Ölü Rehinler: Borç, Kriz ve 21. Yüzyıl Kültürü

Aşağıdaki metin, Davis Smith-Brecheisen’in, Mediations dergisinin “Post-Humanisms Reconsidered” başlıklı dosyasında yayınlanan “The Limits of Art” başlıklı yazısından seçilmiş pasajların çevirisidir.

 

 

 

Annie McClanahan’ın Dead Pledges: Debt: Crisis, and Twenty-First-Century Culture başlıklı kitabı, 2008 sonrası dünyada borcun –kredinin değil– “ekonomik hayatın tanımlayıcı özelliği” olduğunu gösteren önemli iddialar ortaya koyuyor. “Ölü Rehin” anlamına gelen Dead Pledges başlığı Fransızca “mort gage” kelimesinden geliyor; kitap, borç ile kredinin birbirine bağlı olmakla birlikte çok temel bir farkları olduğu iddiasıyla başlıyor. Yazara göre bu fark bugün çok daha önemli çünkü ölü rehin bizi “ekonomik sistemimizde en tabii saydığımız unsurların, yatırım ve taahhüt, borçlanma ve sahiplik, geri ödeme ve temerrüt gibi unsurların tuhaflığı ve şiddetiyle yüz yüze getiriyor”.[1] Ölü rehini bu kadar dehşet verici kılan yanı –ki  McClanahan’ın, borcun kültürel dolaşımına dair açıklamalarında dehşet en ön planda boy gösteriyor– özellikle 1970’lerdeki büyüme sırasında kredinin çelişkilerini yeniden ortaya çıkarması. Borç ile kredi arasındaki fark elzem, çünkü borç, yani ölü rehin, kredi ekonomisinin vaadinde bir kesintiye yol açıyor, kredinin vaadinde ertelenen çelişkilere form kazandırıyor. McClanahan’ın dediği gibi: “Kredi canlanma döneminin ekonomik formu ise, [...] ödenmemiş, ödemesi gecikmiş, haczedilmiş, batmış, silinmiş kredi anlamındaki borç da krizin ekonomik formudur”. Ekonomideki bu gidişata, kültürel formlarda da koşut bir değişim eşlik ediyor. Kredinin çelişkileri, borç formu altında kriz olarak dirildiğinde, “kredi ile borcu temsil etmenin standart tarzları da aynı şekilde değişmiş” oluyor. Dead Pledges bu hikâyeyi iki bölümde anlatıyor. Birinci Bölüm öznelliğe –örneğin, şahıslar ile kredi notu arasındaki ilişkiye– odaklanıyor; İkinci Bölüm ise mülkiyete, yani “borçla aramızdaki ilişkiyi en belirgin biçimde dolayımlayan” toplumsal forma odaklanıyor.

McClanahan, kredi ile borcun, büyüme ile krizin tarihini anlatırken, “kültürel ifade”nin, borca yönelik “kararsız, hatta kimi zaman çelişkili cevaplar” aracılığıyla hem krizi dolayımlaması, hem de yaşanan borç deneyimini ve borcun toplumsal formlarını dolayımlaması üzerinde duruyor. McClanahan’a göre borç, “her zaman her yerde var olan, ama ele avuca gelmeyen bir toplumsal form” ve borcu olanca açıklığıyla anlamanın en iyi yolu “kültürümüzün onu temsil etme şekillerine bakmak”. Sam Raimi’nin Kara Büyü (Drag Me to Hell) filmi veya Jonathan Dee’nin The Privileges romanı gibi popüler eserlerden, Timothy Donnelly’nin The Cloud Corporation başlıklı şiir kitabı gibi deneysel çalışmalara kadar bir dizi örneği inceleyen McClanahan, hacizden kredi notuna, mikro-ekonomi teorisinden tahliye protestolarına kadar pek çok konuda borcun estetik ve politik hatlarının izini sürüyor; böylece “hem günümüzdeki borçluluk halinin estetiğini, hem de borcun kuramsal ve politik sonuçlarına dair bir açıklama” sunmaya çalışıyor: “Borç, bireylik fikrimizi ve manevi karakterimizi nasıl etkiliyor? Rasyonalite ve sorumluluk anlayışlarımızı nasıl değiştiriyor? Mülkiyet ve sahiplikle olan ilişkilerimizi nasıl dönüştürüyor?”

 

 

Dead Pledges’da incelenen “estetik formlar”, diyor yazarı, “hiç kimsenin ödeme yapamadığı bir zamanın kültürel ifadesi”. “Nihai kriz”, MacClanahan’a göre “ABD’de kültürel üretimin, toplumsal deneyimin ve ekonomik hayatın hem her yere sinmiş bağlamını hem de belirgin içeriğini oluşturuyor”. Bilhassa romanlar, ama aynı zamanda fotoğraflar da, bu kriz mantığını “ister istemez kaydediyor”. Bu bağlamda metinlerin yapabileceği en iyi şey “başarısız olmak”. “Başarısızlık” dili Dead Pledges’a baştan sona nüfuz etmiş, ne de olsa kitap kredinin başarısızlığa uğramış vaadini konu alıyor. Peki ama bir sanat eserinin “başarısız” olması ne demek? Eserin estetik açıdan başarısız olduğu, yani amaçladığı şeyi yerine getirmediği anlamına gelebilir. Biçimsel iddiası olan eserler söz konusu olduğunda yaygın bir eleştiridir bu, ama Dead Pledges’da sözü edilen “başarısızlık”la bunun pek alakası yok. McClanahan’ın kitabındaki “başarısızlık” her şeyden önce politik: “Dead Pledges’da incelenen formlar, borcun yarattığı benzersiz toplumsal ve ekonomik çelişkilere karşı kararsız ve üstbelirlenmiş cevaplar sunuyor”, diyor McClanahan. Bu semptomatik yorumlama dili çerçevesinde, metinler –sözgelimi kişisel olan ile sistemsel olan arasında dolayım kuramadıklarından– borcun ekonomik mantığını yeterli biçimde temsil etmekte başarısızdırlar. Başka deyişle, bu çerçevede estetik formlar halihazırdaki ekonomik formlar için yeterli görülmez.

 Fakat bir sanat eseri, piyasadan bağımsız bir formu ortaya koymasıyla, eserin üretildiği piyasa yapılarına karşı bir alternatifi de ortaya koyabilir, çünkü o yapılara kayıtsız kalan, kendi formuyla müstakil ve o formla tanımlanan bir şey yaratma derdindedir. Dünyadan ontolojik olarak ayrı durduğunda ısrar eden bir eser, piyasa mantığına soğurulması mümkün olmayan okunma (veya görülme) biçimlerinda ısrar eder aynı zamanda. Bu çerçevede sanat, sistemsel sınıf şiddetine veya borcun başarısızlığa uğramış vaadine işaret etmez sadece. Bir sanat eseri, bir yandan (borç formasyonu gibi) kapitalist toplumsal ilişkileri temsil ederken, diğer yandan da yeni kolektiviteler ve yeni toplumsal ilişkiler hayal edebilir. Toplumsal ilişkileri dolayımlayan sanatın kapitalizmden bağımsız olarak yapabileceği şey, piyasadan bağımsız bir politik hayal gücünü olumlamaktır.

Başka deyişle, bir sanat eserinin ancak, her şeyden önce sanat olmakla politik olabileceğini söylemek, katıksız bir estetizme denk düşmez. Sanat elbette kredi ekonomisinin büyümesiyle ortaya çıkan eşitsizlik ve sınıf şiddeti dalgaları önünde bir set oluşturmaz. Elbette ki 2008’den beri (veya keza 1967’den beri) üretilen sanatın, 2008 krizini hem yaratan hem de hâlâ devam eden etkilerini mümkün kılan yapıları hedef aldığı söylenemez. Romanlar ile ekonomik söylem arasında ayrım yapmak, kuşkusuz sanatın en iyi yapabileceği şeyin sanat olduğunu söylemektir. Ama bu aynı zamanda, borcun sınıf şiddetini pekiştirme işlevi görmesine son vermeyi gerçekten istiyorsak, bu konuda sanatın olsa olsa sınırlı bir rolü olabileceğini teslim etmek anlamına da gelir. Ücret kesintilerine karşı işçi sendikaları mücadele edebilir, sanat edemez – etse de bu ancak yer yer olabilir. Eğer McClanahan’ın dediği gibi borcu bir toplumsal form olarak “açıkça ve derinlemesine anlamak” istiyorsak, “kültürümüzün borcu nasıl temsil ettiği”nin ötesinde, bu temsilin her şeyden önce nasıl okunabilir olduğunu sormamız gerekir.

 



[1] Tırnak içindeki bütün alıntılar Annie McClanahan’ın Dead Pledges: Debt, Crisis, and Twenty-First-Century Culture (Standford: Stanford UP, 2016) başlıklı kitabına aittir.

sanat-politika