Henry Miller’ın ilk resim sergisinin, ilk romanı Yengeç Dönencesi’nin (Tropic of Capricorn) 1927’de yayımlanmasından yedi yıl önce, Miller henüz otuz altı yaşındayken gerçekleşmiş olması epey ironik bir durum. Miller, yaşamı boyunca dünyanın pek çok yerinde elliden fazla önemli sergide yer almasına karşın, bir yazar olarak sahip olduğu ün, ressam kişiliğini çoğu kez gölgeliyordu. Fakat o insanların ilgisizliğinden pek de şikâyetçi değildi. Sergilerini ziyaret edenlerden aldığı güzel tepkiler onun için yeterliydi.
Resimlerini eleştirenler ise genellikle çocuksu olduklarını ve amatörce yapıldıklarını söylüyorlardı. Miller ise bu eleştirilere karşılık To Paint is to Love Again adlı denemesinde şu yanıtı vermişti: “Çocuksu bir resim gördüğümde hiç durmam saygıyla eğilirim önünde; çünkü bir çocuğun elinden çıkmıştır o! Çocukların yaptığı resimleri rahatlıkla büyük ustaların elinden çıkanlarla karşılaştırabilirsiniz... Onları taklit etmek için ne kadar uğraştığımı bir bilseniz; ama hep boşuna. Bir çocuğun yaptığı resim karşısında büyülenmemek, hayret etmemek neredeyse imkânsızdır. Bunun nedeni, onların resim yapma biçimlerindeki doğallık ve kendiliğindenliğin yanında, tutkularının saflığıyla ortaya çıkan samimiyettir.”
Henry Miller
Miller, her şeyden daha çok değer verdiği çocuksu masumuyete büyük bir özlem duyuyordu ve ne zaman resimlerinin bir çocuğun elinden çıkmış gibi göründüğü söylense, müthiş bir sevinç ve tatmin duygusu yaşardı. Ne yazarlığı, ne de ressamlığı için herhangi bir eğitim almamıştı. Akademik öğrenme anlayışına değil, deneyerek ve yaparak öğrenmeye inanıyordu. Bir defasında şöyle yazmıştı: “Akademik çizim tekniklerini öğrenmeye başladığınız an, içinizdeki çocuksu ruh ölecek ve sanatınız bir çeşit ikonografiye dönüşecektir.” Miller akademik tekniklerin o büyülü enerjiyi körelttiğini biliyordu. O nedenle hep çocuksu olmaya çalıştı. Yine de ana renklerle yarattığı ahenge ve suluboya çalışmalarına baktığınızda, samimi ve içten gelen bir yetenekle karşı karşıya olduğunuzu anlayabilirsiniz. Sanat eleştirmeni Sadajiro Kubo şöyle demişti: “Onun sanatının en güzel yanı özgür oluşu. Onu eşsiz yapan en önemli özellikler ise renklerdeki canlılık ve zihnin her şeyi içine alabilen enginliği.” Gerçekten de, onun resimlerinde bizleri etkileyen, akademik tekniklerle köreltilmemiş kendiliğindenlikle ortaya çıkan saflık, masumiyet, özgürlük ve sevecenlikti.
Chagall's Horse Lover's Dreaming
Resimlerini topluca görme şansımız olduğunda, Chagall, Miró, Gauguin, ve van Gogh gibi ressamlardan ne kadar etkilendiği çok daha iyi anlaşılıyor. Kendisi de bazı resimlerine verdiği adlarla bu etkilenmeyi doğrular: “Chagalls’s Horse”, “a la Klee”, “a la van Gogh”, “a la Picasso”. Miller’in üslubu tıpkı bir yılanın deri değiştirmesi gibi zaman zaman değişiklik gösterirdi. Şöyle yazmıştı: “Bir sanatçıysanız eğer, izleyeceğiniz yol size kendiliğinden gelecektir. Bir sanatçının ruhuna ilham veren yoğun duyguları her defasında aynı üslubu kullanarak ifade etmek olanaksızdır.”
Eine Kleine Nacht Musik The Joker
Bu düşünceden yola çıkan Miller, kendine özgü bir üslup oluşturduktan sonra hep aynı tarz eserler üreten sanatçıların aksine, duygularını çok farlı üslup ve dışavurum teknikleri kullanarak aktarmaya çalışmıştır. Miller’ın sanatındaki özgürlüğün bir diğer nedeni de muhtemelen, resimlerini yalnızca satmak amacıyla yapmayı reddetmiş olmasıdır. Henry Miller’ın sürekli değişen, çocuksu suluboyaları, onun saf, masum, özgür ve coşkulu ruhunu açığa çıkaran bir nitelik. Onun resimlerine şimdi tekrar bakınca, modern bir sanatçıda böyle bir ruhun aslında ne derece kıymetli ve muhteşem bir özellik olduğunu daha iyi anlıyoruz.
Chicago
Sunday Afternoon
Bu metin Coast Galleries'in yayımladığı Henry Miller sergi kataloğunda yer alan "Freedom and Grand Scale of Mind" başlıklı yazıdan çevrilmiştir.