/ Pasajlar / Kitsch Felsefesi

Jeff Koons, Şişme Köpek (Mavi), porselen edisyonu.

 

Yazımızda görüşlerine özellikle başvuracağımız Adorno ölümünden sonra yayınlanan estetik notlarında [...] şöyle [yazar]: “Bir zaman sanat olan sonradan kitsch’e dönüşebilir. Ama bu çöküş öyküsü belki de sanatın düzeltiliş tarihi, gerçek ilerlemesidir.”

Bilmecemsi, şaşırtıcı, henüz ham ve işlenmeyi bekler izlenimi veren bir saptama bu. ‘Yüksek sanat’ düşkünleri içinse, kerhen kitsch’le flört ediyor bile olsalar (zorunlu nedenlerle!), gene de ürkütücü. Öyle ya, bir de bakmışız, o çok sevdiğimiz Mozart ya da Beethoven eserlerinin baştan sona icralarının yerini, günümüzde sürekli tüketici profili koklayan müzik endüstrisinin aynı eserlerden en geçerakçe, en piyasa ezgileri seçerek dar ve giderek de kısalan zaman aralıklarına sıkıştırıp kaset, CD [veya Spotify–e.n.] gibi ortamlara aktardığı versiyonlar alıvermiş.[1] [...] İşlerin bu noktaya varacağı çoktandır belliydi zaten. Max Horkheimer 1947’de çıkan bir eserinden yapacağımız şu uzun alıntıda tüm bu süreci toparlamaktaydı:

Eskiden bir sanat yapıtının amacı, dünyaya ne olduğunu söylemek, nihai bir yargıda bulunmak olurdu. Sanat yapıtının bu özelliği günümüzde ortadan kalkmıştır. Beethoven’in Eroica senfonisini düşünün. Bugün ortalama bir konser izleyicisi bu yapıtın nesnel anlamını kavramaktan acizdir. Senfoniyi, program broşüründeki yorumların somutlanması olarak dinler. Oysa her şey notalarda yazılıdır: ahlaki ilkelerle toplumsal gerçeklik arasındaki gerilim, Fransa’daki durumun tersine Almanya’da ruhsal hayatın siyasal bir anlatım bulamaması ve müzikte bir açılım aramak zorunda kalması... Bugünse senfoni şeyleştirilmiş (reified), bir müze parçası haline, starların performansı için bir vesile ya da belli bir zümreye dahilseniz mutlaka katılmanız gereken bir toplantı aracı haline getirilmiştir. Ama yapıtla canlı bir ilişki, yapıtın bir anlatım olarak işlevinin dolaysız, kendiliğinden bir kavranışı söz konusu değildir artık; yapıtın bütünlüğünü, bir zamanlar doğruluk adını verdiğimiz şeyin bir imgesi olarak duymak, yaşamak mümkün değildir. Bu şeyleşme, aklın öznelleşmesinin ve biçimleşmesinin bir sonucudur. Sanat yapıtlarını kültürel metalara dönüştürür bu süreç, tüketimlerini de gerçek niyet ve amaçlarımızdan kopuk, rasgele, düzensiz bir duygular dizisine. Sanat, politika ve dinden olduğu gibi doğruluktan da koparılmıştır.[2]

Bu gelişme yanında bir de Heidegger gibilerinin büyük olasılıkla teknolojinin sanatın yerine geçtiği yönünde değerlendirmesi var ki, ilginç bir biçimde bu gelişmenin kitsch’in yaygınlaşmasıyla koşut gittiği de gözden kaçmıyor. Ama Heidegger asıl konumuzla ilgili çok ilginç bir teşhisi 1936-41 döneminde kaleme aldığı ama ancak yakın geçmişte gün ışığına çıkan notlarında dile getirmektedir. “Modernliğin Tamamlanış Çağında Sanat” [Die Kunst im Zeitalter der Vollendung der Neuzeit] başlığını taşıyan kısımda (§ 11) insanın artık saldırgan egemenliğine uygun dev çaplı örgütlenmelere başvurduğu bir zamanda sanat eserinin yok oluşuna tanık olunduğuna, buna karşın ‘sanat’ın yok olmayarak nitelik değiştirip bu örgütlenişlerin kendini tamamlayış tarzına, kipine (eine Weise der Vollendung der Machenschaft) dönüştüğüne dikkatleri çeker. [...]

Kitsch’le ilgili olarak Heidegger’in öne sürdüğü asıl vurucu ifade ise bu çarpıcı teşhisin hemen ardından gelmektedir:

Sanatın taklidi olarak ortaya çıkıp, güç gösteriminin zorlaması altında eskiden sanat eserlerini [niteleyen] özgeliğin yok olmasıyla [tek] dayanağını da yitiren kitsch özerklik kazanır ve artık kitsch olarak deneyimlenemez olur. Kitsch “kötü” sanat değildir; tam tersine, temelden, özden olmayan boş şeylere adanmış en üst düzey beceridir. Kendinin önemsenmesini temin amacıyla da simgesel niteliğinin apaçık propagandasını, reklamını yapmaktan [hiç] geri kalmaz.[3]

[...]

Geçmişte, özellikle de 1930’lar Almanya’sında baskın kitsch gerçekliğinin tarihsel kökenleri ve doğası üzerine kalem oynatan Norbert Elias gibi başka düşünürler de vardı hiç kuşkusuz. Hermann Broch da 1933’te yayınlanan bir yazısında sıradan toplumsal değerlerin üretilememekle kalmayıp, çöküşe geçtiği her tarihsel dönemi kitsch-dönem olarak niteliyordu. Sıradan toplumsal değerlerin yıkıldığı bu dönemler ‘kötülük’ ve ‘kötülükten korkma’ya dayandığı için, böyle dönemleri ifade eden sanatın da bir biçimde kötülükten dem vurmaması neredeyse imkânsızdı.

Ama biz asıl Adorno’nun Mart 1945’te kaleme aldığı bir konuşmasında [“Erste Fassung: What National Socialism Has Done to the Arts”] altını çizdiği bir noktayı, Nazilerin yükseldiği otuzlu yıllarda Hitler ve çetesinin sanat ve kültür alanlarında iyice yerleştirmeye çalıştığı kitsch eğilimlerin zaten Alman toplumunda önceki yüzyıllardan köklenerek önceki onyıllarda iyice yaygınlaştığı gerçeğini gözden kaçırmamalıyız. Adorno’nun aynı yazıda Hitler’den önce de var olan bu eğilimlerin Nazi iktidarı çöktükten sonra da süregideceğini, hatta iyice yerleşeceğini öngörmesinde Amerika’da sürgünde yaşarken Max Horkheimer’la birlikte “kültürel endüstriler” (sonradan “kültür endüstrisi”) olarak adlandırdıkları gelişmeye birinci elden tanık olmalarının payı hiç de az olmasa gerek. [...]

Adorno müzik kültürünün Hitler’den çok önce de müzelik bir ihraç malına dönüşmesine örnekler getirir. Ona göre, Wagner zaten daha Naziler yükselişe geçmeden önce genç kuşağın zihninden silinmeye yüz tutmuştu. Bu kültürsüzleşme ikliminde insanın iç ve dış dünyasıyla bağı kopan müziğin başına neler gelmekte olduğunun en güzel örneği Richard Strauss’tu. Strauss’un Nietzsche’nin felsefi imgesi Zerdüşt’ü müziğe dönüştürme çabasının[4] bizleri aldatmasına izin vermemek gerektiği görüşünde olan Adorno’nun sahte-hedonist vurdumduymazlık ve sığ şovmenlikle suçladığı, buna karşın uzak görüşlü kurnaz bir işletmeci olarak nitelediği, uluslararası üne sahip bu bestecinin felsefe temalarıyla flörtü hakkındaki yargısı acımasızdır:

Strauss’un müziğinde felsefe yanında dinin de, ‘sanat sanat içindir’ (l’art pour l’art) sembolist öğretisinin de satışa çıkarıldığını söylemek daha doğru olur... [Strauss’un müziğinde] her şey, seyredilecek, satın alınacak, zengin ama yorgun bir iş adamının sinirlerini uyarıcı bir kültür metaı (cultural good) olmuştur. Bu Strauss’un baştan sona tüm oeuvre’ü için söylenebilir... kendilerini onun eserlerinin sunduğu aynada sanki meşru bir soylu sınıfmış gibi görebilen Alman sanayici üst-sınıfının beğenisine de öylesine uyar ki bu.[5]

[...] “Sonunda da piyasayı buyrukları altında tutanların iş dünyasındaki çıkarlarının basit bir eklentisine dönüşür sanatın tüketilişi,” diye bağlar Adorno.

Kitsch’in tarihsel bir tanıma kafa tutmasının, ona ille de tanım getirmenin hem olanaksız hem de gereksiz olmasının bir nedeni de ‘kitsch’ örneklerin çok yaygın olmasından ötürü. Sözcüğün gerekli gereksiz, uluorta kullanımı da onun temsil ettiği nesneler, görüngüler yelpazesini bulanıklaştırmakta. Bir tanıma gelmemekle birlikte, kitsch’in inatla sürdürdüğü çok belirgin bir niteliği var ki, o da insandaki gerçek duygu ve tutkuları nötralize ederek, yerine hiçbirimizde bulunmayan, hiç kimsenin olmayan sahte duyguları yaymasıdır. Bu durumun meta dolaşımının renksiz (ya da sadece gri) değişim değerlerine bire bir uyduğunu da eklemiş olalım. Kitsch günümüzde tüm sanatlara bulaşmış olup, silinip atılması bezdirici ve oldukça umutsuz çaba gerektiren bir zehirdir.

 

Hasan Ünal Nalbantoğlu’nun “Âlem Kitsch Olmuş, Biz N’apalım?” başlıklı yazısından seçilmiş pasajlar, Arayışlar: Bilim, Kültür, Üniversite içinde (İletişim Yayınları, 2009) s. 199-213 arasından seçildi.

 



[1] [...] müziğin kendini kitsch’e kolaylıkla teslim edişi gerçekliğinden hareketle Adorno da şöyle yazmaktadır: “Müzik özellikle teslimiyete yatkındır; çünkü müziğin kavramsal olmayan doğası dinleyicileri kendilerini hisseden özneler sanıp düşüncelerine tam özgürlük tanıyarak akıllarına her gelen fikri düşünmek yönünde cesaretlendirmektedir. Müzik bir çeşit arzuların gerçekleşmesi ve sahte doyum (Ersatz-befriedigung) olarak işlev görür; filmden farklı olarak da bu eyleminde yakayı ele vermez... Müzik kendince ‘bilinçdışının ideoloji’sine katkıda bulunmaktadır.” [...] “Ideen zur Musiksoziologie”, Gesammelte Schriften, Band 16: Musikalische Schriften I-III, Klangfiguren (Frankfurt am Main: Suhrkamp Verlag): 15.

[2] Max Horkheimer, Akıl Tutulması, çeviren ve önsöz Orhan Koçak (İstanbul: Metis Yayınları, 1986): 60-81.

[3] Martin Heidegger, Besinnung [Gesamtausgabe, Band 66] (Frankfurt am Main: Vittorio Klostermann, 1997): 31.

[4] Richard Strauss’un bestelediği Also Sprach Zarathustra’nın Herbert von Karajan şefliğinde Viyana Filarmoni Orkestrası’nca gerçekleştirilen icrasından en akılda kalacağı hesap edildiği kuşku götürmeyen giriş temasının sonradan Stanley Kubrick’in yönetmenliğindeki 2001: A Space Odyssey (1968) filminin müzikleri arasında yer aldığını da ayrıca hatırlayalım.

[5]Erste Fassung: What National Socialism Has Done to the Arts”.

pasajlar