/ Pasajlar / Yaratıcı Edim

 

                               

Marcel Duchamp, New York’taki stüdyosunda satranç oynarken, fotoğraf: Kay Bell Reynal (1952) Kaynak: Smithsonian Enstitüsü Amerikan Sanatı Arşivi

 

İki önemli etmeni, sanatın yaratılmasının iki kutbunu ele alalım: Bir yanda sanatçı, diğer yanda sonradan gelecek kuşakları oluşturacak olan seyirci.

Görünüşe bakılırsa, sanatçı zamanın ve mekânın ötesindeki labirentten çıkış yolunu arayan, aracı bir varlık [mediumistic being][1] gibi davranır. Sanatçıya bir aracının özelliklerini verirsek, o zaman neyi neden yaptığı noktasında estetik bir bilince sahip olduğunu inkâr etmeliyiz. Sanatçının, yapıtın sanatsal icrasındaki tüm kararları saf sezgiye dayanır ve yazılı ya da sözlü olarak kendini-çözümlemeye çevrilemez; hatta düşünülemez bile.

T.S. Eliot, “Gelenek ve Bireysel Yetenek” adlı makalesinde şöyle yazar: “Sanatçı ne kadar mükemmelse, ondaki acı çeken insan ile yaratan zihin o kadar ayrışacak; zihin, malzemesi olan tutkuları o kadar mükemmelce sindirecek ve dönüştürecektir.”

Milyonlarca sanatçı yaratır; yalnızca birkaç bini seyirci tarafından tartışılır ya da kabul edilir; ve çok daha azı gelecek kuşaklarca kutsanır.

Son tahlilde, sanatçı, bir dâhi olduğunu herkese ilan edebilir: Açıklamasının toplumsal bir değer kazanması ve nihayet gelecek kuşakların, onu Sanatçı Tarihi’nin öncüleri içine dâhil etmesi için seyircinin hükmünü beklemek zorundadır.

Bu iddianın, bu aracılık rolünü reddeden ve yaratıcı edimdeki farkındalıklarında direten pek çok sanatçının onayıyla karşılanmayacağını biliyorum – yine de sanat tarihi, sanat yapıtının erdemleri üzerinde tutarlı bir şekilde karar verirken, sanatçının ussallaştırılmış açıklamalarından tamamen ayrılmış değerlendirmelere başvurmuştur.

Eğer sanatçı, hem kendine hem tüm dünyaya yönelik en iyi niyetlerle dolu bir insan olarak, kendi yapıtına ilişkin verilen hükümde hiçbir rol oynamıyorsa, seyirciyi sanat yapıtına eleştirel olarak tepki vermeye yönlendiren olay nasıl tarif edilebilir? Başka bir deyişle, bu tepki nasıl meydana gelir?

Bu fenomen, sanatçıdan seyirciye, pigment, piyano ya da mermer gibi atıl madde aracılığıyla meydana gelen estetik bir ozmos[2] biçimindeki bir aktarıma benzetilebilir.

Fakat biraz daha ilerlemeden önce, “sanat” sözcüğünden anladığımızı –emin olun, herhangi bir tanımlama girişimi olmaksızın– açıklığa kavuşturmak istiyorum. 

Benim düşünceme göre sanat, kötü, iyi ya da vasat olabilir; fakat hangi sıfat kullanılırsa kullanılsın, ona sanat dememiz gerekir; kötü bir duygunun, yine de bir duygu olması gibi kötü sanat da yine sanattır.

Dolayısıyla, “sanat katsayısı”na atıfta bulunduğumda, yalnızca büyük sanata atıfta bulunmadığım; fakat ister kötü, ister iyi ister vasat olsun, ham halde –à l'état brut– olan sanatı üreten öznel düzeneği tarif etmeye çalıştığım anlaşılacaktır.    

Yaratıcı edimde, sanatçı, tamamen öznel bir tepkimeler zinciri yoluyla, niyetten gerçekleştirmeye gider. Sanatçının gerçekleştirmeye yönelik mücadelesi, en azından estetik düzlemde tamamen bilincinde olmadığı –ve olmaması gerektiği– bir dizi çaba, acı, tatmin, ret ve karardan oluşur.

Bu mücadelenin sonucu, niyet ile onun gerçekleştirilmesi arasındaki fark, sanatçının ayırdında olmadığı bir farktır.

Sonuç olarak, yaratıcı edime eşlik eden tepkimeler zincirinde bir halka eksiktir. Sanatçının, niyetini tümüyle ifade etmedeki yetersizliğini temsil eden bu boşluk, gerçekleştirmeye niyetlendiği ile gerçekleştirdiği arasındaki bu fark, yapıtta kapsanan kişisel “sanat katsayısı”dır.

Diğer bir ifadeyle, kişisel “sanat katsayısı”, niyet edilen ama ifade edilmeyen ile niyet edilmeden ifade edilen arasındaki aritmetik ilişki gibidir.

Bir yanlış anlamayı önlemek adına, bu “sanat katsayısı”nın, à l'état brut sanatın kişisel bir ifadesi olduğunu anımsamalıyız; yani hâlâ ham halde olan ve seyirci tarafından melasından ‘arıtılması’ gereken saf şeker gibi. Bu katsayı basamaklarının seyircinin hükmü üzerinde bir etkisi yoktur. Seyirci, dönüşüm fenomenini deneyimlediğinde, yaratıcı edim başka bir yön kazanır: Atıl maddeden sanat yapıtına olan değişimde, gerçek bir başkalaşım meydana gelmiştir. Ve seyircinin rolü, estetiğin terazisinde yapıtın ağırlığını belirlemektir.

Bir bütün olarak ele alındığında, yaratıcı edim yalnızca sanatçı tarafından ortaya konulmaz; seyirci, onun içsel niteliklerini deşifre ederek ve yorumlayarak, yapıtı dış dünyayla temasa geçirir ve böylece yaratıcı edime katkısını ilave eder. Bu durum, gelecek kuşaklar nihaî hükmü verdiğinde ve bazen de unutulmuş sanatçılara itibarlarını iade ettiklerinde, daha açık hale gelir.  

 

“Yaratıcı Edim” [The Creative Act] başlıklı metin, Amerikan Sanat Federasyonu'nun 1957 yılında Houston'da düzenlemiş olduğu toplantıda sunulmuştur. Metnin özgün hali için bkz. http://radicalart.info/things/readymade/duchamp/text.html

Metni Duchamp’ın kendi sesinden dinlemek için bkz. http://soundcloud.com/brainpicker/marcel-duchamp-the-creative-act 

 



[1] Latince kökeni "orta" anlamına gelen medium sözcüğü 1600'lerde "aracı, vasıta" gibi anlamlar kazanmıştır.  1800'lü yıllara gelindiğinde hem yağlıboya veya suluboya gibi sanatsal üretim tekniklerini belirtmek üzere kullanılmış hem de “spiritüel mesajların ileticisi/medyum” anlamı kazanmıştır – ç.n.

[2] Ozmos (geçişme), çözücü moleküllerin az yoğun oldukları bir ortamdan, daha yoğun oldukları bir ortama yarı-geçirgen bir zardan enerji harcamadan geçişidir. Amaç, yalnızca çözücü geçişine izin veren zar aracılığıyla, bir çözeltideki çözünen derişimini eşitlemektir – ç.n.

Duchamp