Ölümünün ardından iki cilt halinde yayınlanan, kendi doğduğu Kara Dağlar’da Neolitik Çağdan Ortaçağın sonuna Gal halkının yaşamından bölümler aktaran yarım kalmış tarihsel roman People of the Black Mountains’da (1989-1990) romantik boyut özellikle göze çarpar.


 

 

Kültürel Materyalizm: İngiliz Romantik Kültürel Eleştiri Geleneği ile Marksizm Arasında “Orta Yol” mu?

Raymond Williams’ın, kültürel çalışmalar alanının kurucu metni sayılan önemli kitabı Kültür ve Toplum 1780-1950, Coleridge ve Wordsworth’le başlayıp William Cobbett, Thomas Carlyle, Matthew Arnold ve William Morris’e, oradan da T. S. Eliot ve F. R. Leavis’e uzanan, kapitalist/sınai uygarlığa yönelik İngiliz –romantik– kültürel eleştiri geleneğini ilerici bir perspektifle yeniden ele alıp değerlendirme yönünde iddialı bir girişimdir. Aralarında büyük farklar olan bu yazarlar yine de ortak bir noktada buluşmuştur: kayıp bir sosyokültürel geçmişe (“Eski İngiltere”ye) duyulan bir tür nostalji; ve ticari, mekanik değerleriyle burjuva sınai modernliğine yönelik acımasız bir eleştiri. Kimisi (Edmund Burke) hat safhada muhafazakârdır; kimisi (William Cobbett) işçilerin çıkarları için mücadele eder; kimi ise (William Morris) gerçek sosyalist devrimcilerdir. Kültür ve Toplum’un yazarı, bu farklılıkları yadsımadan, onlardaki ortak yönle ilgilenir: Sanayi Devrimi’yle oluşan yeni topluma kökten biçimde karşı çıkmaları. J.-J. Lecercle’in haklı olarak gözlemlediği gibi Williams, söylemine kimi kez nüans kattığı veya biraz eğip büktüğü zamanlar olsa da, bu pozisyonlarından asla vazgeçmeyecektir.

Kültür ve Toplum’da Williams, 1930’lu yılların (Christopher Caudwell’in başlıca figürlerinden olduğu) indirgemeci İngiliz Marksizmine haklı bir eleştiri yöneltir. Bununla birlikte “romantizm ile Marx arasında; başlıca İngiliz geleneği olan kültür fikri ile Marx’ın bu fikre yönelik parlak değerlendirmesi arasında bir etkileşim” yaratmayı hedefler. 1930’larda, geçmişin organik topluluğu ve kültürel gelenek adına mekanik medeniyeti ve haris ticaret ruhunu eleştiren bu İngiliz geleneğinin başat temsilcisi F.R. Leavis olmuştur. Leavis Mass Civilisation and Minority Culture (1930) kitabının yazarıdır ve dönemin etkili edebiyat eleştirisi dergisi Scrutiny’yi çıkartır. Raymond Williams, bu akımın kültürel elitizmini ve muhafazakârlığını reddetmekle birlikte, ticaretin kültür üzerindeki yozlaştırıcı etkisine karşı aldığı tavra ve eleştirel boyutuna ilgi duyar. Buna rağmen, Williams’ın siyasal-kültürel tavrını, J.-J. Lecercle’in öne sürdüğü gibi bir “sol Leavis’çilik” olarak tanımlamak doğru olur mu?[2]

Fazlasıyla sınırlı bir gönderme gibi geliyor bana bu: Neden Williams’ı, William Morris’in takipçisi veya bir “yeni Cobbet’çi” olarak tanımlamayalım? Williams’ın, Leavis ve Scrutiny’nin elitist tutumuna açıktan mesafe aldığını göz önünde bulundurursak, Lecercle’in önerdiği formül daha da sorunlu bir hal alıyor. Esasında Williams, Leavis’e veya bu akımın şu ya da bu yazarına değil, tıpkı E. P. Thompson gibi, “romantik Marksizm” ifadesiyle tarif edebileceğimiz alana bağlanabilir. Elbette bu ifade yazılarında hiçbir zaman bu şekilde yer almaz, ama Williams’ın 1958’den itibaren yürüttüğü çalışmalar bu ikisi arasında bir etkileşim kurmaya yönelir.[3]

Thompson gibi Williams da, 1960’larda, yeni yayın kurulunun (Perry Anderson ve arkadaşları) entelektüel ve siyasi seçimlerini paylaşmadığı için New Left Review’dan uzaklaşacaktır. Hatta kurulun yeni üyelerinden Terry Eagleton, 1976’da, Leavis’ten fazla etkilendiği için yöntemini “idealist” olarak değerlendirdiği Williams’ın Marksizmini sorgulayan bir makale yayınlayacaktır. Bununla birlikte, birkaç yıl sonra, Perry Anderson ile yayın kurulundan Anthony Barnett ve Francis Mulhern’ın Williams’la yaptıkları söyleşileri biraraya getiren Politics and Letters (New Left Books, 1979) kitabıyla somutlaşan bir yakınlaşma meydana gelecektir. O dönemden itibaren Williams “eski New Left” ile “yeni New Left” arasında entelektüel ve siyasal bir köprü oluşturacaktır.

 

Marksizm ve Romantizm

Williams’ın, Marksizmin romantik eleştiriyle bütünleştirilebilmesi gerektiği görüşünün çarpıcı bir örneği, benim için 1980 tarihli kısa bir metindir: Lukács hakkındaki kitabımın İngilizce baskısına dair bir eleştiri notu. Williams’ın değerlendirmesi büyük oranda –özellikle de genç Lukács’ın beslendiği romantik kaynakların incelendiği ilk bölüm hakkında– olumluydu, ama kitabın başlığına sıcak bakmadığı belliydi: Georg Lukács – from Romanticism to Bolchevism (1979; Georg Lukács: Romantizmden Bolşevizme). Aslında bu, kitabın Fransızca orijinalindeki başlık değildi, New Left Books’daki dostlarım tarafından –elbette benim de onayımla– seçilmişti. Bu başlık, genç Lukács’ın çalışmalarına nüfuz etmiş anti-kapitalist romantizmi, Marksizm ve komünizm yolunda mecburen aşılması gereken basit bir hazırlık evresi gibi görerek küçümsüyordu. Oysa, diyordu Williams, romantikler kendi çağlarında devlet bürokrasisini, sanayicilik ile “düşüncenin nicelleşmesi” arasındaki bağı ve modern toplumda cemaatin kayboluşunu teşhir etmişlerse, “[şimdi], 1970’lerin sonunda, zamanlarını boşa harcadıkları veya basit ve temel bir gerçeği kavrayamadıkları sonucuna varmak” zordur. Modern sosyalizm, “merkezî devlete, sanayiciliğe ve toplumsal düzene karşı” yöneltilen, kabaca “romantik” denebilecek eleştirileri görmezden gelemez. “Gerçeklikten kopuk”, “muğlak”, “uygulanamaz” gibi, aşağılayıcı anlamda “romantik” olarak tanımlanan bu meselelerin ve “büyüme” ekonomisi, bireysel özgürlükler, toplumsal süreç olarak demokrasi gibi başka benzer konuların reddi, 20. yüzyıl sosyalizminin teorisinin ve pratiğinin örselenmesinin nedenlerinden biridir. Lukács’ın başlıca eseri Tarih ve Sınıf Bilinci (1923) ve şeyleşme kavramı, nicel ve araçsal bilince yönelik “romantik” eleştiriyi Marksizmle bütünleştirmenin sonuçları değil midir? Bu mesele, Stalinist dönemin sonunun derin bir krizi tetiklediği sırada, “Marksizmler muharebesi”nin merkezinde yer almıştır. Her ne kadar kimileri bu problematiği idealist ve romantik olduğu, veya –yeni bir küçümseyici retorikle– hümanist ve ahlakçı olduğu gerekçesiyle reddetmeyi denemiş olsa da…[4]

 

Avangard Siyaset ve Mevcut Toplumsal Düzenin Ötesine Dönüş

Kültür ve Materyalizm kitabındaki kimi metinler, Williams’ın romantik eleştiriye, özellikle de bu eleştirinin modern tezahürlerine olan ilgisinin devamlılığına tanıklık ediyor. Modernizmin kökenlerini konu alan 1985 tarihli bir makalede bu problematik ele alınıyor. Wordsworth’ten Elisabeth Gaskell ve Charles Dickens’a, romantiklerin büyük modern kentlerde kalabalıkların yalnızlığına gösterdikleri tepkiyi, bir yandan İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu’nda (1844) Engels’in gaddar kayıtsızlığa, dar kafalı bencilliğe ve özellikle de insanlığın yalıtılmış monadlara ayrılmasına –ki burjuva toplumunun temel ilkesi budur sanki– yönelttiği acımasız eleştiriyle, öte yandan da modernist yazar ve şairlerin endişeleriyle karşılaştırıyor. En sevdiği yazarlardan birine, T. S. Eliot’a atıfta bulunarak, modernistlerin, burjuva dünyaya karşı geçmiş veya egzotik kültürlere göndermede bulunduğunu gözlemliyor Williams.

Bu problematik, çok daha ayrıntılı biçimde, “avangard siyaset” üzerine 1988 tarihli parlak bir metinde  ele alınıyor. Williams genel olarak modernist akımda ve özel olarak siyasal-sanatsal avangardlarda iki karşıt eğilimi birbirinden ayırıyor. Her ikisi de burjuvaziyi, akademizmi ve dini teşhir etse de, bir yanda fütüristler gibi hızı, makineyi, büyük kenti, savaşı kutsayanlar, diğer yanda ise sembolistler, ekspresyonistler veya sürrealistler gibi, primitif ve egzotik sanata ilgi duyan ve böylece bir anlamda mevcut toplumsal düzenin ötesine dönüşü hayata geçiren, romantik ortaçağcılığın mirasçıları var. Rusya haricinde (Mayakovski) birinci kesim faşizme katılırken, ikinci grup birbirinden son derece farklı siyasal tercihlerde bulunacaktır. Avangardın “neo-romantik” çeşitlemesi, burjuvaziyi hedef alan aristokratik eleştiri ile –hakiki soyluluk olarak sanatsal deha tapıncı– sosyalist eleştirinin –sanatın ticarete ve paraya indirgenmesine karşı çıkış– karışımıdır ve akıl-öncesi ile bilinçdışının ehlileştirilmemiş alanına önem verir. Bu tutumun siyasal sonuçları hayli çeşitlilik gösterir, fakat çoğu zaman anarşizme, devrimci sosyalizme veya komünizme varmıştır: Bilhassa sembolistler, dadaistler, sürrealistler, ve ekspresyonistlerin bir kısmı için geçerlidir bu – her ne kadar Gottfried Benn gibi bazı ekspresyonistler Nazizm saflarına katılacak olsa da. Üçüncü Reich’ın çeşitli modernist akımları “kültür Bolşevizmi” olarak tanımlayıp toptan mahkûm edeceğini, SSCB’deki Bolşevizm mirasçılarının da bu akımları kınayacağını biliyoruz.

Williams doğal olarak edebiyat avangardının Britanya’daki tezahürleriyle de ilgilenir: Auden ve Isherwood’un yazılarında bir çeşit sol ekspresyonizm kendini gösterirken, Yeats, Wyndham Levis ve Ezra Pound sağcı hatta kimi zaman faşist bir modernizmin temsilcileri olacaktır. Önde gelen bir modernist şair, ve bu yazarlar arasında en etkilisi olan T. S. Eliot’ın durumu daha karmaşıktır; zira o, bir yönüyle elitist ve gelenekçiyken, diğer yönüyle “katlanılmaz (bu anlamda da her zaman burjuva) bir kültür ve toplum düzeni karşısında tam anlamıyla yıkıcı”dır.

Eksik ve yetersiz taraflarına rağmen –örneğin Williams sürrealistlerin siyasal tutumuna ilişkin olarak yalnızca “faşizm karşısında etkin ve yıkıcı bir direniş” gösterdiklerini söylerken, siyasal angajmanlarının radikalliği konusunda pek net bilgi sahibi değil gibi görünmektedir– yine de çok etkileyici bir metindir bu, ve Williams’ın burada esasen Kültür ve Toplum kitabıyla başladığı bir analizi avangardlar alanına taşıdığı söylenebilir: romantizmden esinlenen burjuva-karşıtı kültür eleştirisindeki zenginliğin ve muğlaklıkların analizi.

 

Modern Burjuva Toplumunun Somut Analizi

Modern burjuva toplumunun en tedirgin edici iki görünümü Kültür ve Materyalizm’de somut incelemelere konu oluyor: reklamcılık ve sosyal Darwinizm. Williams’a göre “kapitalizmin resmî sanatı” olan reklamcılık, beşeri bilimlerdeki gelişmelerden yararlanarak topluma karşı psikolojik bir savaş yürütmekte, ve toplumun ortak amaçları üzerinde yıkıcı bir etki yaratmaktadır. Sosyal Darwinizme gelince, “en iyi uyum sağlayanın ayakta kalması” ilkesi altında kapitalist/sınai medeniyetin dizginsiz rekabetçi bireyciliğini savunan ve resmeden bu tutum, yalnızca 19. yüzyıl sonuna özgü bir fenomen değildir. Piyasa ekonomisinin ve burjuva hiyerarşik düzeninin en gaddar biçimlerini meşrulaştırmada hâlâ kullanılmaktadır. Bu iki inceleme Williams’ın kültürel materyalizminin temel bir yönünü ortaya koyuyor: Sosyopolitik analiz yalnızca edebiyat, şiir ve “yüksek kültür”ü incelemekle kalmamalı, herhangi bir toplumdaki kültürel üretimin tamamına, bilhassa da egemen sınıfların hegemonyasını kesinleştirmeye yarayan üretimlere odaklanmalıdır. Bu elbette Williams’ın, beğeni yargısının göreli olduğu yolundaki postmodern eğilimi paylaştığı anlamına gelmiyor: Ona göre bütün kültür ürünleri aynı değerde değil.

Raymond Williams yöntemini “kültürel materyalizm” olarak tanımlıyor: yani kültürel olgulara, zihnin ürünleri veya salt nesneler olarak değil, toplumsal sınıflarla yakın ilişki içindeki pratikler ve kurumlar bütünü olarak yaklaşıyor. Bu yaklaşımın anlaşılmasında kitabın metodolojik açıdan en önemli metni, 1973 tarihli “Marksist Kültür Teorisinde Altyapı ve Üstyapı” başlıklı makale; aynı zamanda Williams’ın en çok okunan ve tartışılan metni bu. Kültür ve Toplum kitabının yankıları, argümanın temel izleğini teşkil etmeseler de, burada da eksik değildir. “Üstyapıları” ekonomik altyapının basit bir “yansıması” olarak değerlendiren ekonomist, indirgemeci ve belirlenimci Marksizm yorumlarını reddeden Williams, kültürel üretimle sosyo-ekonomik süreçler arasındaki ilişkiyi, bütünsellik kategorisi (Lukacs), yapısal benzeşiklik kavramı (Lucien Goldmann) ve egemen sınıfların hegemonyası mefhumu (Gramsci) aracılığıyla ele alıyor. Williams’ın yaklaşımının, E.P. Thompson veya E. Hobsbawm gibi tarihçilerin de paylaştığı bir İngiliz geleneğinin parçası olduğunu ekleyelim. Bu yaklaşım çerçevesinde Williams yapısalcılığı reddederken, tarihsel özneyi ve öznenin failliğini, bireysel veya kolektif eyleme gücünü vurgular.

Williams’ın bu metindeki en çığır açıcı katkısı ise, üç kültürel sistem tipi ayırt etmesi: 1. egemen kültüre direnen, daha önceki toplumsal formasyonların değerlerinden oluşan “kalıntı halindeki kültürler”; 2. topluma hegemonik bir değer ve anlam sistemi dayatan “egemen kültür”; 3. yerleşik anlamlandırmalara karşı çıkıp yeni değerlere işaret eden “yükseliş sürecindeki kültürler”. Kavramın düşündürebileceğinin aksine “kalıntı halindeki” değerler önemli bir eleştirel ve muhalif rol oynayabilir; fakat bu, egemen kültürün görmezden geldiği insani deneyim, arzu ve yetkinleşme alanlarını temsil ettikleri oranda mümkün olur. Williams’ın gözlemlerine göre son yarım yüzyılın İngiliz edebiyatının önemli bir kısmı, kalıntı halindeki bu değerlere gönderme yapmaktadır. Şüphesiz, içe alma süreçleri sayesinde egemen kültür eskiden kalan veya yükselmekte olan değerleri çoğu zaman bünyesine katıp etkisizleştirmeyi başarır; fakat kurulu toplumsal düzene gerçek anlamda karşıt olan formlar yine de bu iki değer sisteminden çıkar.

 

Romantik Kültürel Eleştirinin Ötesinde

Buraya kadar Raymond Williams’ın kapitalist uygarlığa yönelik romantik kültürel eleştiriyle arasındaki yakınlıklar üzerinde durduk. Fakat onun kültürel materyalizminin, hangi argümanlar üzerinden, bu gelenekle arasına son derece keskin bir mesafe koyduğunu da değerlendirmek gerekir. “Kültür ve teknoloji” ile iletişim araçları hakkındaki çalışmalarında bunu görebiliriz, ki bu derlemedeki iki yazı bu konulara hasredilmiştir. “Teknolojik belirlenimcilik ile kültürel kötümserlik arasındaki tuhaf ittifakı” eleştiren Williams, elitist bir kültür anlayışıyla kitle iletişim biçimlerini kınayan uğursuz kehanetlere mesafe alır: radyo, sinema, plaklar ve nihayet, tam bir çokbaşlı yılan olarak görülen televizyon. Hiç şüphesiz, kültürel alandaki teknolojik değişimler Williams’a göre mevcut toplumsal ve ekonomik ilişkiler bünyesinde gerçekleşir, dolayısıyla teknik yenilikler kültürel amaçlardan ziyade esasen sınai ve ticari niyetlerden ileri gelir. Paranın devasa kudreti ve reklam endüstrisiyle bağı, ulusaşırı ticaretin hizmetinde yeni iletişim araçlarını kültürel üretimleri homojenleştirmek ve tektipleştirmek için kullanır. Bununla birlikte kültürel kötümserlik taraftarları, ilettikleri vasat içeriklerden bizzat teknolojileri sorumlu tutmakla yanılgıya düşmektedirler. Yeni teknolojilerin başka türden kullanımları da tasavvur edilebilir: Neden kablolu televizyon ve uydu televizyonu, kamu mülkiyeti altında, üreticilerin özyönetimi altındaki geniş bir şebeke için kullanılmasın? Devrimci toplumsal hareketler kolektif biçimde iletişime bağlı üretim araçlarını, örneğin yerel radyoları ele geçiremezler mi? Başka bir ekonomik ve toplumsal sistemde yeni teknolojiler, doğrudan demokrasi biçimlerinin ortaya çıkışını sağlayarak, yeni ve interaktif toplumsal ve kültürel ilişki biçimlerini destekleyebilir. Williams’ın aşırı bir iyimserliğe kapıldığını düşünebiliriz, fakat televizyon ve kitle iletişim araçları hakkındaki yazıları, medya üzerine eleştirel düşünceye özgün ve sıra dışı bir katkıdır. 

Her durumda, umarız Kültür ve Materyalizm’in yayınlanması, kültür hakkındaki Marksist düşünceyi baştan aşağı yenilemiş bir düşünürün başka eserlerinin basımının da önünü açacak bir ilk adım, bir eşik olur. Williams’ın, incelikli bir kültürel materyalizm ile burjuva medeniyetine yönelik romantik eleştiriyi birleştirerek yarattığı “muhteşem melez” (Lecercle), keskinliğini ve sağlamlığını hâlâ koruyor.



[1] R. Williams (ed.), May Day Manifesto, Penguin, 1968, s. 45.

[2] Jean-Jacques Lecercle, “Lire Raymond Williams aujourd’hui”, introduction à Raymond Williams, Culture et Matérialisme (Paris: Les Prairies Ordinaires, 2009) s. 12.

[3] Williams’daki "romantik" boyuta dair daha ayrıntılı bir değerkendirme için Robert Sayre ile kaleme aldığımız şu makaleye bakınız : "Le courant romantique dans les sciences sociales en Angleterre: Edward P. Thompson et Raymond Williams”, Esprits de feu. Figures du romantisme anticapitaliste içinde (Paris: Éditions du Sandre, 2010). İngilizcesi: https://www.marxists.org/history/etol/newspape/atc/2516.html

[4] Raymond Williams, "What is anticapitalism? ", New Society, 24 Ocak 1980, s. 189-190. Williams’ın eleştirisi, beni romantizm ile Marksizm ilişkisi hakkında yeni bir çerçevede düşünmeye sevk etti.