/ Pasajlar / Eleştiri ve Hakikat

 

 

Söyledikleri ve gösterdikleri kadar, söylemedikleri ve göstermedikleri aracılığıyla da hakikate temas eden sanat, hatırlamadığı şeyi bastırmaktan kaçınmayı vaat eder. Fakat salt takdir bunu kavrayamaz. Takdir, sanatı sadece olumlamakla, sanatın söylediğini şeyleştirirken, söylemedikleri için de özür diler. Takdir, tutucu ve incelikten yoksundur. Yalnızca eleştiri bundan kaçınabilir.

[…]

Benjaminʼin Alman Romantizminde Eleştiri Kavramı adlı eserinde ortaya koyduğu tez, eleştirelliği sanat eserinin hem tamamlanması hem de yıkılması olarak gören romantiklerin yaklaşımını tasvir eder. Çünkü romantiklere göre gerçek sanat eseri, mutlağı sunmak gibi bir iddiada bulunur, bu nedenle de eser kendi dışındaki, önceden yerleşmiş bir kural uyarınca yargılanamaz. Eleştirelliğin, romantikler nezdinde eleştirinin esas mecrası olan düşünseme [reflection] süreci içinde bizzat eserden devşirilmesi gerekir. Esasen tüm kısıtlamaların aşılması olarak tasavvur edilen eleştirellik, sanat eserinde sunulan düşünsemenin olumlayıcı yaklaşımla çıkarsanmasıyla başlar; ama eserdeki düşünsemenin sınırlarını eleştirerek gelişir, ki bu sınırlar eserin sonlu varoluşunun kaçınılmaz sonucudur. Eleştirelliğin, eseri hem tamamlayıp hem yıkması bu anlamdadır. Benjamin’in “Goethe’nin Seçilmiş Akrabalıklar’ı Üzerine” metninin başında anahatlarını çizdiği model, ikili bir görev belirler. Burada “yorum”  ile “eleştiri” ayrılmıştır. Yorum, sanat eserinin “maddi içeriği”ni inceler, eleştiri ise “hakikat içeriği”ni.

[…]

Adorno’ya göre sanat ancak formu aracılığıyla sanat olur; form, eserin konusunu, sıradan anlamından özerk bir anlama dönüştürür. Sanat, konunun özerk olmayan belirlenimini –mübadele değeri mantığını– kendi özerk belirlenimine dönüştürdüğü noktada başarıya ulaşır: hakikatle ilişkisi budur ve “hakikat içeriği”ni açıklayan da budur. Adorno’ya göre bu hakikat içeriği hem tarihseldir, hem de pozitif biçimde sunulamaz: Adorno’nun eser hakkında sarf ettiği ve bilmece gibi tınlayan “bilinçdışı tarihyazımı” ifadesinin anlamı da budur. Sanat, söylemeyerek söylediği, suskunluğunun ilettiği şey üzerinden hakikatle ilişki kurar. Bu tarihsel bir ilişkidir. Sanat ancak tarihsel malzemelerini tarihten bağımsız gibi görünen bir şeye dönüştürdüğü zaman özerk olur. Bu anlamda sanat, bir bastırma veya unutma formunun sonucudur. Tarihsel bilince kaydolmayan deneyimleri içselleştirir ve onları orada, bilinçdışıymışlar gibi tutar. Malzemesini saklamakla kalmaz, onu saklanmış, susturulmuş bir şey olarak açığa çıkarır: kendi bilincinde olan bir yanılsama.

Dolayısıyla sanat, bastırılmayı açığa çıkarma gücü olan bir toplumsal bastırılmışlık formudur, “bilinçdışı tarihyazımı” olması bu anlamdadır: modernlik koşulları içerisinde hafızayı, deneyimi ve eleştiriyi mümkün kılan bir modern unutma sanatı. Ama bu haliyle sanat, onu oluşturulduğu tarihsel malzemeyle yüzleştirecek eleştirelliği gerektirir. Adorno bundan “ikinci düşünseme” olarak söz eder:

 

İkinci düşünseme, esere-içkin analizin kurduğu ve bizzat kendi sınırlarını da barındıran veri yapısını kendi ötesine gitmeye ve vurgulu eleştiri yoluyla hakikat içeriğine nüfuz etmeye zorlamalıdır. Esere-içkin analiz kendi içinde dar görüşlüdür […]. Sanatın bir yandan toplumun karşısına özerk biçimde çıkması, öte yandan bizzat kendisinin de toplumsal olması, sanatın deneyimlenme yasasını tanımlar.[1]

 

Bu pasajda, Adorno’nun Benjamin’den devraldığı eleştiri mefhumunun izleri görülür: Yorumdan eleştiriye, maddi içerikten hakikat içeriğine geçmek olarak tanımlanan eleştiri kavramıdır bu.

 

Stewart Martin’in Radical Philosophy dergisi 132. sayısında (Temmuz-Ağustos 2005) yayınlanan “W.G. Sebald and The Modern Art of Memory” başlıklı yazısından seçilmiş pasajlar, s. 18-30.



[1] Adorno, Aesthetische Theorie, s. 518.

pasajlar, Benjamin